Meral Çiçek, Federe Kürdistan’daki siyasi gelişmeleri değerlendirdi: “Başûr ile Bağdat arasındaki ilişki demokratik bir zemin üzerinde inşa edilememiştir… KDP ile YNK arasındaki çelişki, KDP’nin hegemonya eğilimi ve ikili idari yapı demokratikleşmeye engel”
Hüseyin Kalkan
Meral Çiçek ile yaptığımız söyleşinin ilk bölümü daha çok ekonomik ağırlıklıydı. Çiçek, Güney’in daha çok petrole dayanan ekonomisi üzerinde durdu ve bu durumun handikaplarına işaret etti. Söyleşinin bu bölümü daha çok siyasi ağırlıklı. Yönetimi sorunları ve demokrasi eksikliği üzerinde durduğumuz başlıca mesele oldu. Çiçek’in söyledikleri Ortadoğu’nun bu önemli parçasında neler olup bittiğini daha kolay anlamamıza yardım edecektir.
- Yönetimin yapısı nasıl ve ne yöne dönüşme ihtimali var?
Fiilen 1992’de kurulan Kürdistan Bölge Hükümeti, 2003’teki Baas rejiminin dış müdahale sonucu yıkılışı ile beraber Irak devlet sınırları içerisinde federal bir yapıya kavuştu. Ancak 2003’ten sonraki ‘yeni’ Irak çok da toplumsal-siyasal iç dinamiklere dayalı bir süreç doğrultusunda inşa edilmedi. O yüzden bir demokratikleşme süreci de söz konusu olmadı. Bundan ziyade mevcut etnik-mezhepsel dengeler etrafında, özünde çözümsüzlük olup, sürekli yeniden çelişki ve çatışma üreten bir siyasal model geliştirilmiştir. Hal böyle olunca Başûr ile Bağdat arasındaki ilişki de demokratik bir zemin üzerinden yeniden inşa edilememiştir. Birinci husus bu.
Diğer husus Başûr’da ağırlıkta iki parti arasındaki dengeye dayalı olarak oluşturulan siyasal ve idari yapıdır. Her ne kadar görünürde bir bölge parlamentosu ve bölge başkanlığı kurumu söz konusu olsa da, aslında henüz yönetim olunamamıştır. Aşiretçilik ve particilik gibi olgular söz düzeyinde hep savunulan devletçiliğin özde aslında pek gelişmeyişine yol açmıştır. Bununla birlikte iktidarcılık gerek parti içi gerek partiler arası dengeyi bozan bir unsur olarak iç çelişkileri sürekli yeniden üreten bir unsur olarak yönetim olgusu önünde engel oluşturuyor. Dolayısıyla parti çıkarı çokça zaman bölge çıkarının üstünde tutulabiliyor. Bu ise özünde yönetim olamamaya yol açıyor. Yani ortak payda, ortak amaç-hedef, ortak yol-yöntem zeminleri yapılaştırılmıyor. Bu da istikrarsızlığa ve belirsizliğe yol açıyor. Bunun sonucu olarak sık sık iki idare tartışmaları ısınıyor. 1996’da KDP’nin Irak ordusunun desteğiyle o dönem YNK’nin kontrolünde bulunan Hewlêr’i almasından sonra Hewlêr-Duhok KDP denetiminde bir idare, Süleymaniye merkezli Soran bölgesi ise YNK’nin denetimindeki bir idare idi. Aslına bakılırsa özünde iki idareli yapı çok da aşılamadı. Yani ortak bir bütünsellik inşa edilemedi. Bu biraz da yapısal realitemizden kaynağını alan bir durumdur ve kolay kolay veya hızlı bir biçimde aşılamayacaktır da.
- Demokratik hak ve özgürlüklerin genel görünümü nasıl?
Bir örnekle bu soruyu yanıtlayayım: Geçtiğimiz günlerde, yanlış değilsem ilk kez, bir milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırıldı. Gerekçe, Bölge Başbakanı hakkındaki yolsuzluk iddiaları. Aynı milletvekili, bir önceki dönem Kürdistan Bölge Parlamentosu İnsan Hakları Komisyonu başkanı iken, parlamentonun bulunduğu şehre sokulmamıştı. Sonra zaten parlamento fiilen kapatılmıştı. Bu örnek durumu iyi özetliyor sanırım.
- Süleymaniye’deki özyönetim girişimi bölgenin demokratikleşmesi açısında değerlendirir misiniz?
