Kürt sokağını yakından takip eden akademisyen Arzu Yılmaz ile Federe Kürdistan’daki son gelişmeleri konuştuk:
Hüseyin Kalkan
Bugünlerde Kürt sokağı oldukça hareketli. Türk devletinin Federe Kürdistan’daki operasyonları devam ediyor. Yeni üsler kuruluyor, köyler boşaltılıyor. Kürt kamuoyu bu operasyonun nereye gideceğini tartışıyor. Kürt sanatçılar, Kürt aydınları ve siyasetçiler Kürt cephesinde bu operasyona karşı ortak bir tavır üretmek için çaba gösteriyorlar. Bu gelişmeleri Ortadoğu uzmanı ve Hamburg Üniversitesi Asya-Afrika Enstitüsü misafir öğretim üyesi Arzu Yılmaz’la konuştuk. Yılmaz, Kürt coğrafyasında son beş yılda önemli değişiklikler yaşandığını belirterek, değişikliğe yol açan parametrelerle ilgili şunları söylüyor: “Kürtler sınırları aşan bir siyasi-askeri hareketlilik kazandı, Kürdistan coğrafyası siyaseten Kürtler tarafından domine edildi. Son beş yılda ise Kürtlerin mevcut sınırlar içine hapsedilmesine dönük, bu kazanımların geri çevrilmesine dönük çabaların yoğunlaştığı bir durum yaşıyoruz. Bu duruma rağmen şu bir gerçek ki Kürdistan coğrafyası Kürtlere rağmen yönetilemiyor. Bugün Kürdistan coğrafyası bir olağanüstü hal durumu yaşıyor. (Bugün derken son 5 yılı kastediyor) Bu duruma spesifik olarak bir üçüncü boyut eklemek gerekirse Güney bağlamında, Güney Kürdistan tarihsel bağlamda öyle ya da böyle Kürt siyasi hareketinin lokomotifi olmuş bir parçasıydı Kürdistan’ın. Referandumdan sonra dramatik bir geriye düşüş yaşandı. Güney Kürdistan iki binli yıllarda bir Kürdistani iradenin ifadesi haline gelmişti. Ama referandumdan sonra aldığı biçim itibari ile bir idare haline geldi. Hem Irak Anayasası’nda tanınan özerklik hakları bakımından geri düştü, hem de Kürdistani bir iradeyi temsil etme bakımında geri düştü. Özetle genel durumu şu üç parametre üzerinde değerlendirebiliriz: Birincisi kazanımların geriye döndürülmesi, ikincisi Kürdistan coğrafyasının yönetilememesine bağlı bir olağanüstülük durumu, üçüncüsü Güney’in bir iradeden çok bir idareye dönüştürülmesi durumu.”
ABD’nin izni
Arzu Yılmaz, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yürüttüğü operasyonun hedefleri ve kapsamı konusunda şunları vurguluyor: “Türkiye, Amerikan’ın izni olmadan Irak’ta adım atmaz. Hava sahası Amerika’nın kontrolünde. Dolayısı ile bu işin bir uluslararası boyutu var. İkincisi ise ABD bu operasyonlara İran’ı çevreleme politikası bağlamında izin veriyor. Öyle ise Türkiye’nin operasyonları sadece PKK ile mücadele üzerinden okunamaz. Böyle bir okuma fotoğrafın tamamını açıklamakta yetersiz kalır.”
IŞİD’in yenilmesi ile birlikte Amerika’nın yeni bir Irak politikası belirlediğini belirten Arzu Yılmaz, bu politikanın unsurlarını şöyle sıralıyor: “IŞİD’in ortaya çıkması ile birlikte Irak devleti üçüncü kez çöktü. Amerika bu çöken Irak’ı yeniden inşa etmeye girişti. 2003’te yapılan Irak Anayasası oldukça geniş ademi merkeziyetçi yetkilerle donatılmıştı. Federal bölgenin geniş yetkileri vardı. Fakat IŞİD sonrası Irak’ın yeniden inşa edilmesindeki Amerika politikasının temel hedefi Bağdat’ı yeniden güçlendirmektir. Yani 2003’teki ademi merkeziyetçiliğin tersine.”
