Hafıza netameli bir olgu olduğu kadar hayatidir aynı zamanda. Hafıza Türk Dil Kurumu’na göre şu anlama gelmekte: “Yaşananları, öğrenilen konuları, bunların geçmişle ilişkisini bilinçli olarak zihinde saklama gücü, dağarcık, akıl.” Kürtlerin hafızasında ise; ölüm, işkence, sürgün ve tabi inadına direniş anlamlarına geliyor.
Daha bir açıklarsak; panzer altında, sokak ortasında, cezaevinde, dağda, evde, işte katledilmektir. Öyle ki öldürülünce suçlu bulunuyor, kalan aileniz yasınızı tutarken, size sıkılan kurşunun ya da size çarpan zırhlı aracın parasını ödemeye mahkûm ediliyor. Ölmek mi, kalmak mı dersiniz, neredeyse birbirini aratmıyor.
Şu günlerde sömürge rejiminin her sokağa hükmettiği Diyarbakır’da bir sergi açıldı Ahmet Güneştekin tarafından. Serginin adı Hafıza Odası. Hafıza denilince Kürtler öfkeyle ayağa kalkar, çünkü o hafızaya her gün yeni zulüm, bir çocuk bedeni, bir kemik parçası eklenir. Çünkü hafıza sadece geçmiş değil, şimdi ve gelecektir de. Hele de Diyarbakır gibi politik anlamda önemli bir yerdeyseniz, nerede çay içtiğiniz de nereye bakıp neyi anımsadığınız da politiktir.
Güneştekin’in sergisine dair birçok fotoğraf düştü sosyal medyaya. Hatta açılıştan önce gazeteci İrfan Aktan’a verdiği röportajda neredeyse günah çıkarttı. Hayatı boyunca sözünü etmediği, hakkında bir açıklama bile yapmadığı insanların şeceresini aktardı. Dersine iyi çalışmıştı Güneştekin. İlk defa Kürdistan’ı keşfetmiş gibiydi sözleri. Parmaklarının arasında purosu, yanında Beyaz Türk-Kürt bir güruh, halka hafızasını gösterecekti. Olmadı, gösteremedi. Daha doğrusu gösterdiğine kimse inanmadı. Çünkü rengârenk tabutları gösterdi. Gösteri Toplumu’na birörnek pozlar ardı ardına sosyal medyaya düşünce de haklı olarak eleştiriler sıralandı.
Güneştekin’in sergisinde adına 5 Nolu dediği bir bölüm var. Orayı klostrofobik bir koridor olarak tasarlamış ve Kürtçe’nin yasaklanmasına gönderme yapıyor. Bilindiği gibi 5 Nolu demek Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde vahşet demek. Bakın bu bir hafızadır. Güneştekin de bu hafızaya gönderme yapmış ama failsiz tabi. Bu hafızada failler silik, bunca vahşete maruz kalanlar ise adsız, bir sanat nesnesi; öyle utanç verici ki bir pazar “ürünü” olarak ambalajlanmış.
5 Nolu’da Dörtler’in isyan edip kendini yakması, ölüm oruçları ya da Mazlum Doğan’ın isyanı neden yok? Bir hafızadan bahsedeceksek eğer Ferhat Kurtay’ın ölmeden evvel koğuş arkadaşı Selim Dindar’dan söylemesini istediği Kürtçe şarkıdan da bahsedilmeli. Halen devletin tutsak ettiği Gültan Kışanak’ın da devletin katlettiği Sakine Cansız’ın da direnişi bir halkın hafızası sayılmıyor mu?
Tam aksine tüm bunlar ve yaşananlar bir hafıza ama amaç bu değil. Sergide görüldüğü kadar bir hatırlama yok, bir unutturma çabası var. Kürt halkının direnişi rengârenk olabilir, direnenlerin ve bu uğurda düşenlerin de hayalleri kuşkusuz gri veya karanlık değil. Ama hayır, annelerin evlatlarının kemiklerini aradığı bir yerde rengârenk tabutlar bir sanat olamaz. Serginin konuşulduğu saatlerde bir Barış Annesi yeşil-kırmızı-sarı renkli eşarbı yüzünden gözaltına alındı. Bu renklerdir hafıza.
Öte yandan ölüyü de temsili de göstermenin yanında müsebbibini ifşa etmeden sanat yapılır mı? Nihayetinde bu insanlar durup dururken katledilmedi. Nefes alırken ölmedi, karşıdan karşıya geçerken tesadüfen ölmedi. Röportajında Güneştekin şunu diyor: “Sanatçı halkına yapılanı unutursa taş olur.” Unutmayanlar taş attı, bir balo havasında ya da bir podyumda gezer gibi tabutlarla poz vermedi. Bu bir hafıza odası olamadı. Bu bir hafızasızlaştırma geçidiydi. O da tutmadı.
Mevzu şu ki Güneştekin’in sergisinde konu devlet şiddetidir. Devlet şiddetini aklama, haberleri çarpıtma ise büyük bir dayanaktır. Ana akım medyada yıllarca Kürt sorununun derinleşmesine ve nice savaş suçlarına ortak olmuş Ertuğrul Özkök gibilerin, her gün televizyonlarda Kürt karşıtlığını konuşturan gazeteci İsmail Saymaz’ın, yine bu savaşta katalizör görevini üstlenmiş sermayenin davet edilmiş olması hiçbir akılla izah edilemez. Kürdün ölüsüne düşman ve savaştan rant devşirenlerle hafıza odası yapılamaz. Sergi alanının az ötesinde evladının kemiklerini arayan bir anneye hafıza nedir diye sorarsanız, eski ve yıpranmış bir çerçevede fotoğrafı olan evladını gösterir.
Kürdistan’da her ölüm politik olduğu için ölüme dair her konuşmanız da politik olmak durumunda. Özyönetim döneminde Zehra Doğan devlet şiddetini faş ettiği için cezalandırıldı ve şu an bir sürgün. Serginin açıldığı gün Mezopotamya Kültür Merkezi’nin 30. yıl konseri yasaklandı. Bunu yapan devlet. Dolayısıyla Cumartesi Anneleri yakınlarının kemiklerini ararken devletten hesap soruyor. Evleri işgal edilen, çocukları yakılan aileler bunun muhatabının devlet olduğunu söylüyor. Sergiyi açan ve hafıza tazelemek isteyen bir sanatçı ise devletten bahsetmekten kaçınıyor. Burada sanatçının sorumsuzluğu, bir halkın acılarla yüklü koca hafızasına bir eşya gibi yaklaşması, çarpıtması zuhur ediyor, eseri falan değil.
Güneştekin’in sanat namına ürettiği eserler hangi akıma mandallanır bilemeyiz. Şaşaalı sergide Güneştekin şunu demiş: “Bu coğrafya benim mahallem, ailem. Dünyanın her tarafında sergi yaptım ama şimdi aileme geldim, yaptıklarımı ailem beğensin istiyorum.” Aileniz sizi de çevrenizi de sanatınızı da beğenmedi Ahmet Güneştekin. Yine de teşekkür ederiz, tersten bir şekilde hafızamızı tazeledik. Ölülerimizi zerre umursamayanların halayı ise öfkemizi biledi, hafızamıza nakış gibi işlendi.