İHD ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı 10 Aralık İnsan Hakları Günü’ne dair açıklama yaptı. OHAL’in kalıcı etkisinin devam ettiği belirtilen açıklamada, hak ihlallerinde yaşanan cezasızlık politikası eleştirildi.
İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), 10 Aralık İnsan Hakları Günü nedeniyle yazılı açıklama yayınladı. Açıklamada, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 71. Yılında bildirgede yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzen hâlâ kurulamadığına çekildi.
Açıklamada, şu ifadeler kullanıldı: “Şili’den Lübnan’a, İran’dan Hong Kong’a dünyanın her yerinde halklar özgürlük, adalet, eşitlik ve insan hakları talepleriyle itirazlarını yükseltiyor. Devletlerin ve hükümetlerin bu itirazlara yanıtı ise şiddetin her türünü sistematikleştirip yaygınlaştırma ve hayatın tek gerçeği olarak toplumlara dayatma şeklinde oluyor. Dünyanın yaşamakta olduğu bu ağır kriz hali maalesef Türkiye’de de tüm yoğunluğu ve ağırlığı ile hissediliyor. Belirsizlik rejimi sadece bir hukuki öngörülemezlik hali değil, kişilerin kendi belirlenimlerinin de sürekli tehdit altında olduğu bir korku iklimidir. Bu tür bir iklim, bir yandan toplumun üyeleri arasındaki ‘güvensiz’ bir ilişkiye yol açtığı için müşterek bağların çözülmesine neden olmuş, diğer yandan da bireylerin idare edenlerle ilişkisini beklentisel itaat olarak adlandırabileceğimiz bir uyma, hatta emredenin neyi emredeceğini düşünerek ona göre eyleme pratiğine dönüştürmüştür. Ayrıca belirsizlik rejimi içinde kurumların da aşınmasıyla beraber hak ihlalleriyle mücadele alanını daraltmak anlamına gelen cezasızlık yaygınlaşarak yeniden üretilmiş ve neredeyse bir kural haline getirilmiştir.”
Ortak açıklamada, “insan eliyle gerçekleştiği için önlenebilir olan Türkiye ve dünyadaki bu kötücül sürecin son bulması ve barışçıl, demokratik, insan haklarına dayalı bir ortak yaşam idealini geliştirmek için çok daha fazla çaba göstereceğimiz aşikârdır” denildi.
İHD ve TİHV’nın açıklamasında, Türkiye’de yaşanan insan hak ihlallerine dair bir çok başlıkta tespitler yapıldı. Öne çıkan tespit ve öneriler şöyle:
OHAL’in ağır sonuç ve etkileri her geçen gün giderek artan biçimde toplumsal yaşam üzerinde hissedilmektedir. Yaklaşık yüz kırk bine yakın insanı etkileyen OHAL karar ve işlemlerini incelemek üzere kurulan komisyonun ağır işleyişi ve aldığı yetersiz kararlar ile OHAL sonuçlarının kalıcı etkisi daha da artmaktadır. OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu’nun 25 Ekim 2019 tarihinde yaptığı duyuru ile OHAL kapsamında yayımlanan KHK’lar ile 125 bin 678’i kamu görevinden çıkarma olmak üzere toplam 131 bin 922 işlem gerçekleştirildiğini belirtmektedir. Bu işlemlerden 2 bin 761’i kurum/kuruluş kapatma işlemidir. Komisyona yapılan başvuru sayısı 126 bin 200’dür. Komisyon 8 bin 100’ü kabul, 83 bin 900’ü ret olmak toplam 92 bin 000 başvuru hakkında karara varmıştır.
