Bu yazımda hak siyasetinden bahsetmeye çalışacağım. Milletvekilliği genel seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunun yapıldığı 14 Mayıs 2023 tarihli sonuçlar üzerine çok şey konuşulacaktır. Hemen hemen herkes yapacağı eleştiri ve özeleştirileri 28 Mayıs 2023 sonrasına bırakmış durumdadır. Ben de bu nedenle bu konuya çok fazla girmemeye özen göstereceğim.
TİHV ve İHD’nin, 22-24 Kasım 2019 tarihlerinde İzmir Pamucak’ta gerçekleştirdiği Türkiye İnsan Hakları Hareketi Konferansı’nın ana teması “halk siyaseti” idi. Konferansın sonuç bildirgesi yayınlanmıştır*. Ana hatları ile hak siyasetini, hakkın öznesi olan yurttaşların eşit ve özgür yurttaşlardan oluşan bir topluluk inşa etme siyaseti olarak tanımlamıştık. Türkiye’deki kalıcı OHAL rejimi ve akabinde inşa ettiği otoriter başkanlık modeli yurttaşları hakkın taşıyıcısı olmaktan çıkartmış ve birer nesne haline dönüştürmüştür. Hak siyaseti yolu ile yurttaşların eşit ve özgür yurttaşlar olarak hakları olduğunu ve yeniden hakkın öznesi yapmak gerektiğini anlatmaya çalışmıştık.
Peki Türkiye’deki siyasi ittifaklar ne yaptı? Tespit ettiğimiz en önemli sorun olan yurttaşın yeniden hakkın öznesi olma siyasetini verebildiler mi? Cumhur İttifakı zaten bu süreci yani otoriter başkanlık modelini ve yurttaşı nesne yapan zihniyetin sorumlusudur. Millet İttifakı ise yurttaşları eşit ve özgür yurttaş yapmak yerine belki de bu sürece gidecek bir restorasyonu önüne koydu ve başarılı olamadı. Emek ve Özgürlük İttifakı ise 3. Yol siyasetini benimsediğini söylemesine ve yeni yaşamı inşa edeceğini belirtmesine karşın, izlediği strateji ile başarılı olamadı. Değişimden yana ittifaklar şimdi, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunu kazanarak, durumu kurtarmaya çalışacaklar. Umarım başarılı oluruz.
Siyasi partiler hak siyaseti izlemek yerine popülizmin sağ ve sol versiyonlarını uygulamayı tercih ettiler. İnanılmaz popülist söylemlerle esasında hak siyasetinden tamamen ayrıldılar. Neredeyse lümpen kültürü besleyen bir pozisyona düştüler. Hatta belki ileride ifade edeceğim sosyalist insanlar bile dünyanın en popüler müzik grubunu öykünen fotoğraflar ile oy istemeye kalktılar. Günümüzün en yakıcı insan hakları sorunlarının başında gelen kadına yönelik taciz ve tecavüze karşı mücadelede başarısız kaldılar. Öyle ki kadın haklarının neredeyse kaldırılmasını isteyen iki siyasi parti ve onların destekçileri Meclis’te çoğunluğu sağladılar. Kent ve çevre haklarını savunan siyasi partiler başarısız oldu. Kent rantı ve çevre yağması yapan siyasi partiler Meclis’te çoğunluk oldu. Mülteci/sığınmacı/göçmen haklarını savunmak yerine bu hakları araçsallaştıran ve tamamen nefret saiki ile hareket eden siyasi partiler seçimden başarılı çıktı. Hak başlıklarında örnekleri çoğaltabiliriz. Esasında bu seçim döneminde hak siyasetinin yapılamayışı, yapmak isteyenler bakımından ise doğru yöntemlerle yapılamaması sonucunda insan haklarının araçsallaştırılması sorunu giderek büyüdü ve en temel haklar doğrudan doğruya tehdit altında bırakıldı. Meclis çoğunluğunu oluşturan partilerin ideolojilerine baktığımızda mutlak bir sağ parti hegemonyası oluştuğunu göreceğiz. Bu durum Türkiye’yi tarihsel bir kırılma noktasına götürebilir. Cumhuriyetin 2. yüzyılında ulus devletin demokratik cumhuriyete dönüştürülmesi mi, ulus devletin daha da gerici bir karaktere büründürülüp iç çatışma ortamına sürüklenmesi mi?
Görüldüğü gibi hak siyaseti basit bir konu değil. Eşit ve özgür yurttaşlar olarak hakkın öznesi olarak mı yaşayacağız ya da nesnesi haline getirilip belirsiz bir rejimin kaderine mi terkedileceğiz? Elbette ki haklarımız için yılmadan ve usanmadan mücadelemizi sürdüreceğiz.