Ürettiği hayali komplolarla insanlığı cenderenin en karanlık noktasına kadar götüren geçen asrın gafil figürlerinden Hitler, bulaştığı bir çok suçu tarihteki bazı mitolojik söylencelerden feyz alarak hayata geçiriyordu. Nizamlı bir toplumsal mühendislikle uygulamaya konulan mitolojik söylencelerin başında hiç şüphesiz “Günah Keçisi”* metaforu geliyordu. Çünkü Alman milliyetçi ve muhafazakarları Weimar Cumhuriyeti’nin gidişatını durdurmak için derin suçlara bulaşmışlardı. Dolayısıyla işlenen suçların ortaya çıkmaması için bir tasarım grubuna ihtiyaç vardı ve Alman tini bunu tarihin en eski söylencelerinden biri olan Günah Keçisi buyruğuna başvurarak gerçekleştirdi. Hiç şüphesiz Almanların, bu söylenceye başvurma istenci sıradan bir tesadüf değildi. Tanrının, Musa aracılığıyla Yahudiler için bahşettiği bu arınma buyruğunu, Alman tini onların ölümü için kullanmak üzere soyutlaştırdı. Dolayısıyla Weimar Cumhuriyeti’nin insani hayaleti bütün muhafazakar güçleri öylesine derin bir şekilde tahrik etmişti ki onu durdurmak için bir suçluya ihtiyaç vardı. Nitekim Yahudi halkı bunun için biçilmiş kaftandı ve böylece Alman ırkının geleceğini karanlığa sürükleyen günahkarlar olarak gösterildi. Kökenleri Batı Hıristiyanlığına kadar uzanan Antisemitizm bu vesileyle hortlamaya başladı. Bütün Alman burjuvazisi, mezhepsel ve liberal partileri (KP hariç) dahil, herkesin hemfikir olduğu iki kutuplu bir toplum oluştu.
Kutuplaşmanın derinleşmesine sınırsız katıkılarıyla bilinen Alman ırk teorisyenleri “üstün Ariyan ırkının” nihai zaferinin ancak Yahudilerin bizatihi eliminasyonuyla mümkün olabileceğini ifade ediyordu. Bu ifadenin somut haliyse “üstün ırkın” sahneye koyduğu nihai dünya savaşı oldu. Böylece Ariyan ırkının kolektif hayaleti insanlık değerlerine karşı yıkıcı nefrete dönüşerek evrenin temel taşlarını yerinden oynattı ve yıkımlar dehşetin sınırlarını aşacak kadar büyüdü. O günden sonra düşman imgelerinin özüne Günah Keçisi buyruğu yerleşti. Günümüz tabiriyle algı yönetimi olarak adlandırılan bu yönetsel mekanizmanın esas adı Günah Keçisi geleneğidir. Bugün sadece Tanrı yerine despotlar ve keçi yerine ise ötekiler geçmiştir. Mitolojik bir söylencenin ürünü olarak ortaya çıkan günah keçisi kavramının zamanla insanın insana layık gördüğü bir temsile dönüştüğü, bugün daha net bir şekilde görülmektedir. Dolayısıyla bütün günahları yüklediği bir öteki yaratıp, sonra da onu çöle sürmek insana mahsus bir riyakarlık olarak tarihe geçmiştir. Beşeri anlamda ahlaki çürümeye denk gelmesi ve toplumsal düzlemde etik değerlerin yitimiyle eşleşiyor olması bile caydırıcı olmamıştır. Çünkü arka planda katı bir ideolojik dogmayla dünyayı düalist bir yaşam alanına çevirerek varolmaya çalışır. Dönüştüremediği her şeyi nihai bir yıkıma tabi tutar ve yıkıma başlamadan önce, işleyeceği suçları yükleyeceği bir ötekini seçer. İyi ve kötü arasındaki kesintisiz savaşın varlığından hareketle dünyayı siyah ve beyazdan ibaret ve insanı insanın ezeli düşmanı olarak gösterme algısını kullanır. Özellikle öteki imgesinin nihai ziyanı için yaratılmış algıyla onu hedef tahtasına koyar. Burada oluşan ötekinin özelliği saf kötülüktür. Bu olumsuz imge, pozitif bir benlik imgesiyle kategorik bir şekilde tezat içindedir. Nitekim bu algıya paralel bir retorik gelişti ve modern dünyanın bir çok ırkçı ve popülist siyasetçisi tarafından ötekinin imaj linci için kullanıldı. Çünkü ötekinin imaj linci aynı zamanda onun varlığına dair bir tehditi de içerir. Nitekim Günah Keçisi kavramının modern muciti olan Alman tini insanlığa karşı işlediği bütün suçları katlettiği Avrupalı Yahudilerin sırtına yüklemişti. Milyonlarca insan “ırksal anlamda aşağı, zihinsel olarak zararlı ve medeniyet açısından ilkel” olarak gösterilip kasten katledilmişti. Dolayısıyla Nazilerin başvurduğu tarihteki Günah Keçisi metaforu bugün ülkemizde bir suç simgesine dönüşerek hayata sirayet etmeye başlamıştır.
