Jean-Pierre Garnier, Centre National de la Recherche Scientifique (Bilimsel Araştırmalar Ulusal Merkezi, Paris)
Bütün kentsel dönüşümler, konumlarına ve sosyal ve siyasal bağlamlarına bağlı olarak değişkenlik gösterseler de, kendi içinde bir çatışmalar ağıdır. Sizce bugün şehirlerde en baskın, araştırılmayı en çok hak eden ya da kişisel enerjinizin büyük kısmını adadığınız çatışma nedir?
Her ne kadar her zaman açık isyanlara sebep olmasa da, şehrin merkezinde üst sınıfların, şirket karargâhlarının ve lüks mekânların ve hizmetlerin sosyo-mekânsal kutuplaşması olumsuz sonuçları olan bariz bir olgudur. Şüphesiz bu süreç sadece bugüne özgü değildir, kapitalist kentleşmeye daima eşlik etmiştir. Fakat bilinen adıyla metropolleştirme politikaları altında, yani “küresel kentler” arasındaki rekabet bağlamında, ki bu rekabet “kentli seçkinlerin” ve onların “yaratıcı” parçalarının çıkarınadır, bu dinamik derinleşmiş ve halk sınıflarını “şehir hakkı”ndan mahrum bırakan yeni bir “apartheid” yaratmakla kalmayıp, gündelik ulaşım mesafelerinin sürekli artması dolayısıyla bir dizi ekolojik hasara ve kaynak israfına sebep olmuştur.
Bu çatışmayı çözmek için başlıca eylem alanları nelerdir? Bu çabaları yönlendirmek için hangi kanalları kullanmalı?
Aşikâr ki bu çatışmayı yöneten ve yönetilen sınıflar arasındaki güç ilişkilerinde radikal bir değişim olmaksızın çözmek mümkün değildir. Merkez ve çevre arasındaki bu “dengesizliği” -aslında eşitsizliği- “yeni kasabalar” yaratarak ya da kentsel ulaşım sistemlerini geliştirip modernize ederek hafifletmeyi ya da sona erdirmeyi amaçlayan onca planlama çabasının başarısızlığa uğradığını hâlihazırda bilmekteyiz. Lakin bu çabalar çatışmayı örtbas etmeye, en iyi ihtimalle yerini değiştirmeye hizmet ediyor; çatışma bu şekilde ortadan kalkmaz.
Çalıştığınız alan bu göreve nasıl katkıda bulunabilir?
Klasik yaklaşımda, hem üniversitede hem de profesyonel hayatta kent sosyolojisi, şehir hayatındaki çatışmaları ve çelişkileri ortadan kaldırmak değil de hâl yoluna koymak üzere kent yöneticilerini asiste etme çabasıdır. Sosyo-mekânsal kutuplaşma diye zikrettiğim süreçler karşısında örneğin, tipik kent sosyoloğu bu sürecin sonucu olan “fonksiyon bozukluklarını” (mesela ayrımcılığı) analiz ederek bunların tetiklemesi muhtemel isyanları önlemek ya da sönümlendirmek amacıyla eylemler önerebilir ama bütün o dinamiğin ardındaki yapısal sebepleri teşhis etmeye cesaret etmesi çok zordur.
Bu çalışma hattının bir örneği olarak hizmet edecek bir politika, program, plan ve hatta kuramsal bir müdahale zikredebilir misiniz?
Bu türden yaklaşımlara etkin alternatifler bulup çıkarmak hiç de kolay değil. Şehir merkezindeki halk kesimlerinin korunmasına büyük önem veren bazı eski Avrupa kentsel yenileme deneyimlerini, 1970’lerin başında İtalya’nın Bologna şehrindeki gibi ilerici yerel yönetimlerin geliştirdiği planları burada hatırlamamız tabii ki mümkün. Her ne kadar kendi alanlarında hâlâ küçük bir azınlık hâlinde olsalar da Neil Brenner, John Bellamy Foster, Bernard Jouve gibi eleştirel sosyologların ya da David Harvey, Don Mitchell, Neil Smith gibi radikal coğrafyacıların kuramsal müdahalelerinde doğru cevapları arayıp bulmak bugün elbette çok daha kolay olmuştur. Bu isimlerin gösterdiği üzere sosyo-mekânsal kutuplaşma kapitalist kentsel gelişmeye içkindir, yani kapitalizm egemenlik ilişkilerini mekân içinde ve mekân vasıtasıyla şekillendirip yeniden üretir. Başka türlü söyleyelim, bu yazarlar bizim eşitsiz ve bileşik gelişimin mekânsal tezahürünü anlamamıza katkıda bulunmuşlardır.
Bütün kentsel dönüşümler, konumlarına ve sosyal ve siyasal bağlamlarına bağlı olarak değişkenlik gösterseler de, kendi içinde bir çatışmalar ağıdır. Sizce bugün şehirlerde en baskın, araştırılmayı en çok hak eden ya da kişisel enerjinizin büyük kısmını adadığınız çatışma nedir?
