PKK Lideri Öcalan üzerindeki tecridin tüm topluma uygulandığını belirten HDP Sözcüsü Ebru Günay, demokrasi ve barış mücadelesinin tecrit kırılmadan kazanım sağlamayacağını ifade etti
PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan avukat ve görüş yasağı nedeniyle 18 aydır haber alınamıyor. Abdullah Öcalan, ailesiyle de son olarak 25 Mart 2021’de kesintili bir telefon görüşmesi gerçekleştirebildi.
Abdullah Öcalan’ın ailesi ve müdafiliğini yürüten Asrın Hukuk Bürosu’nun yaptığı başvurular ise ya “disiplin” cezaları gerekçesiyle reddediliyor ya da yanıtsız bırakılıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararları ve bu kararları denetleyen Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu’na rağmen şimdiye kadar İmralı Adası’nda hukuki hiçbir adım atılmadı.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Ebru Günay duruma ilişkin MA’dan Özgür Paksoy’a değerlendirmelerde bulundu.
Günay, “Kürt sorununun demokratik çözümünde, en makul, en barışçıl aktör Sayın Öcalan’dır. Bunu Türkiye’de kalıcı bir barışı, toplumsal bir barışı, demokratik bir Türkiye’yi inşa edecek her yapı ve güç, bu realitenin farkında olmalı” ifadelerinde bulundu.
15 Temmuz sonrası
İmralı, bütün iletişim kanallarının kesildiği, aile ve avukat görüşlerinin engellendiği, temel mahpus haklarının kullandırılmadığına dikkat çeken Günay, “İmralı 15 Temmuz sonrası tümden bir mutlak tecrit alanına dönüştü. Tecrit, ülkenin yönetim biçimi haline dönüştürüldü. Son dönemlerde haber alınamama hali ise İmralı Adası’ndaki derinleşen tecridin başka bir ifadesi oluyor” dedi.
Öcalan yasaları
İktidarın, ilk adımı 2005’te çıkardığı “Öcalan yasaları” ile attğını belirten Ebru Günay, tecridin hukuki kılıfını meşru olmayan ama yasalarla zemin hazırlayan bir AKP iktidarı var. Avukat görüşmesinin kayıt altına alınması, üçüncü bir kişinin olması, avukat-müvekkil görüşmesinin bir mahremiyetinin kalmaması. Bunu yapan iktidar, İmralı’da bir yönetim biçimi oluşturdu. Bu durum, Türkiye toplumunun tamamına nüfuz etmeye başladı” ifadelerini kullandı. Ü
Tecrit yönetim biçimi
Dersim üzerinden örnek veren Günay, Dersim’de maden şirketlerinin alan kapattığını söyledi. Günay, “Dışarıdan sivil insanlar o alana giremiyor. Bu işte yönetim biçimine dönüyor. Sürekli bir yasaklama hali, sürekli eylem etkinlik yasaklama hali. Eylem etkinliklerde sürekli ablukaya abla biçimi, yalnızlaştırmaya çalışma hali, dinamik yapılarla toplumsal yapılar arasına blok koyma hali, tüm bunlar tecridin yansımasıdır” şeklinde konuştu.
Ebru Günay’ın MA’ya verdiği söyleşinin detayları şöyle;
- Daha önce tecrit ile savaşın doğru orantılı olduğu değerlendirmesinde bulundunuz. Bu tespit geçerliliğini koruyor mu?
Tecritte ısrar etmek, savaşta ısrar etmektir. Bu iktidar toplumla savaşıyor. Her şeyi bir kenara bırakalım, yarattığı sünni düşmanlar dışında, günlük sistematik olarak toplumla savaş halinde, toplumun değerleriyle savaş halinde olan bir iktidar var. Kuşkusuz savaş politikaları ve tecrit politikaları arasında bir doğru orantı var. Savaşın derinleştirilmesi, tecridi derinleştiriyor; tecridin derinleşmesi de savaşı besliyor. Bu birbiriyle doğru orantılı ve bağlantılı bir zemin. Sayın Öcalan’ın temsil ettiği ve savunusunu yaptığı bir hat var. Kadın Özgürlükçü, Ekolojik, Demokratik bir hattı savunuyor. Demokratik ulus değerleri, toplumların, halkların, kadınların, gençlerin bir arada özgürce yaşayacağı bir hattı, bir yaşam felsefesini ifade ediyor. Aynı zamanda toplumsal bir barışı da ifade ediyor. Şimdi siz çok güçlü bir toplumsal barışın öncüsünü, bu kadar toplum lehine sonuçlar yaratan felsefeyi ve ideolojik perspektifin öncüsünü izole ettiğiniz andan itibaren, tavrınızı savaştan yana koymuş oluyorsunuz. Üstüne bir de AKP iktidarının savaşmadan ayakta kalamayacağı gerçeğini de eklediğimizde, bu ülke dış politikada sürekli savaş halinde olur.
