Hakikat (doğruluk) sonrası olarak tercüme edilen Post-truth kelimesi 2016 yılında Oxford Dictionaries yayıncıları tarafından “yılın kelimesi” seçilmişti. Kavramın dünyaya yayılmasını sağlayan Oxford sözlükleri terimi “nesnel gerçeklerin kamuoyu oluşumunda hisleri ve kişisel inançlara referanstan daha az etkilediği durumlar”ın bir tarifi olarak tanımlamıştı. Dolayısıyla posttruth hakikat sonrası anlamında İngiliz dil hanesi içinde hem bir sıfat hem de bir ad olarak da kullanılabilen, buna mukabil Türkçeye nasıl çevrileceği henüz tartışılagelen yeni bir kelimedir.
Yeni kelimeler bulmak veya oluşturmak hiç şüphesiz her açıdan bir zenginliktir ama post ekinin kullanımı ister sıfat ister isim olarak olsun hakikat kelimesi için nihai ölüm demektir. Çünkü onun içini boşaltan bir özelliğe evrilmiştir mevcut kullanım an itibariye. Terimin diskuru İngilizce dil yapısı bağlamında hakikat sıfatının yitimi anlamına geldiği gibi epistemolojik olarak da hakikat sonrası bir zamansal momentin başlaması anlamına gelmekte, ve hakikatin kendisini hükümsüz kılmaktadır. Dolayısıyla hem sistematik hem de tarihsel açıdan ele alındığında yeni bir bilginin kaynağı, tanımı, tarif türü ve maksim yapısına işaret eder. Olgusal bir tanımlama olarak ele alındığında hem mantık hem de sistemsel süreçleriyle itibariyle a priori olarak karşımıza çıkan bir hakikattir artık.
Bu hakikatin bilgisinin kaynağı ise son yılların başat toplumsal ve siyasal konularıdır. Özellikle dünyada gelişen sağ popüler siyaset, Brexit ve vasat liderlerinin yegane temsil olan Trump’ın ABD başkanı seçilmesine denk gelen bir zamanda düşünsel hayatımıza girdi bu kavram ve kısa bir zaman zarfında bütün anlam bağlamlarıyla hem akademi dünyasını, hem de siyaset kurumuna sirayet etti. Dünyayı bekleyen vasatlığın ve hakikat yıkımının acı bir yorumu gibi karşımızda duran bu kavram yakın tarihimizin dışavurumundan başka bir şey değildir. Hakikat sonrası ‘kurgusal gerçeklerden’ asla zarar görmemiş bu “vasat adamların” yükselişlerine eşlik eden bu terimin 2016 yazından itibaren dünyada en çok kullanılan kelimeler içinde yerini aldı ve her geçen gün bir coulrophobia (palyaçolaşma korkusu) halinde kullanılmaya devam ediliyor.
Bu kavramı yeni bir sosyoloji kuramı gibi temel disiplinler arasına yerleştirme gayreti muktedir toplum mühendislerinin son zamanlarda olgusal olaylardan yola çıkarak yeni bir iktidar sosyolojisini oluşturma çabası olarak görmek başka bir hakikat olarak önümüzde durmaktadır. Hakikatin kendisinin hükümsüz bırakıldığı bu sav üzerinden algı mekanizması tam da iktidarların istediği şekilde işlenmektedir.
Oysa Post-truth kelimesinin bundan önceki anlam derinliği ve tarif gayesi genelde ‘gerçek anlaşıldıktan ve ya hakikat ortaya çıktıktan sonraki tarihsel momentin başlangıcı’ anlamına gelirdi. Kelimenin çıkış anlamının yazın dünyasına girmesi ve yavaşça dolaşıma girmesi ise Ralph Keyes’in “The Post-truth Era” adıyla 2004 kaleme aldığı eser üzerinden şekillenmiştir. Bunun yanı sıra ölçülebilir olgularla meseleye yaklaştığımızda her şeyin aslında post modern kavramıyla başladığını da iddia edebiliriz. Zira edebiyat eleştirmeni ve siyasal bilimcisi Irving Howe’in ilk kez 1959 yılında kullandığı post modernizm teriminin 70’li yıllarda Susan Sontag ve Lyotard gibi düşünürler tarafından popüler hale getirilmesiyle bu tür konular neologizm olarak ortaya çıktı. Dolayısıyla kavramın bugünkü halinin sosyolojik mefhumunun politik bağlamına baktığımızda, ‘saf hakikatlerin, temel doğruların, ölçülebilir olguların önemini yitirdiği’ anlamına gelmektedir. Yani mevcut anlam bağlamında post-truth politics’ dediğimizde bir nevi hakikat yitiminden bahsetmiş oluyoruz.
