Güney Kürdistan bağımsızlık referandumu gündeme getirildiğinde; eğer halk bu haliyle mutsuzsa, çoğunluk da bağımsızlık istiyorsa bunun olabileceğini, ancak gerek dünya ve gerekse de bölge konjonktürünün şimdi böyle birşeye hazır olmadığını, öncelikle bu başlıkta bir diplomatik çalışmanın yapılması gerektiğini, bu başlıkta müdahil olabilecek yapılardan hiç değilse bir bölümünün ikna edilmesinden sonra böylesi bir girişimin denenmesi gerektiğini, aksi durumda ‘eti budu belli, sınırlı imkanları ve çokça düşmanı olan yurdumuzun bu parçasının’ çok ciddi sorunlarla karşılaşacağını, ciddi saldırılara uğrayacağını yazmıştım sosyal medya adreslerimden.
Babası, Kürt dil ve kültürüne geniş hizmetler sunmuş bir tanıdık, terbiye sınırlarını çok aşarak ‘Süleymaniye’de beyni sulanmış bir köpek havlıyor’ demişti benim için.
Manipüle edilmiş bir arkadaştı. Zira KDP medyası her şeyin yolunda gittiğini, bağımsızlığın önünde hiç bir engel olmadığını duyuruyor, halka yalan yanlış bilgiler veriyordu.
Referandumdan bir gün önce, bölgeye ve Irak’a dair farklı hesapları olan ABD’nin bir heyeti geldi Hewlér’e, son uyarılarını yaptı, ‘yapmayın, etmeyin’ dedi, gitti. Sonuçta 36. paraleli çizerek, Saddam’ın bölgeye girişini yasaklayan, onlardı. ‘İktidarını bize borçluysan dinleyeceksin’ dediler. İçeriden, halktan, dostlardan gelen hiç bir uyarı da dikkate alınmadı. Ağzını açan hainlikle suçlanıyor ‘Bakın, Kürdistan’a karşı çıkıyorlar’ deniliyordu.
Türkiye, sınıra tankları, toplarıyla gelip gösteri yapmaya başladı, İran ve Irak harekete geçti, Irak ordusu ve Heşdi Şabi Xurmatu ve Duzxurmatu’yu işgal edip Kerkük’ü kuşattı.
Ertesi sabah elimize peşmergenin aldığı emir üzerine Kerkük’ten çekildiğine dair bilgi ve görüntüler ulaşınca bunu da hemen yazdım. Bu kez de uzun süre Amed zindanında birlikte kaldığım, farklı siyasi eğilimden bir arkadaşım ‘Yalan konuşmaya utanmıyor musun, Hewlérden peşmergeler sayın Mesut Barzani önderliğinde yola çıkmışlar’ diye yazdı. Onun bu yazıyı yazdığı saatlerde, Kerkük’ten çekilmeye başlayan peşmergeler Hewlér’e ulaşmak üzereydiler.
Zindan arkadaşım da KDP medyasının yaydıklarına inananlardandı.
Sonuçta Kerkük gitti, Kürt vali yerine Arap bir vali atandı. Üst düzey Kürt yöneticilerin tamamı görevden alındı. Türkmen cephesi denilen AKP MHP kuruluşu meydanı boş bulunca etkinliklerini artırıp silahlı güç oluşturmaya, Kürtlere saldırmaya, Kürt öğrencileri üniversiteden kovmaya başladı. Xurmatu’lar ve Pirdé ve bir çok alan yeniden işgal edildi. Bu zamansız atılan adımın ardından Kürt bölgesi en büyük zenginlik kaynaklarını kaybetti.
Böylesi bir siyasi yenilgi, yani elinde tuttuğu alanın en kıymetli parçalarından oluşan yaklaşık yüzde kırklık toprak ve zenginlik kaynaklarının yitirilmesi durumu dünyanın herhangi bir ülkesinde olsaydı eğer, yöneticiler bir daha siyaset yapmamak ve halkın içine çıkmamak üzere çekilir giderlerdi. Çekilmediler, gitmediler, ‘yeni’ bir döneme soktular ülkeyi.
