Zor bir ülke gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Kültür ve kimlikler üzerinden büyük bir kutuplaşma yaşanıyor. Bu kutuplaşma veya uzlaşmıyor olma hali emek ve sermaye blokları arasında değil. Her şeye rağmen, ne mutlu ki hiç değilse bu mesele anlaşıldı ve gündeme girdi. Bir işçi sınıfı var ve bu işçi sınıfı memleketin önünü açmak üzere kolayca harekete geçmiyor.
14-28 Mayıs seçimleri sonrasında bütün muhalif politik oluşumlar benzer bir reaksiyon gösterdi. Ekonomik zorluk yaşayan ve emeğiyle geçinmek zorunda olan seçmenlerin, neden mevcut hükümet aleyhine oy kullanmadığı yönünde çok hayıflandılar. En sonunda işçi ve emekçileri hatırlamaları ne kadar güzel. Bu manzara ilk kez gözüküyor bizlere. Demek ki bir emekçiler topluluğu var.
Herkes Kürt meselesinden çok iyi bilir bu konuyu. Mesele önce farklı bir kimliğe sahip Kürt halkının varlığını anlatmakla başlar. Sonra da denir ki, bu halkın yaşadığı büyük bir sorun var. Buradan yola çıkarak diyebiliyoruz ki emekçilerin varlığı ve önemli oldukları lütfedilerek kabul edildi. Ne var ki şimdi onların neden AKP aleyhine oy vermemiş olduklarına kızılıyor.
Orta sınıflar öyle kızmış ki yurt dışına gideceklermiş. Yurt dışı da bu muhteşem varlıkları dört gözle bekliyor zaten. Avrupa ülkelerinin vize işlemlerini çok kolaylaştırmalarından belli durum.
Bir de “ne halleri varsa görsünler” diye posta koyuyorlar. Fare dağa küsmüş, dağın haberi olmamış. “Bizim durumumuz zaten iyi” diye kendileriyle övünüyorlar. Sözüm ona işçi sınıfını etkileyecekler ya, işçi sınıfı kültürüne ne kadar yakışan bir tavır. Biraz öfkelenince sınıfsal üstünlüğünü belirtme davranışı. Allah bizi böyle “sol muhalifler”den korusun.
Tanık olundu ki işçiler sadece enflasyonun yükselmesiyle harekete geçmiyor. Böyle dolaysız bir ilişki yok. Birçok tarihsel olayın gözlemlenmesi, her kriz yaşanma sürecinde işçi sınıfının derhal harekete geçmediği bilgisini bize sunuyor. Hatta ekonominin toparlanma dönemlerinde itiraz yükseltme eğiliminin daha sık olduğuna rastlayabiliyoruz. İki iki daha dört değil, çok fazla çapraz ilişkilerle dolu bir konu.
Ekonomik sorunlar ve mücadelenin yükselmesi arasındaki bağıntının doğrusal olmadığının ötesinde bir boyuta daha var. Seçim sürecine girmeden önceki dönemde, işsizlik kısmen azalmış durumdaydı ve asgari ücret görece yükselmiş sayılabilirdi. Yani koşullar devrim yaşanmış ülkelerdeki gibi korkunç ve dayanılmaz değildi.
Bu tablonun bize vereceği sonuç “o halde orta sınıflara dönelim yüzümüzü ve onlara siyaset yapalım sadece” demek olmamalı elbette. İşçi sınıfını etkilemek zorundayız ve etkileyebiliriz. Onların bir yönüyle muhafazakâr ve milliyetçi eğilimler taşıyor olması bizi duraksatmamalı.
Sakin sakin şu noktaya gelmeliyiz. Olan bitenin sonunda “ekonomik zorluk çeken emekçiler neden şu hedefe doğru bir yönelim göstermedi” diye soru soruyor olabiliriz. O zaman bu soruyu sorabilmenin hakkını vermeliyiz. Bu soru, mücadele etmek isteyen öznenin kendisinde bir görev ve sorumluluk yaratır doğal olarak. Bu doğal noktaya gelmeliyiz.
Evet işçi sınıfının milliyetçi eğilimleri olabilir ama bu Kürt sorununun çözülmeden devam ettiği koşullarda söz konusu olabilirdi ve o nedenle olmuş durumda. Bunu görebiliyor ve hesaba katabiliyorsak, her seferinde bu meselenin üstünden atlamaya çalışarak devam edemeyiz demek ki. İşçi sınıfının politik hedeflerini anlatacağız ama bununla birlikte Kürt meselesini de halkların eşitliği temelinde anlatacağız.
Türk-İş Başkanı Ergün Atalay diyor ki “enflasyon olmasın, bize para da vermesinler”. Ne kolay bir mücadeleden sıyrılma ve işçi sınıfını yolundan saptırma harekâtı. Tek temennimiz enflasyonun olmaması. Enflasyonu belirleme imkânı ve bu konuda mücadele etme araçları işçi sınıfının elinde değil ki. Zaten Ergün Atalay bu imkân ve araçların işçi sınıfının elinde olmadığını bilerek işi yokuşa sürüyor ve onu bir ricacı durumuna düşürüyor. İşçi sınıfının ürünlere zam yapıp yapmama inisiyatifi yok ama ücretine zam yaptırma inisiyatifi var. Bu inisiyatifi kullanmak üzere, ücret mücadelesi vereceği sendikalar da yerinde duruyor.
İşçi sınıfı ve sendikacıların görevi kendi sahip oldukları sendikaları kullanarak bir ücret artışı mücadelesi vermektir. O nedenle işçi sınıfının asıl mücadelesi ücret alanındadır ve “tüketim maddelerine yapılan son zamlar geri alınsın” çizgisi yanıltıcıdır. İşçi sınıfı masaya yumruğunu vurur ve “benim ücretim şu kadar olacak” der. Bunu sendikalarıyla ve siyasi örgütleriyle yapar ve yapmalıdır.
Ergün Atalay “enflasyonun arkasından koşmanın bir anlamı yok” diyor. Neden anlamı olmasın, mücadelenin anlamı tam da orada. Eğer ürünlere ve hizmetlere her ay zam oluyor ve bu zamlar her ay işçi ücretlerini eritip yok ediyorsa, işçi ücretlerine de o zamlar oranında ücret artısı sağlanmalıdır. Asıl bu mücadeleyi bırakmak anlamsızdır ve işçi sınıfını teslim olmaya iter.
İşçi sınıfı günbegün ve anbean ücret mücadelesinin peşinde olmalıdır.
Enflasyon temennisini bırakıp, ücret mücadelesinin yolundan yürüyebilirsek işçi sınıfı değişmeye başlayacaktır.