Taksim’deki saldırıyı değerlendiren DTK Eşbaşkanı Leyla Güven, ‘İstiklal Caddesi olayında bir mizansen olduğunu siyasette hiç alakası olmayan insanlar dahi biliyorlar’ dedi
Elazığ Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutulan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven, Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılara ilişkin Mezopotamya Ajansı’na (MA) gönderdiği mektupla değerlendirmelerde bulundu.
Güven, “Hesap verecekler” başlığıyla kaleme aldığı yazıda şunları dile getirdi:
“Uluslararası emperyalist güçlerin ve onların uzaktan kumanda ettiği iç dinamiklerin birlikte ve tam bir mutabakat içinde organize edip hayata geçirdiği Kürt kırımı, bütün yıkıcılığı ile devam ediyor. Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze kadar denenen bütün yöntemlerin tekrar tekrar devreye koyup farklı sonuçlar bekliyorlar. Bu yöntemlerle Kürt halkını yok edemeyeceklerini tabii ki biliyorlar. Emperyalistler, Kürt sorununu çözüme kavuşturup bir Ortadoğu’yu özelde Türkiye’yi asla tercih etmezler. Çünkü işgalci politikalarını sürdürebilmek için Ortadoğu’da kriz ve kaosun devam etmesi gerekiyor. Bu nedenle ‘tavşan kaç tazı tut’ yöntemi uyguluyorlar diyebiliriz. Çözüme kavuşmuş Kürt sorunu içeride de birçok kesimin işsiz kalması demektir. Kürt sorunu olmazsa MHP ve türevleri neyin siyasetini, milliyetçiliğini yapacaklar. Kürt sorunun çözümsüz bırakılması, Kürt halkının tercihi değil savaş baronlarının ve ülkenin iktidarlarının derin aklıdır. Kendi çözümü olmayanlar her zaman başkalarının çözümüne muhtaçtır.
Taksim’deki saldırı
Türkiye’de 20 yıllık AKP iktidarı süresince Kürt sorunu konusunda önemli veriler ortaya çıktı. Tek adamın partisi AKP’nin Kürt sorunu konusunda çözüme dair bir politikasının olmamasıdır. Bir gün cemaat hocasının fetvasında belirttiği ‘binlercesini öldüreceksin, on binlercesini tutuklayacaksın, milyonlarcasını göçerteceksin, Srilanka modelini devreye koyup sonuç alacaksın’ sözlerini hayata geçirmeye çalıştı. Bundan sonuç alamayınca bu kez ulusalcı, Ergenekoncu güruhun tavsiyelerine uyarak savaş kurallarını askıya alıp, her alanda bütün hukuksuzlukları devreye koyup sonuç bekledi. Buradan da bir şey çıkmayınca yeni arayışlara girdi. Şimdilerde yürürlükte olan yönetim ise Devlet Bahçeli’nin senaryosunu yazdığı Süleyman Soylu’nun başrolde oynadığı AKP ve bütün tayfasının da figüran olarak rol aldığı bir konsept devrededir. En son İstiklal Caddesi olayında bir mizansen olduğunu siyasette hiç alakası olmayan insanlar dahi biliyorlar. Sanırım planlayanlar da kabul edecektir; bu olay sadece ve sadece Rojava’ya müdahale etmenin kolaylaştırıcısı bir oyundu. Hiç kimse milletin aklını, hafızasını yok saymamalıdır. İktidar yetkililerinin gerekirse sınırlarımıza iki bomba atar ve bu bahane ‘Rojava’ya müdahale ederiz’ sözleri herkesin aklındadır. Kaldı ki bu defalarca uygulanan bir yöntemdir. Dolayısıyla cılız da olsa bazı kesimler tarafından dile getirilen bu gerçeğin yok etmek için her yöntemi devreye koymuş durumdalar. Antep’de DAİŞ’in bir düğünde gerçekleştirdiği katliamda 50’den fazla insan, çoğu çocuk ve kadın yaşamını yitirdi. Ancak bu iktidar ne ‘yas’ ilan etti ne de bu denli net bir tutum sergiledi. Suruç, Gar, HDP mitingleri de dahil DAİŞ barbarlarının gerçekleştirdiği katliamlara bu iktidar yandaş havuz basın hep çok temkinli bir dil kullanmıştır. Bunun nedenlerini elbette biliyoruz. Sonuçta ‘öfkeli çocukları kızdırmamak’ gerekir. Sonra maazallah verilen görevleri yerine getirmez. İhaleleri iptal edenler, Türkiye’nin sağduyulu -aklıselim vatandaşları bunları tabi ki biliyor. Ancak AKP-MHP’nin yargı dahi bütün baskıcı yöntemlerle halka neler yapabildiğini görüyoruz.
Muhalefet ortaklaşmalı
Roboski Katliamı’nı, Uğur Kaymaz’ı, Berkin Elvan’ı ve daha yüzlerce katliamın faili iktidar hiç utanmadan çocuk-kadın edebiyatı yapıyor. Bu da yetmiyor, bombaların üzerlerine çocuk isimleri yazarak kendince ‘öç’ alıyor. Sanırım İsrail dahi bunu yapmamıştır. Ecrin –Yağmur isimleriyle giden bombalar Berfin, Helin ve Rojinlerin canını alacak. Bu zihniyete sahip bir ülkede kadın ya da çocuk olmak en zor olandır diyebiliriz. Bu anlamda söylenebilecek çok şey var elbette. Ancak amacımız herkesin bildiği olayları ve olguları tekrarlamaktan ziyade sadece hatırladığımızı ve unutmadığımızı belirtmektir. Kürt ve Türkiye halkları Kürt sorunu başta olmak üzere bütün diğer sorunlarını çözmüş bir ülkeyi fazlasıyla hak etmektedir. Bütün muhalif kesimler yürüttükleri adalet, barış, demokrasi ve insan hakları çabalarını amasız, fakatsız ortaklaştırmalı ve öncelikli mücadele alanı haline getirmelidir. Ancak bu şekilde milliyetçi, cinsiyetçi, kadın ve doğa düşmanı, dinci iktidardan kurtulabilir. Unutmamalıyız ki AKP iktidarı bizim belli ön yargılarla hareket etmemiz bir araya gelemememiz ve parçalı duruşumuz yüzünden yirmi yıl iktidarda kalabilmiştir. Kürt sorununu çözmediği için çözülüp tarihin karanlık sayfalarında kaybolan diğer bütün partiler gibi AKP de kaybolup gidecektir.