Referandum girişimi bir kurgu muydu değil miydi bilemem ancak son birkaç yıl içinde yeni siyasi ve medyatik manipülasyonların başladığını, bu son günlerde olanların temelinin son Türkiye seçimlerinde atıldığını görüp gözlediğimi rahatlıkla söyleyebilirim.
Başta mesut Barzani olmak üzere bazı şöhretli Kürdün, AKP’nin Kuzey’deki mitinglerine katıldığını, AKP’ye açıktan destek olduklarını ne yazık ki gerek Türk gerekse de Güney televizyonlarından izledik.
İşte o gün itibariyle, bu günlerde neler olacağının habercisiydi o mitingler. Erdoğan bir yanına Mesut Barzani, öbür yanına Şıvan Perveri alarak bölgeyi fethetmeye hazırlandığının sinyallerini veriyordu.
Ardından adım adım Güney işgali başladı. Kuzeyde zora dayalı işgal Güney’de aleni bir işbirliğiyle yapılmaya başlanmıştı. Artık buralarda AKP MHP iktidarı ne derse o yapılıyordu.
İstihbaratı, çete güçleri, insanlı insansız savaş uçakları, topları, tankları ve askerleriyle Türk devleti artık bölgenin bir parçasıydı.
Yerel istihbaratın verdiği bilgiler ve destekle yurtseverler katlediliyordu.
Şimdilerde yorgun, çaresiz, yurtseverler karşısında başarısız kalan AKP MHP iktidarı, bir kaç yıldır örmeye başladığı, önceden gizlenen ancak şimdilerde saklanacak bir şeyi kalmayan son planını devreye sokmaya başladı. Ekonomisi çökmüş yapıya bir taşeron firma gerekiyordu.
Petrol anlaşmalarıyla, kirli para ilişkileriyle, deşifre olursa ‘yüzleri kızaracak’ banka hesaplarıyla en iyi yapı KDP’ydi.
AKP MHP talimatıyla, Tırlara yüklenmiş zırhlı araçlar özgürlük hareketinin bulunduğu alanlara sevk edilmeye başlandı.
Yakın geçmişte ‘Ben sağ oldukça bir Kürt savaşına asla izin vermem’ diyen, daha geçmişte Türk devletinin işgalcilik ve faşist olarak gördüğünü söyleyen Mesut Barzani’nin söylemleri değişti.
‘ Bölge’de PKK’nin varlığı bize zarar veriyor’ demeye başladı. Kendisi henüz başka alanlarda iken, bölgede şimdiki oluşum yokken, bura dağlarında özgürlük için savaşanları sırtında yük saymaya ve ‘ Çıkın, Kuzey’e gidin’ demeye başladı.
Rojava’dan devşirdiği ve ayda üç beş yüz dolar para vererek avucuna aldığı güçleri şimdi peşmerke kıyafetleri içinde gerilla alanlarına sürdü. ‘Savaş, ille de savaş’ diyor ama karşısında oldukça sağduyulu, ‘Böylesi bir savaş sadece düşmana yarar’ diyen bir güç var.
Sayın Barzani’ye göre Güney’de konuşlanan Türk tankları dert değil.
İşgal edilen alanlar, yaylalar, dert değil, kurulan Türk karakolları da dert değil.
Peşmerge kıyafetleri içinde kontrol noktalarında bulunan MİT elemanları ve çeteler de dert değil ama kendisi başka alanlardayken, seksenli yılların başından beri burada olan yurtseverler dert.
KDP basını aldığı emir üzerine Kuzeyli Kürtlerin savaş çıkarmaya çalıştığını söylüyor, yazıyor, çiziyor. Her başlıkta alabildiğine kirli bir manipülasyon var.
Neyse ki bura halkı artık ne olup bittiğini biliyor. Zira eskiden olduğu gibi sadece KDP basını ve sadece onu dinleyip ‘ Ne derlerse o’ diyen bir kitle de yok…