2024 yerel seçimlerinin en önemli sonuçlarından biri ve belki de başta geleni 2023 genel seçimlerinde ortaya çıkan siyasal tablonun ve bu tablonun hukuksal sonucu olan siyasal güç dağılımının, bugün de bir yıl önce de, Türkiye ve Kürdistan’da hüküm süren gerçek ekonomik ve toplumsal ilişkileri ve gerçek yaşam örüntülerini yansıtmadığına ilişkin reddedilmesi olanaksız göstergeler ortaya koyması.
Şimdi, yeniden tartışma konusu olduğu şekilde, ister muhalefetin “beceriksizlikleri”, “başarısızlıkları”, “yanlış stratejileri”, “yanlış adayları”, “yanlış politika tercihleri” vb, vb nedeniyle kaybedilmiş, ister iktidarın “adaletsizlik”, “hile”, rüşvet”, ihanet”, “zorbalık” ve “şiddet”i yoluyla kazanılmış, isterse her ikisinin de eş zamanlı ve birbirini besleyen süreçler olarak gerçekleşmesinin sonuçları öğrenilmiş çaresizlikle “meşru” addedilmiş olsun, 2023 genel seçimlerinin eseri olan iktidar denkleminin 2024 yerel seçimlerinin yarattığı siyasal ve toplumsal güç haritası karşısında hükümsüzleştiği apaçık.
Kaldı ki, bir uluslararası araştırma grubunun 2018’den beri yayımladıkları, fikri takibe dayalı “adli seçim çözümlemeleri”, en iyimser varsayımla Nisan 2017 referandumundan başlayarak 2018 ve 2023 genel seçimlerinin de, sonucu etkileyecek, örgütlü, sistematik hile ve yolsuzlukların gölgesinde gerçekleştiğini çoktan ortaya koymuştu. (bkz. https://bianet.org/haber/erdogan-lehine-oy-pusulasi-sisirildi-yuzde-2-4-hile-var-279742)*
31 Mart 2024 yerel seçimleri, yalnızca “hormonlu” olduğu yukarıda sözü edilen araştırmalarda ikna edici bir biçimde ortaya konulan 2023 genel seçimlerinin yolsuzluk ve hile ürünü siyasal tablosunun karşısına toplumsal ve politik gerçekleri dikmekle kalmadı. Kimilerinin 2024 yerel seçimleriyle bir kez daha doğrulanacağından kuşku duymadıkları “güçlü lider Erdoğan” efsanesini de tuzla buz etti.
Erdoğan elbette, meşru olmasa bile kitabına uydurulmuş olan Başkanlık yetkilerini kullanma gücünü 2024 yerel seçimlerinden sonra da elinde tutmaya devam ediyor. Ancak, toplumsal ve siyasal hakikatin 2024 yerel seçimleri sonuçları üzerinden dışa vuran izdüşümü, Türkiye ve Kürdistan’ın hiçbir zaman sahiden “evet” demedikleri Erdoğan’ın “başkanlık rejimi”ni siyaseten de reddetmiş olduğudur.
Öte yandan 31 Mart 2024 yerel seçim sonuçları Erdoğan’ın, üzerine nice varsayımlar inşa edilen “güçlü liderliği”nin de bir şişirmeden öteye geçmediğini, “güçlü liderlik” tamlamasındaki “güç”ün kaynağının halkların ve hatta kendi partisi ve partililerinin rızası olmayıp, daha ne kadar tam manasıyla elinde tutmaya devam edebileceği bilinmeyen devletin zaptiyesi, adliyesi, maliyesi ve askeriyesine komuta etme yetkisinden ibaret olduğunu da çırılçıplak ortaya koydu.
Bu çöküşün bizi ilgilendiren en önemli sonuçlarından biri, Kürt sorununun barışçı ve demokratik çözümü bağlamında aslında hiçbir zaman -örneğin Güney Afrika’da apartheid rejiminin tasfiyesini sağlayan Mandela-De Klerk ilişkisindeki gibi- diğer “güçlü lider Öcalan”ın muadili olmayan Erdoğan’ın, artık böyle varsayılması için görünüşte de olsa hiçbir maddi ve politik temelin mevcut olmadığının çırılçıplak ortaya konulmuş olması.