Oysa bir mantık terimi olarak hakikat bir düşüncenin dış dünyadaki nesnelere uygunluğunu ifadesi olarak durur. Bu mantıkî anlayışla hakikat terimi gerçekle örtüşmenin bariz bir tarifidir. Buradan hareketle ‘Post-truth’ kavramın post ön-eki genel kullanımının aksine ‘bir olgusal momentten veya nesnel bir olaydan sonra gerçekleşen yeni bir moment’ demektir. Onun için kavramın kendisi bizatihi artık önemsiz ya da gereksiz bir mecraya ve hatta başka bir zaman algısının ifadesi olarak ortaya çıkıyor.
Nitekim post kavramın bu spesifik bağlamı ve kullanımı biçimi aynı zamanda sentetik yeni bir epistemolojik olguya dönüşüyor. Bu nedenle ‘posttruth’ kavramı teknik bir terim, marjinal bir kelime olmaktan çıkarak, siyaset dünyasında ve ana akım medyada içerik diskuruna bakılmaksızın bir algı yönetimi metodu şeklinde kullanılıyor. Böyle bir algı yöntemi doğal olarak taraftarlık düsturu üzerinde inşa edilir ve gerçekdışı haber ve kurgusal algılarla yeni bir dünya görüşü inşa ediyor. Buradaki bağlam anlamlarından biri de daima şimdi “sonra” bir zamansal aşamada bulunduğumuzu ve böyle zaman ve mekanın buluşla ilişkisine göre hakikat çehresinin değişim momentlerini belirliyor. Ama hakikaten esas özünü değiştirme ve etkileşime dönüşemiyor, çünkü hakikat olgusal olarak ancak içsel döngü ile gerçekleşebilen bir olgular dizisidir.
Etkileşim ve basınç ne kadar büyük olursa olsun dışsal herhangi bir güç veya müdahale onun özünü değiştiremez. O ya vardır ya da yoktur. Bunu en anlaşılabilir biçimiyle tiyatro ve görsel sanatlarda kurgulanmış oyunun sunuş ve gösteri sanatında daha iyi görebiliriz. Çünkü kurgusal oyunun öncesi olduğu gibi sonrası da bir kurgudan ibarettir, oysa hakikat bir kurdu değil a priorik bir olgudur. Örneğin kurgusal oyunun dramatik olanın sonrasında inşa edilenin varlığın kendisi de bir tariflenme çabasından başka bir şey değildir. Lakin oyun esnasında ortaya çıkan dramatik halin dışavurumu ne gerçekle ne de hakikatle herhangi bir bağlantısı yoktur, tamamıyla sosyal ve sanatsal bir kurgudur. Dolayısıyla yakın tarihimizin iksirli kelimesi haline gelen pos-truth, yani hakikat sonrası kavramın saf hali hakikatin saf haliyle hiç alakası olmadığının tiyatro oyunundaki kurgusal diyalektiğe de bakarak görebiliyoruz. Lakin oyunun kurgusal dinamiği gereği nasıl biteceğini sadece kurgucular ve oyuncular bilir, onun için seyirciler oyunu ne salt bir sanat eseri ne de bir kurgu olarak algılarlar, sunulanın büyüsüne kapılıp hakikat zannederler. Çünkü oyuncu tarafında oyunun bir oyun olduğunu, dramatik olanın bir kurgu olduğunu bilinmesi seyircinin bildiği anlamına gelmiyor.
Burada hem aldatan hem de aldatılanlar vardır. Buradaki bariz aldatmaca ve kurmaca bir Post-facto hakikat olarak karşımızda duruyor. Buradaki postfacto, hakikatlerin artık siyasi ihtilaflarda rol oynamadığı sosyal bir devlet olarak adlandırılır, çünkü giderek daha fazla sayıda nüfus grubu algılanan gerçeklerinin gerçeklerle çakışmadığını ve aslında gerçeklerin gerçek olmadığını, vasat liderlerin ahlaksızca iftiralarında, din ve irk övgülerinden, kin ve nefretlerinden, hırsızlık ve yalanlarında biliyorlar ama hakikatin yitiminden dolayı yalan hakikat hakikati ise yalanın yerine geçer.
İster Trump olsun, ister Putin, ister Erdoğan olsun bütün bunların başından beri hem halklarına hem de dünyaya yalan söyledikleri bilinse de yine koltuklarında oturuyor olmalarının sebebi post-truth çağa geçiş yapmamızla ilgilidir. Bu en net tarifi ise post-truth çağı aynı zamanda hakikatin ölümcül öyküsünün adı olduğu hakikattir. Giderek siyasal ve entelektüel alanı etkisi altına alan, hakikatin ironik yitimine gönderme yapan ve bu haliyle yeni iktidar ve tahakküm biçimleri üreten bir zemin inşa eden bir kavram olan “hakikat sonrası”lığına karşı Foucault’nun “hakikati söylemek” formülasyonu en makul yol olarak önümüzde durmaktadır.