Öte yandan OHAL döneminde çıkarılan 668 sayılı KHK’nın 3. maddesinin (d) bendi ile tutukluların avukatları ile görüşmelerine Cumhuriyet Savcısı’nın kararıyla kısıtlama getirilebileceği düzenlemesi yapılmıştı. OHAL kalktıktan sonra da bu tür kısıtlayıcı uygulamalara devam edildi. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin 29 Kasım 2019 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 24.07.2019 tarihli 2018/73 E, 2019/65 K sayılı kararı ile bu tür düzenlemelerden olan 5275 sayılı İnfaz Kanunu’nun 59. maddesinin (5) ve (10) numaralı fıkralarında düzenlenen, “Görüşmelerin teknik cihazla sesli veya görüntülü olarak kaydedilmesi, tutuklu ile avukatın yaptığı görüşmeleri izlemek amacıyla görevli bulundurulması, tutuklunun avukatına veya avukatın tutukluya verdiği belge veya belge örnekleri, dosyalar ve aralarındaki konuşmalara ilişkin tuttukları kayıtlara el konulması” hükümleri iptal edilmiştir.
Yaşam Hakkı
Siyasal iktidarın ülke içinde ve dışında şiddeti esas alan politikaları yine 2019 yılında yaşanan yaşam hakkı ihlallerinin başlıca sebebini oluşturmaktadır. Üçüncü kişiler tarafından gerçekleştirilen fakat devletin, “önleme ve koruma” yükümlülüğünü yerine getirmeyerek neden olduğu ihlalleri de kapsamaktadır.
İHD ve TİHV Dokümantasyon Merkezi’nin verilerine göre 2019 yılının ilk 11 ayında;
* Kolluk güçlerinin yargısız infazı, dur ihtarına uyulmadığı gerekçesiyle veya rastgele ateş açması sonucu 10 kişi yaşamını yitirmiş, 4 kişi de yaralanmıştır.
* Silahlı çatışmalar nedeniyle en az 97 güvenlik görevlisi (88 asker, 7 polis, 2 korucu), 362 militan, 30 sivil olmak üzere toplam 489 yaşamını yitirmiştir. Bu dönemde en az 154 asker, 13 polis ve 7 korucu, 38 sivil olmak üzere toplam 212 kişi ise yaralanmıştır.
* Güvenlik güçlerine ait zırhlı araçların çarpması sonucu en az 2 kişi yaşamını yitirmiş, 2 kişi de yaralanmıştır.
* Mayın ve sahipsiz bomba vb. patlaması sonucu 3 kişi yaşamını yitirmiş, 3 kişi de yaralanmıştır.
* Cezaevlerinde hastalık, intihar, şiddet vb. çeşitli gerekçelerle en az 38 kişi yaşamını yitirmiş, 5 kişi de yaralanmıştır.
* Zorunlu ya da muvazzaf olarak askerlik görevini yaparken en az 17 kişi şüpheli bir şekilde yaşamını yitirmiş, 6 kişi de yaralanmıştır.
* İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin verilerine göre iş kazaları/cinayetleri sonucu Türkiye’de 2019 yılının ilk 11 ayında en az 1606 işçi yaşamını yitirmiştir.
* 2019 yılının ilk 11 ayında ise en az 305 kadın erkek şiddeti sonucu öldürülmüştür.
Sivil ölümler
Yine TİHV Dokümantasyon Merkezi’nin verilerine göre 2019 yılında, Türkiye’nin Suriye’nin kuzey doğusuna yönelik başlattığı askeri harekat sırasında, sınır hattında bulunan ilçelere havan mermisi vb. patlayıcıların isabet etmesi sonucu en az 19 sivil yaşamını yitirmiş, 132 sivil de yaralanmıştır. Bu süreçte en az 17 asker yaşamını yitirmiş, 33 asker de yaralanmıştır. Askeri harekat nedeniyle Suriye’de kaç silahlı militanın ve Türkiye’nin desteklediği paramiliter gruplardan kaç kişinin yaşamını yitirdiği konusunda sağlıklı veriler bulunmamaktadır.