Süleymaniye İl Meclisi, Kürdistan Bölgesi’nde ademi merkeziyetçilik konulu bir komisyon kurdu. Bu komisyon kuruluşunu 2009 yılında çıkarılan Kürdistan Bölgesi Vilayetler Yasası’nın 3. maddesine dayandırıyor. Söz konusu yasa oldukça sınırlı bir ademi merkeziyetçilik zemini sunuyor. Ancak yanılmıyorsam hükümeti kurma görüşmeleri esnasında YNK, KDP’den bu konuda talepte bulundu. Yani idari ve mali alanda yerel yetkilerin genişletilmesini. Süleymaniye İl Meclisi bu konuda çalışacak bir komisyon kurdu, komisyonda YNK yanı sıra Goran, Komala İslami ve Yekgirtû İslam’dan seçilmişler yerini alırken, KDP’den tepki geldi. KDP’den konuyla ilgili yapılan açıklamalarda ademi merkeziyetçiliğin Kürdistan Bölgesi’nin statüsünü düşüreceği ve Süleymaniye’yi hükümetten uzaklaştıracağı gibi argümanlar öne sürüldü. Ancak verilen demeçlerden KDP’nin karşı olduğu net anlaşılıyor. Zaten bu konu da KDP ile YNK arasında anlaşmazlıkların kendini gösterdiği bir süreçte gündeme geldi. Öncesinde Süleymaniye’de Goranlı Heval Ebubekir Rûdaw TV’de katıldığı bir programda, son dönemde Dünya Sağlık Örgütü, Irak Bakanlar Konseyi bütçesi, Irak Merkez Bankası bütçesi ve farklı kaynaklardan Kürdistan Bölgesi’ne yapılan yaklaşık 20 milyon dolarlık ödemelerden Süleymaniye vilayetinin pay alamadığını açıklamıştı. Biliyorsunuz Kürdistan Bölgesi üç vilayetten oluşuyor; Süleymaniye, Hewlêr ve Duhok. Hatta aslında 2014 itibariyle Halepçe de vilayet statüsüne sahip. Fakat bu vilayetlerin özellikle ekonomik kaynaklar bakımından eşit olmadığını anlamak için Duhok ile Süleymaniye’nin yollarını karşılaştırmak yeterlidir. Bununla birlikte her ne kadar hükümet iki parti tarafından oluşturulsa da KDP’de kendini daha bariz bir şekilde gösteren bir hegemonya eğilimi söz konusudur. Ademi merkeziyetçilik taleplerini bunun ışığında da ele almak gerekir.
Ademi merkeziyetçilik bana göre genel olarak desteklenmesi gereken bir husustur. Yani merkeziyetçiliğin aşılması ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi demokrasiye hizmet eder. O nedenle idari ve mali hususlardan sınırlı kalmayıp, eğitim veya kültür gibi alanları da kucaklayarak daha kapsamlı bir model geliştirilmeli diye düşünüyorum. Böyle olursa hem genel olarak Başûr’da yönetim olgusu güçlendirilir hem de demokratikleşmede ilerleme kaydedilir.
- Bölgede İran ve Türkiye’nin egemenlik mücadelesinden söz ediliyor, siz durumu nasıl görüyorsunuz?
İran ile Türkiye’nin yaklaşımları arasında veya Başûr’a yaklaşımdaki siyasi hesaplar arasında fark var diye düşünüyorum. Aynılaştırmamak gerekiyor. Türk devleti açısından birincil mesele Kürt özgürlük hareketini imha ve tasfiye etmektir. Bununla birlikte özellikle Musul ve Kerkük somutunda sömürgeci bir ajandası söz konusudur. Bunun için özellikle Kerkük ve Tel Afer’deki Türkmenleri, daha doğrusu Irak Türkmen Cephesi’ni kullanıyor. İran ise bir yandan Rojhilat’taki Kürt örgütleri imha ve tasfiye etmeye çabalarken, diğer yandan Irak sahasında ABD ile hegemonya savaşını yürütüyor. Bununla birlikte elbette Türkiye ile İran arasında bölgesel hegemonya mücadelesi geliştirilmektedir ancak bunun sahası Başûr ile sınırlı değildir. Hatta geçen dönem açısından bu hegemonya mücadelesinin yoğunlaştığı alan Rojava ve Kuzeydoğu Suriye olmuştur. Günümüzde bu durum, ABD’nin İran’la mücadelede daha çok Başûr’da üslenme planları ile birlikte değişebilir.
