Hırsız hırsızlananın içini de hırsızlarken tarihi öykünmeler yaratmak ister. Birine hırsız diyebilmek için bir şeyi hırsızladığını görmek gerekir denilir ancak, gördüğünü dile getirecek cesareti de hırsızlanmışsa gözlerine mil çekilmiş demektir. Ola ki tarih öldüreceklerinin ilk önce gözlerini kör eder…
Egemenler kendi ahlakını hukukun taşlarıyla ördükten sonra sıra ona kılıf biçmeye geldiğinde toplumun gözeneklerine dek inerek yaratılan tüm güzelliklerin üzerine helak taşlarını atıp, despot bir meşruiyet oluştururlar. Zalim için meşru statiko toplumun değer yargılarıyla oynamak, içini boşaltmak ve kendine göre biçimlendirmek yegane amaç bellenmiştir. Ulus devlet mantalitesinin homojen karakterinin farklılıkları gözetmeyen benzeştirme politikası, toplumun öz dinamiklerine dönük gasp politikası olduğu aşikardır. Zira böylesi bir politika ile toplumla aidiyet bağı olan ve toplumsal gerçeklik dışında bir yeri olmayan tüm soylu kavramları bir bir gasp ederek yine tarafsızlığını yitirmiş hukukun taşlarıyla oluşturulan kapalı zindanlarda tutsak ederler. Devletlerin toplum kıskacının başarı ölçeği elde ettiği ve değiştirebildiği kavramları kendi kontrolünde yaşamsallaştırabileceği orandadır. Bu bağlamda mühendisliğine soyunduğu toplumun, muhtevasını oluşturan kavramlara yönelmesi tercihsel bir yöntem olmuştur. Bu nedenle ilkin toplumun özgür bilinci olan ahlakın başına çuval geçirilerek kaçırılıp toplumdan izole etmek istenildi. Sonra politikaya çalışma esnasında baskın yaparak ellerini bağladılar. Yaratımları kayyum edilen kültür ise avucundaki toprak ile tutsak edilmek istenildi. Sen kendi kendini yönetemezsin diyerek demokrasiyi de tutsak edip başına iki asker diktiler. Toplumsal olan her bir oluşum tutsak edilirken güdülen amacın toplumsallığa darbe olduğu anlaşıldığı ölçekte gözyaşlarıyla yeri ifşa olan aşkın etrafı ise çoktan kuşatılmıştı.
İnsanın gelişim evrelerinde belirleyici olan denklemlerin bireysellik, toplumsallık ve evrensellik üçlemesi kişiyi kimliğiyle buluşturduğu gibi yaşamın ana nehir akışına da işaret etmektedir. Ancak uygarlık ve barbarlık kardeş olduğu andan itibaren bireysellik, bireycilik sınırına çekilerek toplumsal ve evrensel olan insanı da bireycilik silahıyla hırsızlamaya başladılar. Bir toplumu sefalete sürüklemek o topluma ait olan kavramları hırsızlamak, asimile etmek ve hasta düşürmek egemenlerin yegane amacı olmuştur. Bu amacın niyeti toplumun konuşmasını engellemek ve onu dilsiz bırakmaktır.