Suriye tarafında ise Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR), İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), Uluslararası Af Örgütü (AI) gibi örgütlerin tespitine göre aralarında Suriye Gelecek Partisi Genel Sekreteri Hevrin Khalaf ile 2 gazetecinin de bulunduğu onlarca sivil öldürülmüş ve çok sayıda kişi de yaralanmıştır. Özellikle paramiliter grupların sivil yerleşim yerlerine yönelik saldırıları devam etmekte olup en son Tel Rifat bölgesinde bulunan bir yerleşim yerine yapılan havanlı saldırıda 8’i çocuk 10 sivil yaşamını yitirmiş, 20’nin üzerinde kişi de yaralanmıştır.
‘Türkiye sorumlu’
Cenevre merkezli BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (OHCHR) Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde başlattığı harekata dair yaptığı açıklamada, Türkiye’nin destek verdiği silahlı gruplar tarafından gerçekleştirilen sivillere yönelik infazlardan Türkiye’nin sorumlu tutulabileceğine dikkat çekti ve önleme yükümlülüğünü hatırlattı.
İşkence ve kötü muamele
Toplumun farklı kesimlerinde iktidarın kontrolünü ve baskısını arttırmak, dehşet ve korku yaymak amacı ile işkencenin ve diğer kötü muamele biçimlerinin uygulandığına tanık olunmaktadır.
* Türkiye İnsan Hakları Vakfı’na (TİHV) 2019 yılının ilk 11 ayında işkence ve diğer kötü muameleye maruz kaldığı iddiasıyla toplam 840 kişi başvurmuştur. Başvuranların 422‘si aynı yıl içinde işkence ve kötü muamele gördüklerini belirtmişlerdir.
* İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) verilerine göre ise 2019 yılının ilk 11 ayında gözaltında ve gözaltı dışındaki yerlerde işkence ve diğer kötü muameleye uğradığını iddia eden kişi sayısı 830’dur.
* İHD verilerine göre 2019 yılında 962 toplantı ve gösteriye müdahale edilmiştir. 2886 kişi bu müdahalelerde kaba dayak ve kötü muameleye maruz kaldıklarını iddia etmişlerdir.
* 2019 yılında 7 zorla kaçırma vakası tespit edilmiş ve bunlardan 6’sının ailesi İHD’ye başvuru almıştır. Bu başvurulardan 5’i Birleşmiş Milletler Zorla veya İrade Dışı Kaybetmeler Çalışma Grubu’na yapılan başvuruları takiben bulunmuşlardır. Diğer kişinin akıbeti ise halen bilinmemektedir. Bulunan kişilerin işkence ve kötü muameleye maruz kaldıkları anlaşılmıştır.
İşkencede cezasızlık
Cezasızlık hâlâ işkence ile mücadelede en önemli engeldir.
Adalet Bakanlığı, Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü tarafından 2019 yılında yayınlanan ‘2018 Adli İstatistik’ verilerine göre söz konusu yıl içinde TCK’nın 94. ve 96. maddelerdeki işkence ve eziyet suçlarından 2 bin 196 kişi hakkında soruşturma açılmış, bin 035 kişi hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş, 766 kişiye dava açılmış ve 395 kişi hakkında ise başkaca kararlar verilmiştir. Görüldüğü gibi resmi istatistiklerde bile işkence ve eziyet suçundaki soruşturma ve dava sayılarında ciddi artış söz konusudur.
Öte yandan, ‘kamu görevlisine direnme’ suçunu oluşturan TCK’nın 265. maddesinin de bulunduğu ‘kamu idaresinin güvenirliğine ve işleyişine karşı suçlar’dan dolayı 2018 yılında 163 bin 032 kişi hakkında soruşturma açılmış, bunlardan 48 bin 064’ü hakkında dava açılmıştır. OHAL ortamında ve kolluk şiddetinin zirveye ulaştığı koşullarda işkence ile direnme suçundan açılan davalar arasında bu denli yüksek bir farkın olması cezasızlığın boyutlarını ve sistematik bir politika olarak sürdürüldüğünü açıkça göstermektedir.
Ajanlaştırma iddiasıyla İHD Genel Merkezi ve şubelerine 2019 yılı içinde toplam 71 başvuru yapılmıştır. Basına yansıyan haberlerde ise 79 vaka tespit edilmiştir.