Türkiye’nin sınırı
ABD’nin Türkiye’ye göz yummasının bir sınırı olduğunu belirten Yılmaz, Türkiye’nin tartışmalı alanlara istediği gibi giremediğini söylüyor. Yılmaz, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Hangileri derseniz o tartışmalı alanlar. Bu alanlardan biri Şengal’dir. Türkiye arada bir bombalıyor ama Türkiye’nin Şengal’e girmesine izin verilmiyor. İkinci nokta Maxmur Kampı’dır. Ben doktora tezimi Maxmur’la ilgili yazmıştım. O günden beri fikri takip açısından izlerim bu kampı. Son iki yıl boyunca Türkiye Maxmur Kampı’nı sıklıkla bombalıyor. Bu süre zarfında sesini çıkarmayan Birleşmiş Milletler (BM) en son bombalamadan sonra Türkiye’yi uyardı. Kampta yaşayan sivillerin yaşamına tehdit oluşturduğu için. Çünkü orası da tartışmalı alan. Sonuç olarak Amerika’nın, Türkiye’nin Irak’taki operasyonuna göz yummasının sınırı nedir, diye sorduğunda, tartışmalı alandır. Türkiye’nin genişleme isteğidir. Amerika kendi amaçlarına hizmet edecek kadar Türkiye’nin operasyonlarına izin veriyor. Fakat kontrol edemeyeceği bir aşamaya gelmesine da asla izin vermiyor. Birkaç ay önce AB zirvesinden Türkiye ile ilişkiler şu şekilde tarif edilmişti: Aşamalı, orantılı ve geri döndürülebilir. Aynı şeyi Türkiye’nin Irak’taki durumu, hatta Suriye’deki durumu ile ilgili de söyleyebiliriz. Türkiye sonuçta Amerikan çıkarlarına bağlı olarak aşamalı, dengeli ve geri çevrilebilir bir alanda bu operasyonları gerçekleştiriyor.”
KDP’nin telaşı
Arzu Yılmaz, Federe Kürdistan’da Kürt güçler arasında çatışmanın, bir savaş dönüşmeyeceğini belirterek konu ile ilgili şunları belirtiyor: “Doktora tezim çerçevesinde Murat Karayılan ile görüştüğümde şunu anlattı: ‘2002 yılında ben, Barzani ve Talabani oturduk, Kürtler arasında artık bir birakujiye izin vermeme mutabakatına vardık’ dedi. Ben bu konuda yazılı bir metin olup olmadığını sordum, ‘Hayır yazılı bir anlaşma yok’ dedi. Bu anlaşmanın muhtevasını da şöyle anlattı: Herkesin askeri olarak, siyasi olarak kontrol ettiği alanlar vardı. Kimse kimsenin alanına müdahale etmeyecekti. Mesela Hinere-Kandil diye bir bölge vardı. Yaklaşık 20 kasaba ve köyü kapsayan bir alan. PKK’nin alanıydı ora. Oraya ne YNK’nin peşmergesi ne KDP’nin peşmergesi girerdi. Koya’dan itibaren KDP, Koya’nın güneyinde YNK kontrol eder. Mesela Rojava devrimine kadar 2002’den 2014’e kadar Güney’den PKK’ye katılım olmamıştır. Bu anlaşma gereği. Bu anlaşma IŞİD saldırınca bitti. Gerilla, peşmergenin kontrol noktalarından geçerek, Şengal’e ve diğer bölgelere gitti. Yani 2002’de varılan anlaşma acil durum nedeni ile sona erdi. Sorun olmadı ama bu anlaşmanın yerine yeni bir anlaşma konulamadı. Çatışmasızlığı devam ettirecek yeni bir anlaşma yapılamadı. Rojava ölçeğinde 2012’de Hewlêr Anlaşması denendi, sonuç vermedi. Ardından 2014’te IŞİD Kobanê’ye saldırdığında Duhok Anlaşması yapıldı, sonuç vermedi. Neden sonuç vermedi? Şöyle bir durum ortaya çıktı: KDP Rojava’da olacaksa, faaliyet gösterecekse, Tevgere Azadi’nin de Güney’de aynı hakka sahip olması gerekiyordu. KDP bu güç birliğini sadece Rojava ölçeğinde yapmaya çalışırken, PKK dedi ki madem orada yapıyoruz işbirliğini Şengal üzerinde Güney’de de hayata geçirelim. Bu gerçekleşmedi. Bu sadece KDP’nin kararı olmayabilir. Türkiye’nin baskısı var. ABD’nin baskısı vardı.
