‘Cumhuriyet’in dayattığı tek dil, tek inançla halkımın büyük kısmı diline, inancına yabancılaştı. Devlet ya da iktidarlar uzun yıllar Alevi halkının inancını belden aşağıya yorumladı. 1980’lerden itibaren bu yöntemden vazgeçip Alevilerin arasına sızıp asimilasyon yöntemini uygulamaya başladı’
Nergiz Güzel*
Alevilik torbaya sığmaz.
Eşit yurttaşlık sığar mı torbaya?
Yaşam sığar mı torbaya?
Evren sığar mı torbaya?
İnanç sığar mı torbaya?
(Hızır) dedi ki: Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin. İçyüzünü kavrayamadığın şeye nasıl sabredeceksin?
Uzun zamandır düşünüyorum, kavrayamadığın şeyi biz nasıl bileceğiz?
Peki, kavrayamadığımız nedir?
Uzun zamandır düşünüyorum, kavrayamadığına nasıl sabır gösterecekler?
O kemalete vardılar mı acaba?
Gençlik yıllarımda bir arkadaş ortamında yeni tanıştığımız bir kadın nereli olduğumu sormuştu. Sivaslıyım dedim. Dönüp bana “mum söndü”den bahsetmişti. Şaşırmıştım, şok olmuştum. Kadına “Sapık mısın?” demiştim, “Nasıl böyle konuşursun!” diye çıkışmıştım.
Koçgiri’den göç etmek zorunda kalanlar olarak ne yazık ki şehirlerde ilk asimilasyonu yaşayanlardık. O zamana kadar Alevilik nedir bilmiyordum ama Alevi’ydim.
O gün bizim farklı olduğumuzu anlamıştım ama ailemiz yasaklı inançlarını, ritüellerini ve dilimizi öğretmeden büyüttü bizleri.
Kendi inancını bilmeden Sünni içtihat, okullardaki din dersi, kendi dilini bilmeden Arapça dua ederek büyütüldük. Bir çocuğun duygu dünyası altı yaşında şekillenirmiş, benim de öyle oldu. Duygusunu ifade etmek, yorumlamak için anadilim olmayan resmi dili kullanıyorum. Kendi anadilimin duygu ve kültür zenginliğinden mahrum olarak. Olan şey kültür soykırımı, dil soykırımı, inanç soykırımı aslında.
Cumhuriyet’in dayattığı tek dil, tek inançla halkımın büyük kısmı diline, inancına yabancılaştı. Devlet ya da iktidarlar uzun yıllar Alevi halkının inancını belden aşağıya yorumladı. 1980’lerden itibaren bu yöntemden vazgeçip Alevilerin arasına sızıp asimilasyon yöntemini uygulamaya başladı. Buna karşılık doksanlarda ağır bedellerle cemevleri kurulurken bir yandan da vakıflar kurularak Aleviliği asimilasyona sürüklüyordu.
Aleviler cenazelerini 80’lere kadar evlerinden kaldırırken, 80 darbesiyle zorunlu hale getirilen cenazeleri camilerde kaldırma asimilasyonun bir nevi başka yöntemiydi. Çok tartışılan bu konu, cenaze erkanında Sünni geleneğinin duası okunması zorunluluğuydu. Çocukken hatırlıyorum, köyde anneannemin cenaze erkanında Arapça dualar yoktu. Anadilde edilen duayla yapılmıştı. Tabii bu mesele derin ve çok tartışmalı bir mesele. Evet, doksanlarda cemevleri ve vakıflar kurumsallaşmaya başladı bu da devletin içimize sızmasının farklı halleriydi. Sözlü tarihi, ocaklar sistemi, analık, pirlik, rayberlik ve taliplik değişime uğruyordu bir yandan.
Evet, uzun epey uzun zamandır düşünüyorum… Bir bilinmez ya da şekilsiz, zamana ve mekana sığmayan, agnostik olmayan, zamanın her anını sahiplenen ve kutsallaştıran evrensel hükümlerde çar anasır, dört kapı, kırk makam. Yerin ve göğün, havanın ve toprağın, ateşin ve suyun canı olduğunu söyleriz biz Aleviler. İnsanın da diğer canlılar gibi evrensel döngünün parçası olduğunu bu kâinatta Hakk’ın parçası olan bizler, biz Aleviler “Hızır’ın” dediği gibi kavrayamadığımızı nasıl bileceğiz? Öncelikle yol (Xızır) Hızır aklı, Hızır aşkıyla yola revan olan bizler sırr-ı hakikatin farkına varmak için rızalık, razılık şehri insanları olarak yaşadığımız demi devranda Zarifelerin, Zeyneplerin direniş geleneğinden gelen kadınlar olarak düşüneceğiz ve öyle eyleyeceğiz.
