Azad Barış
Galilei’nin ‘dönen dünya hakikatinde’ olduğu gibi Öcalan’ın barışı savunma gayreti de aşkın bir hakikattir ve tesiri çağlar boyu süreceği kuvvetle muhtemeldir
Kolaylaştırıcı bir yol olarak dünyaya yön veren nadir düşünürlerden biri olan Galilei’nin Orta Çağ zihniyetine karşı yaptığı çağları aşan savunmasında “dünya gene de dönüyor” şeklinde rivayet edilen o sözü, hakikatin en sade ve duru hali olarak bugün de hakikati anlama konusunda bir pusula işlevi gördüğünü belirtebiliriz. Öyle ki Galilei dönen dünya hakikatini kendi çağının skolastik anlayışına karşı “iki gerçek birbiriyle asla çelişmez” bilge sözüyle de aşkın kılmıştır. O nedenle hem tarih hem de bilim o bilge adamı hakikatin savunucusu olarak tarihin ön sayfasına nakşetmiştir.
Bugün Galilei, hakikatin aşkın halini simgelerken, o çağın kilise dünyası ancak yaydığı tesir kadar bir gerçeklik olgusunu sembolize etmektedir. Başka bir ifadeyle Galilei’nin dünyaya yön veren buluşu hakikatin has haliyken o çağın kilise zihniyeti kendi çağı ile sınırlı bir gerçeklik olarak tarihin ambarına gömülmüştür.
O nedenle ister öncesi ister sonrası olsun hakikat, hak ettiği bütün varlığıyla sarsılmaz bir şekilde ortada durur. Çağları, karakterleri ve mekanları aşar. Onu kabul etmek veya etmemek tamamıyla onun varlığından bağımsızdır. Lakin hakikat ve onu düşünme veya algılama şekli, görme veya görmeme hali ile ilgili bir durum değildir çünkü onun varlığı olgusal olarak bir ön kabule (a priori) tekabül eder. O nedenle hakikat bir bütün olarak düşünme halinin dışavurumudur. Çünkü hakikatin kendisi, öz bağlamının “gerçek” olgusunu aşan ve aşkın bir ontolojiye dayanan bir belittir.
Hakikat her zaman bir epistem izleğine işaret eder, göz önünde olup olmamasından bağımsız olarak “o” vardır. Varlık özgünlüğü nedeniyle kendinden menkul bir varlık halidir, hakikat. Yani gerçekten farklı olarak o aşkın bir varlık halinin vücut bulmuş boyutudur. Buradaki boyut, varlık evreninin derin hakikatini yakalama ve gerçekliğin ötesine geçme çabasıdır. Ancak böylesi bir çaba insanı gerçeklik ötesine taşıyabilir, hakikatle hemhal edebilir ve yüce varlıkla birleştirebilir. Buradaki hemhal olma hali üstün insan veya mistik kökene uzanan bir gayret hali değil ilkesel bir ideal olan hakikatin varlığından hareketle varoluşsal kapasiteyi ve yaratıcı düşünme yetisini oluşturma ve evren hakikatini telakki etme gayretidir. Başka bir deyimle, Galilei’nin yaptığı gibi hakikatin varoluşsal haliyle gerçeğin düşünme düzlemini birlikte talep etme cüretkârlığıdır.
Hakikatle gerçekliğin ilişki düzlemini birlikte talep eden ve inşa edici yeni diskurlar kuran insanların birçoğu haliyle günümüz dünyasının modern düşünce soy-kütüğünde rol oynayan kuramcılar ve kimi politik aktörlerdir. Az sayıdaki bu insanlar haliyle aşkın bir yere sahiptirler. Varoluşsal öznelliğin soyutlamış hali olarak hakikati barış çabasıyla toplumsallaştırmaya çalışan Öcalan bunlardan biridir. Ayrıca Öcalan da Galilei gibi çağın bütün zalimliklerine rağmen kendi iddialarından vazgeçmeme hakikatine sarılmış biridir. Onun çabası dinler tarihi kadar eski olan hakikat reddiyesine karşı evveliyatla mevcudiyetin halleşmesi ve barışmasıdır. Hakikati varoluşsal bir maksime dönüştürmüş olması ve gerçeği aşkın bir varlık nesnesi olarak talep etmesi bariz bir hakikat savunuculuğudur medeniyetlerin çöküşe geçtiği bu çağda.
Galilei’nin ‘dönen dünya hakikatinde’ olduğu gibi Öcalan’ın barışı savunma gayreti de aşkın bir hakikattir ve tesiri çağlar boyu süreceği kuvvetle muhtemeldir. Burada bahsi geçen hakikat mefhumu varlığın metafizik düzleminde de aşkın bir olguya dönüşen en had noktadır. İsteyerek veya istemeyerek günün sonunda herkes o hakikatle yüzleşmek zorunda kalacaktır. O nedenle algıların olguların önüne geçmesinin hiç kimseye kalıcı bir faydası yoktur, çünkü gerçeklik sadece zaman ve mekân algılarıyla gelişen bir nesnellik durumudur toplumsal hayatta. Hakikat ise tarihin bizatihi şahitlik ettiği olguların toplamıdır, yani ilki hazım, ikincisi hafızadır.