Güven, daha doğrusu güvenmeme konusunda ne çok öğüt dinledik büyürken. Kimseye, en yakın arkadaşımıza dahi güvenmemeyi öğütleyen, toplum içinde öne çıkıp sivrilirsek yalnız bırakılacağımızı, her koşulda gerçeği dile getirirsek zarar göreceğimizi söyleyen büyüklerimiz çoğunluktaydı. Kötü atasözlerimiz de besledi bu duygumuzu. “Güvendiğimiz dağlara karlar yağacaktı”, “güvendiğimiz dostumuz saman dolduracaktı postumuza”, “her koyun kendi bacağından asılacaktı”, “bize dokunmayan yılan bin yaşayacaktı!”
Kimimiz bu öğütleri dinleyen “uslular” oldu ve belki de “kârlı” çıktı; kimimiz bunu öğrenmeyi reddederek bedeller ödedi. Ama ikinciyi seçenler, ödüllerini sonradan da olsa çok güzel anlar yaşayarak aldılar. Bu da her türlü bedele değer…
Sanırım 2008 yılındaki son “Barışa-rock” festivalinde, Sarıyer’de gençlerle söyleşi yapıyorduk. Hemen hepsi 68 kuşağının yetiştirdiği çocuklardı ve aralarında ismi Deniz, Ulaş, Mahir olanlar çoktu. Buna rağmen soruma beklediğim yanıtları verdiler. Anne babalarından sıkça “Fazla sivrilme”, “Arkadaşların seni öne sürüp çekilirler, yalnız kalırsın” vb. öğütleri duymuşlardı. Bu öğütleri çöpe atmalarını onlara söylediğimde yüzlerindeki rahatlama belirgin olmuş, meraklanmışlardı. O günlerde yaşadıklarımdan örnekler anlatmıştım.
Kaptan olarak çalıştığım ve sendika işyeri temsilcisi olduğum THY’de kuralsızlıklara, hak ihlallerine karşı kıran kırana bir mücadele sürüyordu. AKP’nin sivil havacılık ve THY yönetimine kayyum atar gibi atadığı, bu iş kolunun kültüründen, uçuş emniyetinden bihaber yönetim kurulu, hızla uçaklar satın alıp komisyonları cebe indirmekle, kıdemi, bilgisi, tecrübesine bakmaksızın dindar görünen Baş Pilotlar atamakla, apronda kurban (deve) kesmekle meşguldü! Bu anlayışın sonuçları kısa bir süre içinde Isparta ve Amsterdam kazalarıyla görünür hale gelecekti. Toplu sözleşme sürecinde gelinen grev oylamasında işçilerin “greve evet” demesiyle kaybeden Yönetim Kurulu Başkanı bedeli, yukarda sözünü ettiğim öğütlere kulak asmayan, aktif işyeri temsilcilerine ödetmiş, bizleri işten çıkarmıştı.
Bu beklediğimiz ve göze aldığımız bir sonuçtu. Beklenmeyen ise sendika yöneticilerinin aksine THY işçilerinin bizlere sahip çıkan tepkileriydi. Gençlere, başta söylediğim öğütleri ve ata sözlerini boşa düşüren bu sahiplenmeyi anlatmıştım. Yalnız bırakıldığınızı, uğruna bedel ödediğiniz arkadaşlarınızın size sahip çıkmayacağını sandığınız bir anda o toplum öyle bir harekete geçiyordu ki yine olsa aynı şeyleri yapardım diyordu insan…
Antalya’daki teleferik kazası bunları hatırlattı bana. Sorumluluğun bir önceki AKP’li belediyede mi yoksa şimdiki CHP’li belediyede mi olduğu kısırlığı ve pişkinliğinde tartışılan bu kaza ne yazık ki ülkenin rutini. Bir kişi yaşamını yitirdi diye “ucuz atlatıldı” denebiliyor örneğin! O bir kişinin yaşamına değer biçiyor sorumlu makamlar! Japonya’da böyle bir kaza olsa kendini sorumlu gören kaç insan intihar ederdi dersiniz?
Kime güveneceğiz? Polisi, askeri, yargısı, belediyeleriyle devlete güven duymak şöyle dursun, otobüsü kullanan şoföre, uçağı kullanan pilota, kontrolünü yapan teknik elemana, asansörün, teleferiğin bakımını yapanlara, hastanede doktoruna güvenemeyen bireylerden oluşan bir toplum olabilir mi? Haksızlığa uğradığınızda polise, savcıya güvenemediğiniz, yargısından adalet ummanın mümkün olmadığı bir mafya düzenini uyuşturucu baronlarının cirit attığı kentleri kabullenecek miyiz? Bu kirliliği hem de kahramanlar üretip ekranlara taşıyan olağanlaştıran dizilere, filmlere teslim mi edeceğiz çocuklarımızı.
Toplumsal çürüme, enflasyonla at başı gidiyor, sadece paramız değil bütün değerlerimiz erozyona uğruyor. Kokuşmanın yayıldığı balığın başını atmakla da düzelecek bir şey değil bu.
Yanlış öğütleri reddederek, kendimize ve en yakın çevremize, yoldaşlarımıza güvenmekle başlıyor her şey. Özellikle insan hayatının, özgürlüğünün ve onurunun söz konusu olduğu işlerde, gerçekleri dile getirmekten çekinmediğimiz zaman; atanmış şeflerimizin, gözünü para bürümüş patronlarımızın isteklerine göre değil, meslek etiği ve ilkelerinden ödün vermeden çalıştığımız zaman belki bazı bedeller öderiz, belki hiç istakoz yemeden, lüks arabalara binmeden geçer ömrümüz ama emin olun bunun vereceği iç huzurun değeri hiçbir şeye değişilmez. Ve toplum da er veya geç bu duruşunuzun kadrini bilir…