Evet, uzun zamandır düşünüyorum ve her toprağın o toprakların dokusu, coğrafi özelliklerinden ziyade barındırdığı toplumla şekillenir, renklenir. Nakış nakış işlenir ve toplumsal birliktelik inşası başlar. Dil, kültür, sanat, doğayla ilişkisini belirler ve barışçıl yaşamın güneşinde devam eder hayat. Elbette bu söylediklerim rıza şehri insanının Mezopotamya topraklarındaki yaşayan halklarınadır.
Cumhuriyet kurulurken ülkemizde yaşayan halklar birer birer yok edilip sürgün edilirken çeşitliliği teke indirmek tek millet, tek din demeyle başlamıştı. Birbirleriyle ikrarla eşit yaşamayı talep eden halkları reddetti sistem. Aleviliği ise bir yere sığdıramayan devlet zulmüyle, katliamlarıyla, sürgünler, inanç yasağı ve dil yasağı ile asimile etmeyi hedefledi.
Evet, bu sıralar Cumhuriyet’in ikinci yüzyılı konuşulurken Aleviler için hiçbir kazanımı olmayan sözde projeler peşinde devlet. Bu yüzyıl bitmeden yine devlet bir sürü tutmayan projesiyle devam ettiği siyasetine şimdi de bir halkın inancını torbaya sığdırıp onu sanki kültürel bir meseleymiş gibi kamuoyuna sunuyor. İnancımıza “cümbüş evi” diyenler, folklorik diyenler bu sorunu çözmek niyetinde değiller. Allah’sız, Muhammet siz Ali’siz Aleviliği sapkınlık olarak nitelendirenler hep iktidardaki Sünni geleneğinden gelenler oldu. Bırakmadılar ki Aleviler inancını yaşasın, bırakmadılar ki Alevi kendini belirlesin, bırakmadılar ki zaman ve yaşam ana tarih olsun. Aleviliği Dersim’de Laç Deresi’ne atılan Aleviler gibi atıp öldürmek istiyorlar. Kurumlarımızı ise Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağladılar.
Cemevlerine İçişleri Bakanlığı’nca gidilmesi, Aleviliğin bir güvenlik sorunu olduğunu akla getiriyor. Kültür Bakanlığı’na bağlanmayı bir kazanç olarak gören ‘Aleviler’ devletin Alevi’si olmayı kabul edenlerdir. Bizler için mürşidin sözleri insanları Hak yola çağırmada önemli bir rol oynar. Kerbela’da Yezid’e boyun eğmeyen Hüseyin ve yoldaşları, eşiti Zeynep’in direnişi, Nesimi’den Hallac-ı Mansur’a, Baba İlyas’tan Baba İshak, Şeyh Bedreddin’den Börklüce’ye ve şimdiki zaman mürşitlerimiz ise inançları ve toplumun birliği için hep direnmişler ve bedel ödemişlerdir. Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına girerken Aleviliği Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlamak ve pirlerimize maaş bağlamak, elektrik, suyu ödemek, kamuda biraz kontenjan tanımak aslında Aleviliği satın almaya çalışmaktır. Bu zulmat ülkesinde Alevi halkına bu zamana kadar diz çöktüremeyen sistem, yeni yöntemlerle diz çökmeyenlere gene diz çöktüremeyecektir. 08.11.2022 tarihi itibariyle Aleviler sokağa çıktı ve kadim inançları için mücadele yöntemini belirlediler. Aleviler inançları ve inandıkları değerler için mücadele nefesini üflemişlerdir. Hakikat yolunun insanları olarak “Yol bir, sürek bin bir” diyerek yaşadığımız bu zulmat ülkesine barışı ve demokrasiyi getirmek bizlerin yani rıza şehri insanlarının temel hedefidir. Bu ülkenin dinamikleri olarak talep ettiğimiz “eşit yurttaşlık, anayasal kurucu yurttaşlık” şiarıyla mücadeleyi yükseltmek bizlerin boyun borcu ve görevidir.