Ya da bu süreçte Sayın Öcalan kendisi için ne istiyor? ‘Sağlık, özgürlük ve güvenlik koşulları sağlanırsa, bir müzakereye ve gerçekten bir diyalog ve barış sürecine geçiş mümkündür’ diyor. Dönüp baktığımızda, bu sağlık, özgürlük ve güvenlik koşulları, şimdi toplum için temel ihtiyaçlardan birini oluşturuyor. Türkiye toplumunun gerçekten bu üç koşula da ihtiyacı var.
- Bunların sağlanması için neler yapılmalı?
Bu İmralı tecrit sisteminin lağvedilmesinin temel koşulu, sağlık, özgürlük ve güvenlik koşuludur. Toplumu güçlü bir şekilde savunan, toplumu koruyan, güçlendiren bir hattan bahsediyoruz. Bu nedenle İmralı tecrit sistemi demokrasinin mücadelesinin turnusol kağıdıdır. Orayı görmezden geldiğiniz an, iktidarın tecrit politikasının içerisine düşüyorsunuz. Bu bir demokrasi mücadelesi olmaktan çıkıyor, iktidarın tecrit politikalarına çanak tutmaya dönüşüyor. İktidarın bu nedenle bu kadar tecrit politikalarında ısrar ederken, tecridi vurgulayanları, buna karşı açık mücadele edenleri bu kadar açık bir şekilde tehdit etmesinin sebebi budur. Bir haliyle tecrit karşıtı mücadeleyi de tecrit ederek, toplumu tümden kendi faşizan algılarına yöneltmeye çalışıyor. Dolayısıyla çok güçlü bir şekilde tecride karşı ses yükseltmek, her yerde her koşulda bunu ifade etmek, bunun toplumda yarattığı yıkımları da göz önünde bulundurarak yol almak gerekiyor.
- Asrın Hukuk Bürosu Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne yaptığı başvuruya dair Türkiye, Abdullah Öcalan’ı umut hakkından muaf tuttuğunu itiraf etti. Hukukçuların “Öcalan’a özgü yasalar” olarak tanımladığı bu durum, aslında “ölene kadar hapis cezası” anlamına geliyor. Türkiye’nin itirafıyla İmralı’da nasıl bir hukuk sistemi devrede?
Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) taraf bir ülke; Avrupa Konseyi’ne üye ve taraf bir ülke. Dolayısıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarını uygulamak zorunda, bunun gereklerini yerine getirmelidir. ‘Umut hakkı’ da bunlardan biri. Ama tabi AKP iktidarı, özellikle Sayın Öcalan söz konusu olduğunda, keyfi, yasa dışı, meşru olmayan bir hukuk sistemi yaratıyor. ‘Umut hakkını uygulamayacağım’ demek, keyfi, meşru olmayan, yasa dışı tavrı ifade ediyor. Bu konuda hem AİHM’e hem de Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne, yine uluslararası mekanizmalara çok büyük işler düşüyor.
İmralı tecrit sistemi, İmralı Adası’ndaki hukuk sistemi, bir negatif hukuk kuruculuğudur. OHAL kanunundan önce İmralı’da infaz hakimi karar verdi ve süresiz bir şekilde adaya giriş çıkışları yasakladı, avukat görüşleri gerçekleşmediği gibi her türlü iletişimin kesilmesi şeklinde hukuksuz bir karar aldılar. Oradan bir kez daha negatif bir anlamda hukuk kuruldu. Şimdi ‘umut hakkı’yla bunu gerçekleştiriyor. Doğrudan düşmanca saiklerle gerçekleştiriliyor. Adadaki hukuk mekanizmasının ne kadar politize olduğunu da gösteriyor. Söz konusu İmralı Adası olduğunda, kendi yasalarını dahi yok sayan bir iktidar gerçekliğinden söz ediyoruz. ‘Umut hakkı’yla ilgili yeniden bir ayrımcılığı da açık bir şekilde gösteriyor.
- İmralı’da haber alınamama hali sürüyor. 18 aydır Öcalan’dan haber alınamıyor. İktidar ne amaçlıyor?