- Zînî Wertê’ye KDP’nin güç yığmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
KDP bunu ilk etapta koronavirüs ve buna bağlı güvenlik tedbirleri ile gerekçelendirip, geçici bir durum olarak yansıtmaya çalıştı. Ancak hem bizzat geçen günlerde Helgurt pêşmerge komutanı tarafından yapılan açıklama hem de bölgeye giden gazetecilerin gözlemleri meselenin virüs ile alakalı olmadığını ve geçici bir konuşlanmanın söz konusu olmadığını ortaya koyuyor. Dört ayrı noktada konuşlandırılmış toplam 450 pêşmergeden söz ediliyor. Herhangi bir sağlık tedbiri alınmadığına, yanı buradan geçen köylülerin ateşi ölçülmediğine ve alanda doktor bulundurulmadığına göre demek ki bu nicelikteki bir gücün buraya gönderilmesi askeri bir arka plan taşıyor. Yine buranın üst üste Türk savaş uçaklarınca bombalanması bu arka planda Türkiye’nin saldırı hesaplarının olduğunu gösteriyor. Yapılan yorum ve değerlendirmelerde işin arkasında ABD’nin bulunduğu ifade ediliyor. ABD son dönemde Irak’taki bazı askeri üslerini Irak ordusuna devretti. Soran ile Şaqlawa arasında bulunan Herir’de 2015’te üs kuran ABD ordusunun, Hewlêr, Süleymaniye ve Halepçe yakınlarına toplam üç yeni üs kurmayı planladığı belirtiliyor. Bu da ABD açısından Irak zemininde İran’la yürütülen çatışmayı daha çok Başûr’dan geliştirmeyi amaçladığını gösteriyor. Dolayısıyla Zînî Wertê’deki gelişmeleri bu çerçeveye oturtmak da mümkün, zira bu yönde yorumlar yapılıyor. Zaten biliyoruz ki Türkiye’nin Başûr’da düzenlediği hava saldırıları ve operasyonlarının tümü NATO yani ABD onaylı yürütülüyor. O nedenle Zînî Wertê’den gerillaya yönelik Xakurkê’deki gibi bir operasyon planlıyorsa bu ABD’nin bilgisi ve onayı dahilindedir. Ancak Zînî Wertê konusunda esas soru şudur: Sadece bilgisi ve onayı dahilinde mi, yoksa bizzat teşvik ettiği bir plan mıdır?
- Zînî Wertê’ye güç yığılmasından son bazı gelişmeler oldu, bu gelişmeler durumu nasıl etkiledi?
Başûr toplumu, aydınlar ve sivil toplum kuruluşları başından itibaren KDP’nin buraya güç yığmasını Türkiye’nin gerillaya karşı yeni bir operasyonunun parçası olarak anlayıp, tepki gösterdiler. Protesto gösterileri ve açıklamalar oldu. Kamuoyu tarafından önemli bir baskı oluşturuldu. KDP izah etmekte zorlandı. Korona ile ilgili açıklamalar topluma inandırıcı gelmedi. Yine konuyla ilgili KDP ve YNK arasında görüşmeler oldu çünkü mesele iki parti arasındaki ilişkileri daha da gerdi, zira idari açıdan bakıldığında Wertê YNK’nin denetimindeki bölgeye bağlı.
- Bir çatışma ihtimali görüyor musunuz?
Bu KDP’nin tutumuna bağlıdır. Yığdığı gücü çekmezse hem YNK ile çelişki büyüyebilir hem de PKK yeni bir operasyonunun hazırlıklarını ya da Türkiye’ye yarayacak bir alan tutmayı öylece izleyip beklemeyecektir. Çatışma ihtimali var mı yok mu, bu soruyu ben yanıtlayamam ancak olası bir çatışma hiçbir Kürt gücüne yaramayacaktır ve böyle bir durum toplum tarafından da kabul görmeyecektir. Toplumun beklentisi sağduyunun hakim olmasıdır. Başûr’un şimdi istikrara ihtiyacı var. Zaten mevcut durumdaki ekonomik sorunlar ve siyasal çelişkiler oldukça ciddi. Dolayısıyla sadece belirli bir gücün penceresinden değil, genel olarak Başûr açısından Zînî Wertê sorununun sağduyu temelinde çözülmesi elzemdir.
- Bir süre önce başlatılan ulusal birlik çalışmalar hangi aşamada ve nasıl bir sonuç beklemeliyiz?