Esasen tarihte hiçbir “çatışma çözümü”, maddi, ekonomik, toplumsal, politik, kültürel ve uluslararası koşulların bir araya gelmesinden oluşan külli irade olmaksızın, “güçlü liderler”in bireysel iradeleriyle masa başına geçmeleriyle gerçekleşmedi. Bu tarihsel ve politik hakikate karşın “güçlü liderler”e dayalı formüllere yönelik naif heveslerin bunca zemin kazanmasının en önemli nedeni, Kürt halkının kalıcı, adil ve onurlu bir çözüme olan ihtiyacıyla, bu ihtiyacın gerçek bir rejim değişikliği olmaksızın tatmin edilemeyecek olması arasındaki çelişkinin kendisinde yatıyor.
Rejimin bu çelişkinin en etkin çözüm yolu olan siyasal mücadele kapısını sıkı sıkıya kapatırken halkların çözüm umudunu metafizik beklentilere çıpalayarak seçim dönemlerinde beklentileri siyasal desteğe tahvil manevralarına girişmesi çözüm değil çözümsüzlük vaadi olmaktan öteye gidemezdi ve öyle de oldu. 31 Mart seçim sonuçları bu kapıyı da artık kapatıyor. Çünkü artık “çatışma çözümünde güçlü liderler” teorisinin kaçınılmazca muhtaç olduğu iki “güçlü lider” yok, bir güçlü lider var.
1989’dan bu yana en acımasız koşullarda cezaevinde izolasyona tabi tutulan, dış dünyayla teması her şekilde kopartılmış, tutsak Abdullah Öcalan’ın yalnızca Türkiye değil, İran, Irak ve Suriye’de de Kürtlerin özgürlük emel ve mücadelelerinin lideri olduğu ve siyasal ve düşünsel nüfuzunun hiç azalmayıp tersine çoğaldığı bir nesnel hakikat. Konumunu kolektif mücadele dışında hiçbir şeye borçlu olmayan Öcalan 25 yıl boyunca hareketinin başında kalmaya devam ederken Türkiye’nin başından kimler geldi geçti: Turgut Özal, Süleyman Demirel, Tansu Çiller Mesut Yılmaz, Necmettin Erbakan, Bülent Ecevit, Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Binali Yıldırım. Tayyip Erdoğan bu kervana katılmak üzere sırasını bekliyor. Türkler ve Türkiye bunlardan birini “güçlü lideri” olarak anımsıyor mu veya anımsayacak mı?
Ve nice Genelkurmay başkanları, dört yıldızlı generaller, Kürdistan devrimcilerinin “kökünü kazıma yeminleri” ettiler: Necdet Üruğ, Doğan Güreş, İsmail Hakkı Karadayı, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Hilmi Özkök, Yaşar Büyükanıt, İlker Başbuğ, Necdet Özel, Hulusi Akar, Yaşar Güler… Bunlardan bir tekinin, “ayaklanma bastırma” operasyonları, yani kendi yurttaşıyla savaşma dışında bir askeri liderliğini, bir marifetini, bilen gören var mı?
Bu tabloya bakınca düşünceleri, eylemleri ve hitap alanındakilerle manevi alışverişinin yüksekliği bağlamında Öcalan’dan başka bir “güçlü lider” görünmüyor. Kaldı ki çoğu kez karizmatik ve buyurgan tarzlarla özdeşleştirilen “güçlü liderlik teorisi”nin hızlı karar alma ve inisiyatif kullanma açısından işe yarasa da sıra “çatışma çözümü”ne geldiğinde tek başına bu niteliklerin sorun çözmekten çok yeni sorunlar doğurma riski içerdiği de tarihsel deneyimle sabit. “Güçlü liderlikler”in kendi başına çözüm dinamiklerinin kompleks doğasını ikame etmesi fikrinin naifliğini tartışmak bile gereksiz.
Dolayısıyla, 1 Nisan’dan bu yana somut gerçekliğin ima ettiği şekilde “güçlü liderlerle çatışma çözümü” fikrine daha fazla mesai ayırmaya gerek kalmamış olması, güçlü, gerçek, kapsayıcı ve gerçekten ilham verici bir toplumsal barış hareketini hep birlikte inşadan ve bu hareketi toplumsal kurtuluşun temel direklerinden bir kılmaktan daha sahici, daha acil ve daha sonuç alıcı bir hedef olmadığını bir kez daha doğruluyor.
Bütün güç halka…