Sergiye danışmanlık yapan ve bu coğrafyanın acılarını çok iyi bilen Şener Özmen’in ve bu sergiye sahiplik eden DTSO’nun en hafif tabiriyle söylersek bu aymazlığa ortak olması ve bu hassasiyetleri gözetmemesi kabul edilemez
İlham Bakır
Geçen hafta Diyarbakır’da Keçi Burcu’nda yapılan “Hafıza Odası” adlı sergi, serginin açılışından bu yana birçok yönüyle epeyce tartışıldı. Öyle sanıyorum Ahmet Güneştekin’in, sergiyi hazırlayan küratörün, sergiye ev sahipliği yapan DTSO’nun (Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası) geliştirilen eleştiriler üzerine yaptıkları açıklamalarla bu tartışma bir süre daha devam edecek. Ben kişisel olarak “çağdaş sanat yahut modern sanat” olarak tarif edilene kendimi soğuk ve uzak hissediyorum. Sanatsal üretimi muğlaklaştırdığını ve sanatı, muhalefet etme, anlam arama arayışından düşürdüğünü düşünüyorum. Ama bu tanım içerisinde yer alan üretimleri de sanattan saymama veya değersiz görmek gibi bir yaklaşımın sahibi değilim. Aslında bu alana dair bazen çok dikkat çekici ve özgün bir yaklaşım sahibi bir ürün ortaya çıktığında kendi sanat anlayışımı, sanata yaklaşımımı ya da bu anlamda muhafazakârlığımı sorgular hale gelebiliyorum. Bu anlamda Güneştekin’in sergisi hem muhtevası hem biçimsel ve deneysel yaklaşımları açısından üzerinde tartışılmaya değer bir zenginlik taşıyor.
Fakat ne yazık ki Güneştekin sergisine dönük yapılan tartışmaların çok büyük bir bölümü Güneştekin’in eserlerine dönük sanatın estetik ölçüleri üzerinden değil, bu sanatsal etkinliğin bileşenleri, paydaşları, özel davetlileri, katılımcıları ve sergi ziyaretçilerinin davranışları üzerinden yürüyor. Aslında bir sanat eseri için en büyük talihsizliklerden birisidir bu durum. Fakat bu sergi ile ilgili tartışmanın bu yönüyle gelişip öne çıkmasının müsebbibi tartışmayı yürütenler değil, bu organizasyonu yapan ve buna ev sahipliği yapanlardır. Çünkü bu serginin nasıl yürüyeceğini, kimlerin katılacağını, özel davetlilerin kimler olacağını belirleyenler bunlardır ve elbette sanatçının da bu konuda onayını alarak bunu yapmışlardır. Böylesi travmatik süreçleri ele alan bir sergiyi İstanbul’da yapmakla bu travmanın hala capcanlı olduğu, hala açık bir yara gibi kanayan bir kentte yapmak birbirinden çok farklıdır. Sergiyi hazırlayan Pilevneli Gallery bu kentte yaşanan travmaları görmeyebilir, görmek istemeyebilir, bunu sadece bir iş olarak görüp piar çalışmasını da bu esas üzerine kurabilir ki nitekim böyle yapmıştır. Ama sergiye danışmanlık yapan ve bu coğrafyanın acılarını çok iyi bilen Şener Özmen’in ve bu sergiye sahiplik eden DTSO’nun en hafif tabiriyle söylersek bu aymazlığa ortak olması ve bu hassasiyetleri gözetmemesi kabul edilemez. Tek tek isimlerini saymaya gerek yok ama bu devletin kurt olup kuzuyu yediği her dönemde kurtla birlikte kuzuyu yiyenlerin şimdi bu sergi vesilesiyle çobanla birlikte ağlamaya davet edilmiş olmaları bu coğrafyadaki, bu kentteki insanların hafızasıyla dalga geçmekten başka bir şey değildir. Hele hele böylesi bir sergiden sonra eğlenceli, sazlı sözlü bir yemek düzenleyip kurtla kuzuyu aynı halayda buluşturmak, aslında bu sergiyle murat edilenin bir hafıza yaratmak değil hafızanın dumura uğratılması, yamultulması olduğunu göstermektedir. Böylesi bir serginin, özel davetlileri ve serginin işleyiş biçimi meselenin taşıdığı kritik hassasiyetler göz ardı edilerek oluşturulamaz. Şener Özmen ve DTSO’nun, bunlardan dolayı gelen bu eleştirileri kabul etmek ve bunun için özür dilemek yerine geliştirdikleri savunma, onları bu hafıza kırımına yönelik suçun ortağı yapmaktadır.
Diyarbakır’ın liberal aydını Vahap Coşkun’un sergiye ve DTSO’nun bu serginin hazırlanmasındaki payına ve amacına dair açıklaması ise daha dehşet verici. Şöyle diyor Vahap Coşkun: “Başkan Mehmet Kaya ve ekibi, serginin hem sosyal hayata hem de Diyarbakır ekonomisine yapacağı katkıyı azami kılmak için, uzunca bir süredir hummalı bir çabanın içindeydiler. Açılıştan sonra serginin önünde kuyruklar oluşması ve turizm şirketlerinin Diyarbakır turlarına sergiyi de ekleme talepleri, DTSO’nun gayretinin meyvesini verdiğine işaret ediyor.”
DTSO da eğer Diyarbakır Sur’u Toledo yapmak zihniyetiyle bu kentin yaralarını, acılarını turizme ve ticarete tahvil etme gayreti içerisinde değilse Vahap Coşkun’un bu tespitlerini şiddetle reddetmelidir.