Kürt siyasi güçler arasındaki ulusal birlik çalışmaları aslında 40 yıldan beri yürütülmektedir. PKK Lideri Abdullah Öcalan, kardeşiyle yaptığı telefon görüşmesinde işaret ettiği 1982 ittifak protokolü de bu çerçevede oluşturulmuştur. Bazı dönemlerde, Kürdistan ve bölgedeki gelişmeler ve ilişkiler doğrultusunda bu çalışmalar ya azalmış ya da yoğunlaşmıştır. 2013’te çalışmalar neredeyse ulusal kongrenin düzenlenmesi aşamasına ulaşmıştı, sonra sabote oldu. Fakat ulusal birlik veya demokratik ulusal birlik çalışmaları elbette ki sadece bir kongrenin yapılması için değil. Ya da ulusal birlik tek başına bir kongreye indirgenemez. Kongre aslında bir araçtır. Hem 1982/83 PKK-KDP ittifak protokolünde hem de 1988 PKK-YNK ittifak belgesinde de ifade edilen Kürt örgütlerinin üst düzey toplantı mekanizmasının oluşturulması, bütün Kürtleri ilgilendiren hususlarda ortaklaşma ve koordinasyon için gereklidir. Parti hedef ve çıkarlarının ötesinde, milli konularda ortak akıl, siyaset, strateji geliştirmek için gereklidir. Yoksa demokratik ulusal birlik parti ve örgütler arası bütün çelişki ve sorunların birden aşılması anlamını taşımıyor fakat bu sorunlar karşısındaki yaklaşımı ortaya koyar. O nedenle ulusal birlik, fi tarihte sağlanacak kalıcı bir durumdan ziyade bir ilkeler bütününü ve ilişkiler çerçevesini oluşturur. Bu temeldeki bir siyasal yaklaşım anlamını taşıyor. Bu, ulusal birliğin Kürdistan’daki siyasi güçler arasındaki ilişkiler bakımından en kaba tariftir. Ama demokratik ulusal birlik sadece siyasal bir boyut değil ya da sadece parti ve örgütlere bağlanacak bir olgu değil. Örneğin, temsil ettiğim kurumun da içinde yerini aldığı, katkı sunmaya çalıştığı Kürt kadınlarının demokratik birlik çalışmaları var. Kadın olmaktan kaynaklı ortak sorun, gündem ve ihtiyaçlarımız var. 2010 ve 2012 yılında Ulusal Kürt Kadın Konferansları düzenlendi. Rojava ve Bakûr’da Kürt kadın platformları var ve bu platformlar çeşitli faaliyetler yürütüyor. Yine toplumsal bir açıdan bakıldığında dört devlet arasında parçalanmış olan Kürtlerin bu suni sınırları ve aramıza örülen duvarları aşmaya ihtiyacı var. Kimlik olarak buna ihtiyacımız var. Kültür-sanat, ekoloji, dil ve edebiyat vb. alanlarda yürütülen birçok çalışma bu bağlamda demokratik ulusal birliğin geliştirilmesine hizmet ediyor. Bana göre toplumsal boyuttaki birlik siyasal zeminde de demokratik ulusal birliğin inşasına büyük etki sağlayabilir. Bazen siyasetten konuşurken toplumsal dinamikleri gözardı edebiliyoruz. Ki bana göre son yıllarda yaşanan gelişmeler toplumsal zeminde birliği pekiştirmiştir. Özellikle duygu boyutunda. Fakat bu duygu siyaset üzerinde etki edecek düzeye ulaştığında, yani kendisini toplumsal olarak örgütlediğinde birlik, Ehmedê Xanî’nin eserindeki bir özlem olmaktan çıkıp gerçekleşir.
‘Türkiye’nin üs bölgesi’
Türkiye’nin 12 ülkede askeri ve üssü bulunuyor. Ancak en çok askeri üssün bulunduğu bölge Kürdistan Federal Bölgesi’dir. Türkiye’nin bölgede onlarca askeri üssü ve resmi rakamlara göre 2500 askeri bulunuyor. Ancak asker sayısının daha fazla olduğu tahmin ediliyor. Bu üslerin en büyüğü ise Başika Üssü. Başika’da da IŞİD’e karşı savaşacak güçleri eğitmek bahanesi ile kurulan üssün IŞİD yenildikten sonra da açık kalması, başka amaçların olduğunu gösteriyor. Türkiye’nin en büyük askeri üsleri Bamerni, Kanimasi ve Begova’da da askeri üsleridir. Bu kampların varlığı hem bölgede hem de Irak’ın geri kalanında gerginliğe yol açıyor.
2016 yılında Beşika Üssü bölgesinde Türkiye’nin çekilmemesi geniş protestolara neden oldu. Türk askerinin Başika’daki varlığını protesto eden bir grup Iraklı, Basra kentinde protesto gösterisi düzenledi. Ayrıca Türkiye’nin Irak’taki askeri varlığına karşı protesto için Irak’ın başkenti Bağdat’ta Şii lider Mukteda es-Sadr’ın çağrısıyla protesto gösterileri düzenlendi. Türkiye’nin asker buldurduğu ve üs kurduğu ikinci Kürt bölgesi Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye’dir. Türkiye ‘Meşru müdafaa’ bahanesiyle Kuzey-Doğu Suriye Federasyonu bölgesine yönelik 4 askeri operasyon yaptı. Bu topraklarda resmî rakamlara göre 5 bin Türk askeri bulunuyor. Buradaki fark federasyon yetkililerinin Türk askerinin bölgede bulunmasın istememeleri. Bunun dışında Türkiye’nin Libya, Afganistan, Azerbaycan, Kıbrıs, Somali, Katar, Arnavutluk, Bosna-Hersek ve Kosova’da askeri ve üs bulunuyor.