286 bin tutuklu ve hükümlü var
Adalet Bakanlığı verilerine göre 31 Aralık 2002 tarihinde yani AKP iktidara geldiğinde Türkiye cezaevlerinde 59 bin 429 mahpus bulunmakta idi. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü’nün TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’na açıkladığı verilere göre 15 Kasım 2019 tarihi itibarıyla 355 ceza infaz kurumunda toplam 286 bin 500 tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır. 11 bin civarında tutuklu ve hükümlünün kadın olduğu ifade edilmiş, kesin tutuklu ve hükümlü sayıları verilmemiştir. Cezaevlerinde 3 bin 100 çocuk hükümlü ve tutuklu bulunurken, 780 çocuk ise anneleri ile birlikte cezaevlerinde kalmaktadır.
Bunun dışında denetimli serbestlik tedbirine tabi kişi sayısı Ekim 2019 itibarı ile 238 bin 365 kişidir. Ayrıca tutuklama kararı verilmeyip adli kontrol kararı ile serbest bırakılan kişi sayısı Ekim 2019 itibarı ile 478 bin 867’dir.
Diğer taraftan OHAL ilanıyla birlikte cezaevlerindeki işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarında büyük bir artış görülmektedir:
Cezaevlerinde çeşitli gerekçelerle (çıplak arama, kelepçeli muayene, ayakta tekmil vererek sayım uygulamalarına itiraz gibi) girişte ve sonrasında devam eden kaba dayak, siyasi suçlardan tutuklananların “terörist” olarak yaftalanması ve bu gerekçeyle şiddete maruz kalmaları, her türden keyfi muamele ve keyfi disiplin cezaları, hücre cezaları, sürgün ve sevk uygulamaları yakın tarihte görülmedik boyutlara ulaşmıştır.
Özellikle son dönemde tedavilerini zorlukla sürdüren mahpusların büyük bir çoğunluğunun başka cezaevlerine sürgün edilmesi sağlık hizmetine erişim hakkına önemli ölçüde zarar vermiştir.
Cezaevleri ile ilgili bir diğer önemli konu da hasta mahpuslardır. İHD’nin Nisan 2019’da yayınlanan raporundaki verilerine göre hapishanelerde 457’si ağır olmak üzere bin 334 hasta mahpus bulunmaktadır. Bu sayının artmasından endişe etmekteyiz. Bu kişilerin sağlık hizmetine erişiminde önemli sorunları olmasının yanı sıra bağımsız ve nitelikli değerlendirmelere dayalı tıbbi değerlendirme raporu almaları önünde de Adli Tıp Kurumu’nun bağımsız olmaması dâhil, ciddi sorunlar bulunmaktadır.
Kürt sorunu
Kürt meselesinin barışçıl ve demokratik çözümüne yönelik esas olarak iktidar tarafından içtenlikli, bütünlüklü adımların atılmaması, yanı sıra Ortadoğu’daki gelişmelerin de etkisi ile 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri’nin hemen ardından başlayan silahlı çatışma ortamı halen sürmekte ve başta yaşam hakkı olmak üzere ağır ve ciddi insan hakları ihlallerine yol açmaktadır.
TİHV Dokümantasyon Merkezi tarafından 16 Ağustos 2015’ten 1 Temmuz 2019 tarihine kadar geçen süre içerisinde toplam 11 il ve en az 51 ilçede tespit edilebilen en az 369 resmi sokağa çıkma yasağı ilanı gerçekleşmiştir. 2019’da 18 kez sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Aylarca süren “sürekli sokağa çıkma yasakları” sonucunda yaklaşık olarak 1 milyon 809 bin kişinin kasıtlı olarak “keyfi bir biçimde özgürlüğünden mahrum bırakıldığı” belirtilmelidir.
31 Mart 2019 yerel seçim sonuçları özellikle Türkiye’nin batısında ayrım gözetmeksizin yurttaşların büyük çoğunluğunun nefret söyleminin etkisine girmediğini, ayrımcı ve ötekileştirici dili reddettiğini ortaya koymuştur.
Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik operasyonuna dair Uluslararası Af Örgütü tarafından hazırlanan 1 Kasım 2019 tarihli raporda da askeri harekat kapsamında yaşanan baskının boyutunun, yetkililerin askeri operasyonları muhalif düşünceyi daha fazla ezmek ve korku salmak için bir bahane olarak kullanmaya vardırdıkları belirtilmiştir.
Siyasi iktidarın Kürt sorununa yönelik şiddet politikalarını aynı zamanda kendi iktidarını sürdürmek için kullandığı da anlaşılmaktadır. Bu nedenle de bu sorunun çözümünün Türkiye demokrasisinin gelişebilmesi için elzem olduğunu düşünmekteyiz.
İfade özgürlüğü
Özellikle OHAL ilanıyla birlikte siyasal iktidarın basın üzerindeki kaygı verici boyutta artan baskı ve kontrolü 2019 yılında da sürmüştür.
* TİHV Dokümantasyon Merkezi’nin verilerine göre 2019 yılında Kasım ayı itibarıyla cezaevlerinde 139 gazeteci ve medya çalışanı bulunmaktadır. 2019 yılının ilk 11 ayında 65 gazeteci gözaltına alındı, 19 gazeteci ise tutuklandı. 32 gazeteci hakkında soruşturma, 19 gazeteci hakkında dava açıldı. 61 gazeteci toplam 196 yıl 10 ay hapis cezasıyla, 5 gazeteci 42 bin Türk Lirası para cezasıyla cezalandırıldı. 11 gazeteci saldırıya maruz kaldı ve yabancı uyruklu 2 gazeteci sınır dışı edildi. Türkiye, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün (RSF) her yıl yayımladığı Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 180 ülke arasında 157. sırada yer aldı. 2002 yılında ise bu endeksin 99. sırasında yer almaktaydı.
* Gazetecilik faaliyetleri nedeniyle yüz binlerce lira para cezası ve onlarca yıl hapis cezası tehdidi altında bulunan İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin başta olmak üzere birçok kişi her an hapse girme tehdidi altındadır.
* TİHV dokümantasyon Merkezinin verilerine göre, 2019 yılının ilk 10 ayında sosyal medya paylaşımları gerekçesiyle en az 1784 kişi gözaltına alındı, 336 kişi tutuklandı.
* 2019 yılının ilk 11 ayında çeşitli gerekçelerle 2 dergi, 3 gazete ve 2 kitap hakkında toplatma kararı verildi.
* Ayrıca, Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre, 456 bin 275 kişiye soruşturma açılmış, bu kişilerden 90 bin 197’sine kamu davası açılmış, 149 bin 680’ine kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Görüldüğü gibi terör örgütü üyeliği kapsamında suçlanan insan sayısında ciddi bir artış meydana gelmiştir.
* Alevilerin eşit yurttaşlık hakkı talepleri 2019 yılında da karşılığını bulamamıştır.
* İfade özgürlüğü bakımından doğrudan doğruya yasaklayıcı ve cezalandırıcı hükümler içeren Cumhurbaşkanı’na hakareti düzenleyen TCK’nin 299. maddesi ile Türklüğe hakareti düzenleyen TCK’nin 301. maddesi uyarınca toplam 36 bin 664 kişiye soruşturma açılmış, bu soruşturmalar sonucunda izin verilenlerden 6 bin 131’ine kamu davası açılmış, 11 bin 337’sinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir.
İnsan hakları
2019 yılı da başta kurumlarımızın yönetici, üye ve çalışanları olmak üzere çok sayıda insan hakları savunucusunun BM İnsan Hakları Savunucularının Korunması Bildirgesi’nde yer alan ilkeler çiğnenerek gözaltına alındığı, tutuklandığı ve saldırıya uğradığı bir yıl olmuştur:
1 Haziran 2019 tarihi itibarıyla İHD yöneticilerine açılmış olan dava sayısı 500’den fazladır.
TİHV’nin kurucuları, Başkanı, yönetim kurulu üyeleri ve gönüllülerine yönelik de en az 30 soruşturma ve dava süreci sürmektedir.
