Cumhuriyetin 100. yılına doğru ilerleyiş yavaş yavaş bir temaşa halini alırken, iktidarın elinde ne şapkadan çıkacak bir tavşan ne de tavşan çıkacak bir şapka kalmamış gibi görünüyor. Bu yüzden de iktidar bir yandan Ulu-Saraycılar içindeki tavşanları, Millet İttifakı içindeki şapkalardan çıkarmaya başladı. Seçime kadar, muhalefetin içindeki pek çok ismin, iktidara pek de hilaf duymadıklarını, asıl görevlerinin yeri geldikçe içine doğru karıştırılmış dezenformasyonlarla muhalefete muhalefet olduğuna daha çok şahit olacağız. Aslında düzenbazların ne mal olduğunun ortaya çıkması güzel, ayrıca Saray Rejimi’nin sıkıştığı yerden çıkmak için, devletin bütün rezerv mallarını satmayı (ya da yakmayı demeli belki) 128 milyar $ ya da Katar ile müstakbel toprak satışlarına bağlı swap anlaşmaları ile sınırlandırmadığını, milliyetçilerden “solculara”, İslamcılardan liberallere kadar bütün çevrelerdeki mahfillerini harekete geçirmekten imtina etmeyeceğini görmek de, rejimin sıkıştığı derinliği göstermesi bakımından umut verici.
Yani rejim bir yandan elindeki malları satarken, diğer yandan da karşılıksız para basıyor. Elindeki taşınır-taşınmaz değerler tükendiği için, bastığı paranın bir kıymeti yok. Para basarken uyguladığı kalpazanlığın benzerini siyasi taktik olarak tekrarlıyor. Bir yandan Soner Yalçın gibi MİTolojik tipleri piyasaya sürerken, diğer yandan da işin Aslı’nda hiçbir zaman cumhuriyetçi olmamış olan küçük hanımları, beyleri babasının hanesinden devşiriyor.
Bunların kendi başlarına sandıkta bir karşılığı yok, özellikle muhalifler açısından bu isimlerle yan yana gelmiş olmak yalnızca utanç vesilesi. Ne var ki, sağlı-sollu Saray’a yanlayanların böylesine köpürtülmesi (borsa diliyle konuşursak, hisselerinin satın alınması) bunların muhayyel bir siyasi spekülasyonun aparatı yapılabilmeleri için bir girişimden başka bir şey değil.
Başta da vurguladığım üzere, rejim büyük bir sıkışma içinde ve kendisine verilen oylarla seçimi kazanma şansı yok; bunun yerine kendisine verilmeyen oyların karşıya da verilmemesi üzerine bir oyun kurmaya çalışıyor. Yani rejim tıpkı iktidara geldiği 2002 yılında Genç Parti aracılığıyla yaratılan kontrpiye pozisyona benzer bir karadelik yaratma peşinde. 2002 seçiminde Genç Parti’nin aldığı yaklaşık %7 oranındaki oy, MHP ve DYP’yi barajın altında bırakarak AKP’yi yaklaşık %33’lük bir oy ile Meclis’in neredeyse %50’sine yakın bir temsile taşımıştı.
Anıtkabir’de açıklanacağı ilan edilen 4’lü ittifak benzeri karadelikler uzun zamandır pişiriliyor, şu anki görünüm bunlar bir başka yetersiz bakiye hikâyesi olarak kalacaklar ama bununla birlikte, AKP bilinmez nerde neler var felsefesiyle değişik siyasi aktörler aracılığıyla değişik kombinasyonları hep hesaplıyor ve masaya sürüyor.
Bununla birlikte, bugünkü yetersiz bakiye hikâyesi bir yana, AKP için daha olası gibi görünen, karadelik simülasyonu, Kürtleri ve sosyalistleri sandıktan ve sokaktan uzak tutma senaryosu.
Soner Yalçın’ın Beşli Çete’yi tebrik etmesi, Aslı Baykal’ın sevgiye döneceği belli olan nefretini yerli yersiz açık etmesi, “milli-yerli sosyalist” olma heveslilerinin Perinçek’ten boşalan ofise (muhtemelen Yenimahalle’deki) taşınmaları, Birand’ın çömezliğinden gelme medyacıların birdenbire Saray’ın hisseli harikalar dünyasını keşfetmeleri… Kürt sorununun çözümsüzlükte bekletilmesi ve Kobani başta olmak üzere bütün Kürt bölgelerine saldırılarda, muhalefetin iktidarın önünde içtimaya geçmesi…
Tüm bunlar, “iktidar ve muhalefetin aralarında ne fark var?” fikri üzerinden, Kürtlerin, sosyalistlerin ya da genel olarak Saray Rejimi’ne biat etmeyen demokratların sandıktan uzaklaştırılmasına ilişkin girişimler.
“Aralarında fark yok” korosu nifak tohumlarını aramıza itinayla yerleştiriyor. Kıymeti kendinden menkul “milli komünistler”den milliyetçilere kadar pek çok Saray Troajının çabaları, Cüneyt Özdemir gibi gazetecilerin “Tayyip Erdoğan bunlardan daha iyi” imaları ve “Bize ne Türkiye’nin demokratikleştirilmesinden” diyen KDP’ci eğilimler tarafından Saray lehine apolitik boş vermişlik güçlendiriliyor.
Bütün dünyanın emperyalist merkezlerinin tam desteğini almış, parti-devletini kurumsallaştırmış, siyasi-iktisadi bütün eğilimleri tekelinde toplamış, polisi ülkü ocaklarının, hastaneleri tarikatların yurdu olmuş bir sistem ile bu rejimle çatışmalı olarak iktidara gelmeye çalışan bir muhalefet arasındaki farkı burada anlatmak yersiz. Sistem muhalefetinin iktidara geldiğinde her şeyin güzel olacağını düşünen bir enayi herhalde aramızda yoktur.
Saray ve muhalefet meselesinin ötesinde, Emek ve Özgürlük İttifakı ve bu ittifakın etrafında birleşecek olan daha geniş cephe, kendi yurtsever, devrimci sosyalist taleplerini örgütlemek zorunda. Zira Saray Rejimi’nin bugün bu kadar fütursuzca saldırıyor olmasının sebebi, genel olarak emek-özgürlük cephesinin dağınıklığıyla alakalı. Hepsinden önemlisi, Saray Rejimi bir şekilde kesintiye uğramadan sürerse, Türkiye’nin önündeki modelin Türkmenistan, Azerbaycan, Katar gibi toplumun tek adam rejimlerinin parti-devletleri tarafından köleleştirildiği rejimler olacağı açık. “Son tahlilde” kaba materyalizmine düşmeden, inisiyatifi düzen aparatlarına kaptırmadan yol yürümeyi daha önce çok kez başardık. Sistem muhalefetinin bütün basiretsizliğine rağmen yine başarabiliriz.