Sayın Öcalan’ın toplumsal dinamiklerle, toplumsal güçlerle, yapılarla, kendisine destek verenlerle, ideolojik perspektifi üzerinden çalışma yürütenlerle, toplumun bütün dinamikleriyle bağının kesilmesi amaçlanıyor. Tecrit dediğimiz, unutturma siyasetidir, toplumdan koparma siyasetidir. Sayın Öcalan’ın geliştirdiği felsefe, politik hat, mücadele zemini, toplumsal barıştan yana olan tavrı, iktidarın tecrit politikalarında başarıya ulaşmasını engelledi. Kürtlerle, Türkiye toplumuyla, Ortadoğu toplumuyla Sayın Öcalan ile aralarında bir bağ var. 8 Mart’ta, Newroz’da, 1 Mayıs ve 1 Eylül alanlarında Kürtler ve dostları çok açık bir şekilde Sayın Öcalan’dan yana, özgürlüğünden yana tavrını koydu. İktidarın tecritle hedeflediği şeyin aslında istedikleri gibi olmadığını gösterdi. Toplum kendisi için tavır sahibi olan, kendisi için mücadele eden, toplumsal barışın nasıl inşa edileceğinin farkında, bu konuda güvendiği, sözüne itibar ettiği, sözünün bağlayıcı olduğunu bildiği en önemli siyasi aktör Sayın Öcalan’dır.
Başta Kürtler ve Türkiye toplumunun Sayın Öcalan ile bağı çok güçlü. Hatırlarsanız, 1999’da ilk İmralı Adası’na getirildiğinde, kendisi ‘Milyonların iradesini 13 metrekare alana sığdıramazsınız’ değerlendirmesinde bulunmuştu. Aslında bu aradaki diyalektik bağı gösteriyor. Tarih bunun ne kadar haklı bir tespit olduğunu gösterdi. Bunu değiştirmek iktidarın tecrit politikalarıyla gerçekleştireceği bir şey değil.
- Baktığımız zaman Kürt sorununa dahi değinmeyen bir muhalefet söz konusu. Muhalefet Öcalan’ın rolü ve misyonunun farkında değil mi? Tecride karşı çıkmayan, Kürt sorununa dair bir sözü olmayan muhalefetin çoklu krizlere karşı bir çözümü olur mu? Yine partinizin bu anlamda sözü olmayan bir cumhurbaşkanı adayına desteği olur mu?
Bu konuda HDP’nin tavrı çok net. HDP bir yıl 27 Eylül’de açıkladığı deklarasyonla nasıl bir tavır alacağını gösterdi. HDP, mevcut durumun seçimlerden ibaret olmadığını, seçimleri aşan bir durumun olduğunu ortaya koydu. Kürt sorununun çözümünün seçimle izahatının mümkün olmadığını söyledik. Türkiye’nin demokratikleşmesi meselesinde, ittifak tartışmalarında nerde ve nasıl durduğunu kendi deklarasyonunda açık bir şekilde ifade etti. Bu konuda ilkelerin ve demokratik bir Türkiye’nin inşa etmek için konuşulabilecek bir zemine ihtiyaç olduğunu söyledik. Bunu söylemeye de devam ediyoruz. Mesele sadece bizim için seçimin olması, mevcut iktidardaki ismin değişmesiyle ilgili bir mesele değil. İsmin değişmesinden öte, kalıcı bir demokratik Türkiye’nin inşası nasıl olur? Bizim için esas olan bu. Seçimden sonraki süreçtir esas olan. İsim değişebilir ama gelen yeni iktidarda aynı tavrı, imha, inkar ve tecrit politikasında ısrar edecekse, bu bir problemdir. Faşizmin iyisi kötüsü yoktur. Faşizm, faşizmdir.
- Neye ihtiyaç var?
HDP’nin durduğu yer kalıcı demokratik ilkeleri ifade ediyor. Aksi bizim açımızdan mümkün değil. Bizler cumhuriyetin 200’üncü yılına doğru evrilirken, yüzyıldır ötekileştirilen, yok sayılan, inkar edilen, her türlü dışlanmış, ayrımcı politikaya maruz kalmış yapılar, gruplar, kadınlar, gençler, halkların bir yüzyıl daha aynı politikalarla karşılaşması büyük bir problem. Demokratik bir cumhuriyetin inşası, tüm ezilen, ötekileştirilen, dışlananların, kendisini 100’üncü yüzyılda ifade etmesi, bizler açısından önemli. Bizim tavrımız, halklardan, kadınlar ve gençlerden yana bir tavır. Bunun için bir realiteyi görmek gerekiyor. Kürt sorununun demokratik çözümünde, en makul, en barışçıl aktör Sayın Öcalan’dır. Bunu Türkiye’de kalıcı bir barışı, toplumsal bir barışı, demokratik bir Türkiye’yi inşa edecek her yapı ve güç, bu realitenin farkında olmalı ve bunu bilerek yol almalıdır.
DİYARBAKIR