Hal böyleyken tasavvufta, kişinin konuşan ‘dilsiz deli’ değil, ‘dilsiz konuşan’ olması gerektiği belirtilir. “Gönül çeşmesinin açılması için ilk önce dil çeşmesinin kapanması gerekir” denir. Yani kişi söylemek istediği şeyleri sözün diliyle değil hal diliyle ifade etmeli, duruşuyla hal yolunu göstermeli, kendini hal yolu olarak ortaya koymalıdır. Egemenlerin halkları dilsizleştirme politikasına karşı kendi duruşuyla kendini ifadeye kavuşturan, reya hak yolunu gösteren ve bu yolla kendini ortaya koyan halk gerçekliğimiz egemenlere en büyük cevap olmuştur. Gelinen aşamada devlet bekası için her türden hile ve hırsızlığı mübah görerek kendilerini Tanrı’nın adil sıfatından mahrum bırakan egemenler, gözleri kapalı olan kadının elinde tuttuğu Adalet terazisinin kefelerini de bozarak mülkün temeline uyarladılar. Yine aynı mülkün temelinde işleyen bozuk bir çarkın huzuruna dili getirip anlaşılmıyor kategorisine alarak tecrit altında tutsak ettiler. Sevgi kavramı ise wanted diye afişe edilirken sokak duvarlarına, tabiatı gereği sevmeye kendisini hiç sevmeyenlerden başladığı için onu anlamayanlar tarafından yakalanarak hapsedildi. Tüm bunlara karşı sorumluluk bilinciyle ses çıkaran örgüt ise devşirilmiş kişiliklerin ve hain işbirlikçilerin ihbarlarına karşı büyük mücadeleyi göze almıştır. Bu manada evrenin işleyiş yasalarını kavrayan, tutan elin, gören gözün duygusunu bilen ve dilde ifadeye kavuşan hakikatin kendisi ise egemenlerin biçimlendirdiği ve hasta düşürdüğü yetersiz ve sahtelikler sonucu komploya maruz kaldı .
Topluma ait güzel olan ne varsa sömürgeciler tarafından bir bir sömürülürken açığa çıkan toplum sömürgedir kelimesi gerçekliğini ruşeym haliyle ifadeye kavuşturdu, ancak gözü dönen sömürgeciler kollarını ve bacaklarını 4 hırçın ata bağlayarak parçalamışlardı. Hatta hırsını alamadıkları için her bir parçaya saldırmaktan da hiç geri durmadılar.
Toplumsal gerçekliğin etik, estetik ve felsefik dokusuna tehlike oluşturan devlet uygulamalarının güncelliğini yaşadığımız böylesi anlarda halk olarak direnmek dışında herhangi bir alternatif bırakılmamıştır. Devlet olmayı çağrıştıran her türden gericilik, baskı, talan, soykırım, faşizm ve sömürgeci özelliklerin sahabeliğini yapan anlayışların karşısında direnmek en hakiki mürşit olmuştur. Sayın Öcalan’a yaklaşımın toplumlara yaklaşım olduğu kendini gerçekliğe kavuşturmuştur. Bu gerçeklik aynı şekilde halkların duruşuyla hal yolu ile söylem ve eylemleriyle dilde de ifadeye kavuşmuştur. Bugün halklar; zaman tarafsızdır, oluşturduğumuz kadar bizim olacaktır diyerek bizden çalınanı ve zorla alınanı geri alma zamanıdır demektedir. Tecride lanet okuyarak zindanlar ölümüne direnip tecridi kırma zamanıdır demekte, sömürgecilerden arındırma zamanıdır, işbirlikçi oluşumlara karşı ulusal birliği gerçekleştirme zamanıdır, Sayın Öcalan’a kavuşma ve buluşma zamanıdır demektedir.
Devletlere mahsus olan soykırım, sömürü, faşizm, baskı, talan, yalan ve katliamlar beka gereği sayılırken toplumlara ait olan demokrasi, özgürlük, barış, eşitlik, sevgi, adil yaşam ve hercai güzeli -doğruyu- hakkı oluşturan kavramlarla kendilerine kılıf biçmişlerdir. Gelinen aşamada bugün halkların mücadelesi kralın çıplaklığını artık geçmiş, aarayın çıplak olduğunu ve yaşanan entrikaların açıklığını kanıtlamıştır. Bu minval üzeri Sayın Öcalan “Hayal aleminden uyanın. Size ait olmayan, çoktan sizden çalınmış şeyleri halen size ait sanıyorsunuz” demektedir. Bu sebeple bizden çalınan tüm toplumsal güzellikleri geri alma, öz dinamikleri üzerinden yaşama ve yaşatma zamanıdır. Bu zamanı benimseyen, özümseyen ve oluşturanlar mutlak zafer kazanacaktır.