Türkiye’nin operasyonları nedeni ile gerilla Behdinan’a kayınca KDP telaşlandı. Tarihsel coğrafyasının elden gideceği zannına kapıldı. Çatışma o noktada gündeme geldi. Şunun altını çizmek isterim: Peşmerge Bakanlığı’na bağlı peşmerge operasyonel olmadı. İki nokta var altını çizmem gereken. Peşmergenin gerilla ile çatışmama gibi net bir tutumu var. Peşmerge Bakanlığı’na bağlı peşmerge 2017’den beri Bağdat hükümeti ile yaşanan bütçe sorunları nedeni ile maaşlarını doğrudan Amerika’dan alıyor. Bu nedenle ABD peşmergelerin operasyonlarda yer almasına ne kadar dahil olur onu bilmiyorum. Ama benim süreci izlerken aklımda tuttuğum noktalardan biri de bu. Bu operasyonda aktif olan güçlere baktığımızda Gulan, Zeravani güçlerini görüyoruz. Ama tüm bu hikayenin sonunda ben gerillanın ve peşmergenin birakuji kapsamına girecek bir çatışmaya gireceğine inanmıyorum. Yer yer sıcak çatışma ihtimali var. Ama bunun bir savaşa dönüşme ihtimalini görmüyorum. Çünkü bir, her iki taraf da bundan kaybedeceğinin farkında, ikincisi ne kitle tabanında ne askeri güçler arasında böyle bir savaşa girme yönünde çok güçlü bir duygu var.”
Güney’de Türkiye’nin imajı
Arzu Yılmaz, Kürt sokağını yakından izleyen ve nabzını tutan bir akademisyen. Değişimleri ve gelişmeleri yakından izliyor. Yılmaz, son on yılda Kürt sokağında iki büyük değişime işaret ederek şunları belirtiyor: “On yıldır Güney sahasını takip eden, orada yaşayan biri olarak söylüyorum, bu son 10 yıldaki en şaşırtıcı gelişme ne oldu diye soracak olursanız. Birincisi bir Kürdi irade olan Güney yönetiminin bugün artık sadece bir idareden ibaret kalmasıdır. İkinci büyük değişim ise Türkiye’ye karşı gelişen düşmanlık. Eskiden büyük bir Türkiye hayranlığı vardı. Sadece Kürtlerde değil, genel anlamda Ortadoğu çapında öyle idi. Ama spesifik olarak Kürtlerde, özellikle İmralı sürece ile birlikte bu hayranlık arttı. Türkiye’nin 2010’da Güney’de konsolosluk açması, gelişen ekonomik ilişkiler, siyasi ilişkiler Türkiye’ye karşı olağanüstü bir sempati yarattı. İnsanların yüzü Türkiye’ye dönüktü. Bugün Başur’da ve Rojava’da en büyük tehdit algısı Türkiye. Türkiye’ye karşı bir düşmanlık duygusu son 10 yılda benim en çok dikkatimi çeken değişimlerin başında geliyor.”
Yılmaz bu önemli değişimlerin nedenleri ile ilgili şunları belirtiyor: “Nedenleri çok açık. Bir, Türkiye’nin bağımsızlık referandumu sürecinde verdiği tepki. İki Efrîn, arkasından Serêkaniyê’ye karşı girişilen operasyon. Bütün Kürtler, Rojhilat da dahil olmak üzere Türkiye’nin operasyonlarını Kürtlere karşı operasyon olarak görüyor. Hewlêr’de hangi yönetici ile konuşursanız konuşun -basına konuştuklarında PKK’nin Güney’i terk etmesi gerek derler ama- off the record konuştuklarında Türkiye bizi de eziyor derler. Aslına bakarsan Hoşyar Zebari kendi Twitter hesabında bundan iki yıl önce söyledi. ‘Türkiye bütün Kürtleri hedef alıyor’ dedi. ‘Kürtlerin kazanımlarını hedef alıyor’ dedi. Son tahlilde ben de anladıklarımı söylüyorum. Madem bana sordunuz, benim perspektifimde, elde ettiğim verilerde, yaptığım gözlemlerde nedenleri bu. Nedeni Türkiye’nin saldırganlığı. Seni bir lokmaya muhtaç edeceğim, Kobanê düştü düşecek diye vahşete alkış tutan bir tutumu bugün Türk kamuoyu unutmuş olabilir ama oradaki insanlar için farklı bir şeydir. Ayrıca sadece Kürtler için değil, Hıristiyanlar da benzer bir tepki gösteriyor Türkiye’ye. Ben Rojava’da Hıristiyan cemaatinin temsilcileri ile konuştuğumda onların da Türkiye’yi tehdit olarak algıladığını gördüm. Öbür tarafta Şii Araplar da Türkiye’ye tepkililer. Türkiye’nin izlediği politikaya. Türkiye, Şii Türkmenleri bile kaybetti. Yani sadece Kürtler Türkiye’yi tehdit olarak algılamıyor, Şii Türkmen bile tehdit olarak algılıyor.”