Şehir çatışma kaldırmaz. Bu çok bilindik bir şeyleştirmedir. Ben olsam bu soruyu, kent çalışmalarını şehre günümüzün yaşam ve çalışma mekânı biçimi olması hasebiyle atfedilen imtiyazdan uzakta yeniden kavramsallaştırarak başka türlü sorardım. 10 bin yıl öncesindeki “şehir” ve bugünün “şehir-banliyö” dikotomisi, benim “çok merkezli metropolitan bölge” dediğim yeni bir kent formu vasıtasıyla aşılalı hayli zaman oldu. Merkezsizleştirme, yeniden merkezleştirme, gündelik ulaşım, sosyomekânsal ağlaşma, hısımlık ilişkilerini kaybetmiş cemaatler, endüstriyel ve ticari konum teorisi ve bunun gibi daha birçok ifadeler içeren yeni bir vokabüler ve yeni analitik kategoriler gerektiren bu niteliksel değişim şehircilik disiplinine meydan okuyarak hem dilini hem de fikirlerini yeni bir şekle sokuyor.
Bu çatışmayı çözmek için başlıca eylem alanları nelerdir? Bu çabaları yönlendirmek için hangi kanalları kullanmalı?
Akademik alan çekişmeleri ve egosantrik kavgalar, meseleleri daha sarih anlamamızı sağlayacak multi-disipliner düşüncenin önünü kesiyor. Kimi Amerikalı coğrafyacılar ve “küresel kent” sosyologları mesela, “Henri Lefebvre” ve “mekân” kelimelerini marka ismi hâline getirdiler. Şehir hayatının çok merkezli yapısından mütevellit yeni ihtiyaç ve problemlerin ele alınması ise bunun sonucu olarak arka plana itiliyor. Lakin bundan kat kat daha büyük asıl mania, bizatihi Geç Kapitalist sistemin hegemonyasıdır. Banka ve kredi kartı hesabının kapsadığı tüketim çılgınlığının peşine takılmış ve can çekişmekte olan işçi hareketleri, servetin süper zenginlerin avuçlarında ve görülmemiş bir ölçekte yeniden yapılandırılışına yol verdi. Gösterge değeri ve yeni bir sembolik takas evreni topluma hâkim olurken, tarihsel öznenin sabık öncü gücü ekonomik zaruret zihnimizden siliniyor. Ekonomik, siyasi, kültürel ve sosyal tahakküm ideolojilerine eleştirel bir tepkiyi yeniden düşünmemiz şart.
Çalıştığınız alan bu göreve nasıl katkıda bulunabilir?
Hâlihazırdaki Geç Kapitalist konjonktür akademiyi bir süredir neredeyse tamamen kenara itmiş durumda. Doğa, Bilişim ve Mühendislik bilimlerindeki tek boyutlu araçsal alanları bunun dışında tutuyorum. Gravity’s Rainbow hüküm sürüyor. 1970’lerde, “Yeni Kent Sosyolojisi” olarak bilinen disiplinler arası ve uluslararası proje, şehirciliğin çağdaş ihtiyaçlarına hitap eden bütünsel bir girişim olarak eleştirel bir sosyo-mekânsal bilim yaratmayı amaçlayan seçkin ve özgün bir çaba ortaya koydu. Fakat disiplinleri bu manada bir araya getirmede başarısız kaldı. Her şeye rağmen ben hâlâ iyimserim, zira aynı isimdeki ders kitabım (Gottdiener&Hutchinson, 2010) şimdi dördüncü baskısına ulaşmış durumda ve eleştirel şehircilik perspektifi konut piyasasındaki mevcut iktisadi iflas ve külliyen bozulan gelir dağılımı dolayısıyla daha da güç kazandı, ki bu durum bize Engels’in 19. yüzyılda ortaya koyduğu, kapitalizmin hangi formda olursa olsun konut ve yoksulluk şeklindeki ikili sorunu asla çözemeyeceği yönündeki gözlemlerinde ne kadar haklı olduğunu gösteren yeni kanıtlar sunuyor.
Bu çalışma hattının bir örneği olarak hizmet edecek bir politika, program, plan ve ya da hatta kuramsal bir müdahale zikredebilir misiniz?
Sokak protestoları 1960’lardan bu yana ilk kez dönüştürücü bir tahayyül kazanmış durumda. Akademi ile değişimi mümkün kılacak kadar mesafeliler. Occupy Wall Street, ya da Arap Baharı’nın İslamcılık öncesi protestoları, çok uzun süredir her şeyi çok kolay elde eden hegemonik güçlere karşı koyma vaadini yerine getiren örnekler olarak hemen akla geliyorlar. Engels’i yeniden okuma zahmetine katlananlar ya da Lefebvre’in La pensee marxiste et la ville (Marksist Düşünce ve Şehir) kitabında Engels ile ilgili yorumlarına yakından bakanlar anlayacaktır ki, artık daha fazla teoriye ya da akademik konferansa ihtiyacımız yok; iktidarın mekanlarına ve bunların gerçekteki yerlerine birleşik siyasal eylemde karşı koymak üzere kıçımızı kaldırıp kaldırımları ve kamusal mekânları doldurmaya ihtiyacımız var.
*dunyadanceviri.wordpress.com’dan alınan bu yazı bisikletgündemi tarafından çevrilmiştir.