Toprağı bol olsun, Kemal Sunal’ın oğlunun yönetip sahnelediği, televizyonda yayınlanan bir oyun dizisi var. Güldür Güldür Şov’un bazı bölümleri siyaset arenasından sahneler de içeriyor. Şimşek’ten önceki Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin, Erdoğan kürsüde konuşurken yanında, göbek teması sıralanan siyasetçilerin arasından sıyrılarak kameraların görüş alanına girme çabasını sahneledikleri bölüm sanırım en çok güldüren olmuştur…
Oyuncuların zaman zaman kendilerini tutamayıp seyircilerle birlikte gülmeleri ise oyunu daha da samimi kılıyor. Ama asıl başarıları sanırım doğaçlama yetilerinde saklı. Çünkü sahnedeki masasında, aynı zamanda izleyici olan yönetmen, bazen oyunu durdurup anlık değişiklikler yapmalarını istiyor ve bu yeni duruma göre yaratıcılıklarını kullanan oyuncular seyirciyi daha da etkilemeyi ve oyunun içine çekmeyi başarıyor. Bir de duruşma skeci var. Yargıç, mübaşir, ilginç sanıklar ve diyaloglarla, topluma ayna tutuyor.
Ali Sunal ve oyuncular beni bağışlasın ama bütün çabalarına rağmen bizim yargı sisteminin aktörleri ve yönetmenlerinin yeteneklerine yaklaşamıyorlar bile! Yönetmenin talimatlarına göre anında kulvar değiştirip yeni emirlere öyle hızlı uyum gösteriyor, yeni senaryolar üretiyorlar ki en deneyimli tiyatro oyuncuları bile yanlarında amatör kalır! Hatta bazen yönetmenden talimat gelmeden, bakışlarından bile vazife çıkarıp replikleri değiştirebilirler.
Hakkâri Belediye Başkanı Mehmet Sıddık Akış’ı 10 yıldır mahkûm edecek bir kanıt bulamayan mahkeme, görevden alındığını ve yerine valinin kayyum atandığını duyar duymaz harekete geçti. Kamuoyunda, seçilmesine engel teşkil edecek hiçbir yargı kararının olmaması şiddetle eleştirilince. Güldür Güldür bir süratle, 2 gün içinde “alın size yargı kararı” diyerek 10 yıllık davayı hükme bağladılar. Akış’a verilen 19 yıl 6 ay hapis cezası kimseyi güldürmese de yönetmen sonuçtan memnun, “yargı kararına herkes saygı göstersin” diyerek oyuncuları alkışlıyordu. Kibar Feyzo’nun deyişiyle “Ağamız bizimle eyleniydi!”
Bu oyunu koltuklarından izleyen, yandaşlar bir yana kendilerine muhalif sıfatını yakıştıranların tutumları ise ayrı bir tiyatro! Yorumların çoğu “bir suçu varsa eyvallah!” sözcükleriyle başlıyor. Çoğunda ise “Bunu yanlış buluyorum, katılmıyorum, karşıyım” benzeri cümlelerin ardından öyle bir “Ama” geliyor ki hala bizleri şaşırtmayı başarıyorlar.
2016 yerel seçimlerinden beri toplam 143 belediyeye kayyum atayan AKP-MHP iktidarının, Kürdün iradesini yok saymaya devam ettiğini bilmiyorlar sanırsınız. En sık duyduklarım ise “DEM Parti, kovuşturmaya uğramamış birilerini neden aday göstermiyor?” sorusuydu! Aslında bal gibi biliyorlar. Devletçe fişlenmemiş, soruşturma, kovuşturma geçirmemiş, zindana düşmemiş, katledilmemiş Kürt hanesi kalmadığını; Kürt Halkının demokratik haklarını savunanların “terörist” ilan edildiğini; barıştan söz edenlerin artık “etki ajanlığıyla” suçlanacağını; yeni Seferberlik Yönergesinin Kürtlere karşı bir katliam hazırlığı olarak “resmî gazetede” yayınlandığını bal gibi biliyorlar. Kürdün işkence görmesinin, zorla kaybedilişinin, evinin, köyünün yakılışının cezasızlıkla ödüllendirildiğini biliyorlar. Dört Ayaklı Minare önünde canlı yayında katledilen ve vurulma anının 12 saniyelik bölümü kayıtlardan silinerek sanık polislerin bilinçli olarak korunduğu Tahir Elçi cinayetinin, olay yerine 4 ay sonra giden savcısının talebiyle faillerinin beraat ettirildiğini bal gibi biliyorlar!
Bir de o ekranlardaki üstten dil yok mu insanı zıvanadan çıkarmaya yetiyor: “Aslında biz DEM Parti’ye müsamaha ile bakıyoruz!” Ah zahmet ediyorsunuz diyesi geliyor insanın. Yahu kim sizden “müsamaha”, “anlayış”, “hoşgörü” talep ediyor? Salt insan olmaktan kaynaklanan en temel hakların gasp edildiği bir devlet düzeninde kimin haddidir bir lütuf gibi “müsamaha” sunmak? Kimin haddinedir halkın iradesini yok saymak, seçilme hakkını gasp etmek? Ortada kocaman bir haksızlık, hukuksuzluk ve buna direnen onurlu insanlar var sadece. Hangi hoşgörüden bahsediyorsunuz? “Yumuşama, normalleşme” adı altında sürdürülen yılışıklığı, bu halkın komedi izler gibi izleyeceğini mi sanıyorsunuz?
Devlet, Siyaset ve Yargı sahnesini Hacivat perdesine çevirenler, son sözü hep Karagöz’ün, hem de “perdeyi yıkıp viran ederek” söylediğini unutmamalıdır!