Mevcut rejimin etrafında kümelenmiş ırkçı ve ulusalcı bütün unsurlar, Kürtler başta olmak üzere bütün ötekileri Günah Keçisi/suçlu olarak görmektedir. Nazi Almanyası’nın tasavvurundaki Yahudiler ile şoven Türk milliyetçilerinin kafasındaki Kürt imajı ve algısı birebir eşleşmiş düzeyde kötümserdir. Dolayısıyla yaşanan her sıkıntının ya içinde ya da çeperinde mutlaka Kürt “kötülüğü veya bölücülüğü” aranır.
Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar ülkenin başına gelen her belanın esas sorumluları olarak Kürtler gösterilir. Onun için Kürdün varlığı, “Türkün varlığına armağan olsun” diye kesintisiz bir çaba içinde olmuştur devlet aklı. Dolayısıyla bugün Suriye savaşı başta olmak üzere bütün kötülüklerin baş sorumlusu Kürt siyasi iradesi ve onun çeperindeki ötekiler olarak gösterilmektedir. Bunu, kapsamlı bir şekilde başvurdukları algı yönetimiyle her gün, hem sözel hem de görsel olarak canlı tutuyorlar. Altyapısını TV’lerde gösterilen özel savaş dizileri, sinema filmleri ve basılı medya kanalıyla hazırlıyorlar. Böylece işlenen veya işlenecek olan suçların kime ve nasıl yükleneceğine dair fikir ve metodlar öğretiliyor. Son olarak Cumartesi Anneleri’nin kayıp çocuklarıyla ilgili yaşananlara bakmak özellikle önemlidir. Dolayısıyla devlet eliyle işlenen suçlara meşruiyet sağlama ve sorumluluğu başkalarına yükleme algısı oluşturma faaliyetlerinin ağırlık kazandığı görülmektedir.
Şekil ve biçimlerinden azade olarak Kürdi coğrafyada meydana gelen olaylara karşı umarsızlık hali ve toplumsal tahammül bununla ilgilidir. Çünkü devlet kendi milli bekasını iyinin kötüye karşı verdiği kutsi bir dava üzerinde kuruyor ve başvurduğu her metodun bu bağlamda meşhur olduğu kabulünü şart koşuyor. Yani cumhuriyetin inşa sürecinden başlayarak kendi varlık nedenlerini, öteki olarak gördüğü Kürdün olgusal gerçekliğine bağlıyor. Bu hakikat büyük felaketten sonra hiç değişime uğramadan bugüne kadar devam etmiştir. Devlet karşı karşıya kaldığı bütün sorunların baş sorumlusu olarak Kürtleri gördü ve onun varlığına hep güvenlikçi bağlamda yaklaştı. Hatta iç düşman olarak kategorize edip kin ve nefretle üzerine gitti. Güçlü zamanlarda varlığını reddederken, güçsüz zamanlarda dış düşmanların iç mihrakları olarak gösterdi. Çünkü geç uluslaşmış ulus-devletlerin, oluşum süreçlerinin tahkimi için birden fazla meşkuk düşmana ihtiyacı vardır. Onun için devlet bugün Batının değerler merkezini kötülerken, Kürtleri de buna dahil etmektedir. Çünkü Kürtleri kötülüğün müttefikleri olarak görmekte ve böylelikle iç düşman olmanın yanı sıra temsili dış düşmanlar olarak da nitelendirmektedir.
Bugün Kürt şehirlerinin yıkımı, doğanın talanı, orman yangınları, Şengal ve Rojava’ya yönelik saldırıların esas sebebi, Kürtleri ebedi Günah Keçisi olarak görmesindendir. Bundan dolayı devlet her fırsatta temsili düşmanlara saldırır gibi öfkeyle Kürtlere yönelmektedir. Bütün dünyanın şahitliğinde cereyan eden anti Kürtçü kin, nefret ve inkar bu hakikatle ilgilidir ve bu hakikatin izleri derimizin altına işlemiştir.