Hiçbir zaman beyefendi olmadı; hiç kibar biri değildi. Laf kalabalığı yapmadan sadece sözle değil eylemle de ifade etti kendini. İflah olmaz bir radikal olarak köleliği lanetledi. Tek sorunu, dünyaya erken gelmiş olmasıydı belki de
Arif Mostarlı
Küçük, neredeyse cüce denilebilecek kadar ufacık bir adam, 1738 Eylül’ünde, Quaker Cemaatinin Philadelphia Yıllık Toplantısı’nda salonun bir köşesinde sakin sakin oturuyordu. Büyük bir palto vardı üzerinde, altında ise Quaker öğretisine tamamen ters olarak bir üniforma ve kılıç. Elindeki kitabın içi boştu. Daha doğrusu, kitabın gizli bölgesinde pokeberry meyvesinin kan kırmızısı suyuyla dolu bir torba vardı.
Konuşma sırası ona geldiğinde, birçoğu kölecilikle zenginleşmiş cemaat üyelerine seslenmek için kürsüye çıktı ve gök gürültüsü gibi bir sesle konuşmaya başladı. Birden paltosunu sıyırıp fırlattı ve “Tanrı, hemcinslerini köleleştirenlerin kanını işte böyle dökecektir” diye haykırarak kitabı yukarı kaldırarak kılıcı içine daldırdı. Kıpkırmızı şerbet kolundan aşağı fışkırırken, cemaatin birkaç üyesi çoktan bayılmıştı. Bu kadarla da yetinmedi, kitabı üstlerine savurdu. Herkesin üstü kıpkırmızı ‘kan’ olmuştu! Elbirliğiyle binadan atılırken hiç direnmedi. Rahattı. Amacına ulaşmış, salondaki ikiyüzlüler topluluğunu dehşetle titretmişti!
Quaker dünyasının aykırısı
Benjamin Lay… Tek kusuru dünyaya erken gelmekti onun! Bu kadar radikalliğe henüz kimse hazır değilken!
1682’de İngiltere’de, Colchester yakınlarında Quaker bir dünyanın içine doğmuştu. Quaker’lar, 1650’lerde George Fox tarafından kurulmuş bir Hıristiyan cemaatiydi. Ayinleri, dini törenleri, resmi yönetimi reddeden, tanrının kilisede değil, insanların ruhunda olduğunu savunan cemaat, kadınlara söz hakkı vermesiyle, evlilik törenlerini sadeleştirmesiyle, hatta eşcinsel evliliğe gösterdiği hoşgörüyle tanınırken, Paskalya ve Noel gibi günleri de kutlamıyordu. Ayrıca hayvan haklarını da savunan Quakerlar, o döneme göre oldukça ileri görüşlü ve cüretkârdılar. Ama çoğu zengin tüccar ve çiftçi olan cemaat ileri gelenleri kölecilik konusunda ülkenin geri kalanından hiç de farklı değildi.
İlk soru: Hangi taraftasın?
Böyle bir ortama doğan Lay, ırgat, çoban ve eldiven yapımcısı olarak çalıştıktan sonra, Londra’ya kaçtı ve 21 yaşında denizci oldu. 1718’de evlendi ve bir tüccar olarak Barbados’a taşındı, orada kölelik konusunda gördüğü vahşet ona yetti. Artık radikal bir kölecilik karşıtıydı. 1731 yılında Pennsylvania kolonisindeki ilk yerleşimcilerden biriydi. Daha sonra Abington’a yerleşti. Artık hayatının tek anlamı vardı: Köleliği lanetlemek ve bitirmek! Ama bu arada kendisi cemaat tarafından lanetlendi. Lay, köleliğin kötülükleri hakkında “Tüm Köle Sahipleri Masumları Esaret Altında Tutar” başlıklı bir broşürde köle sahiplerini kafirlikle suçladığında en ciddi problem çıktı. Cüce ve kambur olmasının yanında ‘deli’ olarak da damgalandı. Ama yılmadı. Kamusal ya da özel katıldığı her toplantıda kölelik konusunda herkese sorduğu soru şuydu: Hangi taraftasın!
Artık her davranışı adeta bir “Gerilla tiyatrosu” gibi performanslardan oluşuyordu. Örneğin bir Pazar sabahı, kar yağarken Quaker toplantı salonunun giriş kapısında durdu. Sağ ayağı tamamen çıplak olarak karın içindeydi ve kendisini uyaranlara “Bana acıyormuş gibi yapıyorsun ama tarlalarında bütün kış yarı çıplak dolaşan zavallı kölelere karşı bir şey hissetmiyorsun” diye seslendi. Başka bir olayda, bir çocuğu kaçırdı ve ancak yetkililer geldiğinde babasına geri verdi. Bunun, çocukları yakalanıp köle olarak satılan Afrikalı ebeveynlerin ne hissettiklerini anlamalarını sağlamak için bir girişim olduğunu söyledi.
Doğal bir yaşam
Abington’da bir mağarada kendi “evini” kurdu. İçine ilahiyat ve şiir kitaplarından oluşan büyük bir kütüphane yerleştirdi. Çevreye meyve ağaçları dikip patates, kabak, turp ve kavun yetiştirdi ve sadece onlarla beslendi. Kelime icat edilmeden iki yüzyıl önce neredeyse bir vegandı. Et yemeyi reddederken, hayvanlar dâhil, başkalarının emeğinin sömürülmesinden kaçınmak için kendi kıyafetlerini yaptı. Bu arada Quaker cemaatinin büyükleri onu bütün toplantı salonlarına sokmama ve bunun için güvenlik teşkilatı kurma kararı aldılar ama buna da bir eylem icat etti Lay; yağmurlu bir günde salondan atıldıktan sonra, tam kapının önünde çamura uzandı ve çıkan herkesin vücudunun üzerinden geçmesini istedi!
1757’de 75 yaşındayken Lay’in sağlığı bozulmaya başladı. Zihni açık ve ruhu her zamanki gibi ateşliydi, ama her zamanki uzun yürüyüşlerinden vazgeçti. Bahçesiyle ilgilendi, keten eğirdi ve diğer “ev işleri” ile uğraştı. 1758’de Philadelphia Quaker Toplantısı, köle sahiplerinin dışlanması kararı aldığında, haberi duyan Lay, havaya fırlayıp “Artık huzur içinde ölebilirim” demişti. Öyle de oldu. Ertesi yıl yaşamını yitirdi.
Lay, dünyanın ilk devrimci kölelik karşıtıydı ama yine de bir süre unutturulmak istendi; çünkü onun adı herkese kendi utancını hatırlatıyordu. Hem o, öyle aristokrat kölecilik karşıtlarından değildi: Vahşi ve çatışmacı, militan ve uzlaşmazdı. Böylece, vücudundan da hareket ederek dengesiz veya deli olduğuna inanmak insanların işine geldi. Raflarca kitap okumuş ve yazmış bir adama bunu reva gördü ‘beyefendi’ özgürlükçüler!
Ama tarih o küçücük adamı hiç unutmadı. İki yüz yıl sonra bile olsa…