Yaşadığımız coğrafya çok zor bir yer!
Bir, soykırım coğrafyası.
1915’de Ermeni, Süryani ve diğer Hristiyan halklara yönelik bir soykırımı planlamış ve uygulamış olan İttihatçı zihniyetin kurduğu bir cumhuriyetten söz ediyoruz. Türk ve Sünni Müslüman kimliğini temel alan, diğer tüm etnik ve inanç kimliklerini yok eden ya da yok sayan bir anlayıştan söz ediyoruz.
Militer, erkek egemen, totaliter bir yapı… Böyle bir yapının içinde muhalif olmak, muhalif kalabilmek son derece zor. İşte 90’lı yıllar da, insan hakları savunucuları için çok zor yıllardı.
Kürt hareketi sesini duyurmaya başlamıştı. Büyük işkencelerin yaşandığı Diyarbakır Cezaevi’nden yükselen demokrasi talepleri, coğrafyanın her yerinde konuşulur olmuştu. Türkiye Cumhuriyeti devleti, kirli savaş yöntemlerini kullanma kararı almıştı. 1990 yılında, İHD kongresinde Kürtçe konuşma yapan Vedat Aydın tutuklanmış, ardından işkenceyle katledilmişti. Anlamıştık… Çok acılı günler başlıyordu ve beklediğimiz de oldu. Her gün yeni ölüm haberleri almaya başlamıştık; hepimiz tehdit altındaydık. O kadar çok acı yaşanıyor, o kadar çok insan ölüyor ya da gözaltında kayıp ediliyordu. Biz insan hakları savunucuları, her olayı yakından takip ediyor ve raporlar hazırlıyorduk.
Ancak, bizim hazırladığımız raporlar, kamuoyu gündemine ulaşmıyordu, sesimiz duyulmuyordu. Ve sonunda bir gazete yayın hayatına başladı.
Özgür Gündem
1992 yılıydı. Artık Kürdistan’da yaşanan insan hakları ihlallerini, yaşanan acıları yazacak, tüm dünyaya duyuracak bir gazete çıkıyordu. Çok mutluyduk. Ve bu gazeteye destek olmamız gerekiyordu. Gazete o kadar baskı altındaydı ki, küçük yaştaki dağıtımcısından muhabirine, yazarına dek. Çocuk, genç, yaşlı ve çok sayıda insan derin devlet güçleri tarafından katledildiler.1993 yılı Nisan ayında gazetenin başına, bir kadın gazeteci geldi.
Gurbetelli Ersöz
İlk kadın genel yayın yönetmeni oldu.
‘Gerçekler karanlıkta kalmayacak’ sloganıyla cesurca yoluna devam eden Özgür Gündem’in yayın yönetmeniydi artık! Gurbetelli, çok ince, zarif bir insandı. O yumuşak görünüşünün ardında kararlı ve cesur duruşunu da, O’nu tanıyan herkes hissedebiliyordu. Gurbetelli, aslında Kimya Fakültesi mezunuydu. Bir süre mesleğini yapmış ancak daha sonra mesleğinden soğumuş ve gazeteciliği seçmişti. Gazetede göreve başlamadan önce, gözaltına alınmış, işkence görmüş ve 2 yıl cezaevinde kalmıştı. Yaşadığı işkence, çevresinde gördüğü insanlara yapılan haksızlıklar, Kürdistan’da yaşanan hak ihlalleri O’nu, bir görev yüklenmek zorunda bırakmıştı.
Ben de gazetenin avukatlarından biriydim. Sık sık görüşme imkânımız oluyordu. Ve böylesine zorlu bir işi yaparken, nasıl böyle sakin kalabildiğine hep şaşırırdım. Kürdistan’dan sürekli ölüm haberleri geliyordu. Gazete büyük baskı altındaydı. Sonunda 10 Aralık 1993 tarihinde Özgür Gündem gazetesine yönelik bir polis baskını oldu. Bütün gazete binası tarumar edildi. Ve Gurbetelli’de birçok arkadaşıyla birlikte gözaltına alındı, tutuklandı. Cezaevinde kaldığı 6 ay içinde, onu birçok kez görmeye gittim. 3 Aralık 1994 günü ise belki de hiçbirimizin olmasını beklemediğimiz bir olay gerçekleşti. Özgür Gündem ve Yeni Ülke gazeteleri bombalandı. Sanırım bir gazeteci için, “artık yapacak hiçbir şey kalmadı” duygusunun oluştuğu andı.
Gurbetelli’nin anlatımlarından bildiğim çok sevdiği bir erkek kardeşi vardı. Tıp Fakültesi’nde okuyordu, adı Orhan’dı. Gurbetelli, Doktor Orhan ve diğer kardeşi Rewşen’e çok bağlıydı. Onlar için yaşadı ve öldü. İnsan hakları mücadelem boyunca çok sayıda kişiye kendimi borçlu hissettim. Onlardan biri de Gurbetelli idi.