5 Temmuz 2017’de 8 insan hakları savunucusu ve 2 danışmanın Uluslararası Af Örgütü Türkiye birimi tarafından düzenlenen insan hakları savunucularının refahı ve güvenliği konulu atölye çalışmasına katıldıkları sırada İstanbul Büyükada’da gözaltına alınması ile başlayan dava süreci sürmektedir.
Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı ile birlikte dernek yöneticisi ve üyesi çok sayıda avukat halen hükmen tutukludur.
Türk Tabipler Birliği’nin (TTB) Merkez Konseyi üyeleri ile Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) MYK üyeleri hakkında yaptıkları açıklamalar nedeniyle açılan davalar hala sürmektedir.
Kadına yönelik şiddet
Kadınların hakları söz konusu olduğunda 2019 yine birçok hak bakımından ihlalin yaşandığı bir yıl oldu. Kadınların yaşam hakları başta olmak üzere birçok hak ve özgürlükleri engellendi.
2019 yılının ilk 11 ayında en az 305 kadın erkek şiddeti nedeniyle hayatını kaybetti. En az 46 kadın tecavüze, 204 kadın tacize, 556 kadın şiddete maruz kaldı. Resmi rakamlar ise şiddete uğrayan kadın sayısının 10 binlerle ifade edildiğini, şiddet sonucu yaşamını yitiren kadın sayısının ise daha yüksek olduğunu göstermektedir.
Mülteciler
Türkiye’de 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu coğrafi sınırlama nedeniyle hukuki anlamda mülteci statüsü alabilmiş yalnızca 28 kişi bulunuyor. Ancak gerçek anlamıyla ele alındığında İçişleri Bakanlığı’nın son açıklamasına göre Türkiye’de toplam mülteci sayısı 4,9 milyondur. Bunun 3 milyon 634 bini geçici koruma kapsamında, 337 bini uluslararası koruma kapsamında bulunmaktadır.
Mülteciler konusunda Türkiye’nin tutumu 2019 yılında da değişmemiştir. Mültecilerin sorunlarına kalıcı çözümler üretilememektedir; izlenen politikalar kısa vadeli ve birlikte yaşamı kolaylaştırmaktan uzaktır.
Türkiye, Avrupa Birliği ile 16 Aralık 2013 tarihinde imzalanan “Geri Kabul Antlaşması” ile Türkiye üzerinden AB’ye düzensiz yollardan geçiş yapan ya da Türkiye üzerinden AB’ye ulaştıktan sonra bilahare düzensiz duruma düşen göçmenleri “geri kabul etmekle” yükümlü oldu.
“Geri Kabul Anlaşması” da dâhil olmak üzere AB ve dünyanın diğer ülkeleri mültecileri ülkelerine kabul etmeyerek bu insanlık trajedisi doğrudan ortak olmaktadırlar. Güvenli olmayan deniz ya da kara yolcuklarında hayatlar risk altına giriyor ve insan ticareti yapan simsarların ellerinde yaşamlar yok oluyor. Kamplarda yokluk, işkence, hakaret altında yaşamlarını devam ettiriyorlar. Kentlerde ırkçılığın yeni odakları haline getiriliyorlar.
İstanbul Valiliği’nin İstanbul ilinde kaydı olmayan (diğer illere kayıtlı) Suriyeli mültecileri, kayıtlı bulundukları illere geri dönmeleri için verdiği süre ve belirtilen süre sonunda geri dönmediği tespit edilenlerin, İçişleri Bakanlığı’nın talimatı doğrultusunda kayıtlı oldukları illere sevk edileceğini duyurduğu 22 Temmuz 2019 tarihli “Düzensiz Göçle Mücadele” açıklaması bu haberleri doğrular niteliktedir.