Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali kararı ile bir kez daha gündeme gelen Barış Akademisyenleri’ne dair okurlarımız için bir yazı dizisi hazırladık. Yazı dizimizin ilk bölümünde, ne dediler de bu kadar yoğun baskıya maruz kaldılar ve yaşadıkları hukuksal süreci özetledik. Yazı dizimizin devamında ise Barış Akademisyenleri’nin kendi anlatımları, hikayeleri, kayıpları, zorlukları, dayanışmaları yer alacak. Kendi kalemleriyle hikayelerini yazacaklar. Son olarak Türkiye’nin toplumsal bilincine her alanda katkı sunan bu zihinlerin makalelerine yer veriyoruz. Uzmanlık alanları üzerinden ülkenin içinde bulunduğu durumu yorumladılar, analiz ettiler. Yani kendilerini ve ülkenin halini anlattılar.
Bu marulun tohumunu Fransa’da tarım öğrenmek için gittiğim bir komünden almıştım, Longo Maï komünün adı. Yurtdışındayken çeşitli çiftliklerde tecrübe edinmeye çalıştım. Longo Maï çok özel bir yer çünkü, onların tohumlarını sürdürebilmek çok önemli benim için.
Güçleniyoruz umutlanıyoruz çoğalıyoruz
Bediz Yılmaz
Ben Barış için Akademisyenler bildirisini imzaladığımda 10 yıldan uzun süredir Mersin Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde görev yapmaktaydım. O üniversitede 20’den fazla imzacı idik ve imzacıların yarısı bizim fakültedendi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi. Bildiriyi takip eden günlerde Mersin’de, kentin demokrat yapısı sayesinde herhangi bir dışlayıcı tavır ile karşılaşmadık, ama üniversite yönetimi çok hızlı bir biçimde bizleri uzaklaştırdı ve bunu da “öğrencilerle yan yana gelmeleri bile doğru değil” şeklindeki hakaretamiz sözlerle yaptı. Rektörün, rektör olmaya çalıştığı sırada ortaya koyduğu profil ile atandıktan sonraki süreçteki tutumları ve sözleri tamamen farklı, bizleri zaten Eğitim Sen’li olduğumuzdan dolayı tanıyor ve zannederim fırsat kolluyordu. Bildiri beklediği fırsatı verince bütün kamu üniversiteleri içinde imzacıları işten çıkaran ilk rektör olma unvanını kimselere kaptırmadı. Buna bakarak bir “tek adam rejimi”nden ziyade topyekun ve gönüllü bir otoriterleşme içinde olduğumuzu düşünüyorum. Emir verilmesi bile gerekmiyor çoğu zaman, emir telakki edilip koşa koşa yerine getiriliyor henüz buyruk dahi olmayan fikirler.
Eleştirel beyinler
Tasfiye edilen gruba dair yapılan incelemelere göre, Barış için Akademisyenler, ağırlıklı olarak sosyal bilimler alanında eğitim ve araştırma yapan kişilerden oluşuyor; siyaset bilimi, sosyoloji ve hukuk ana branşlar. Eğitimini yurt dışında yapmış olanların sayısı epeyce fazla. Bir başka dikkat çeken unsur da doktora öğrencilerinin de sayıca oldukça fazla olması ve doktora öğrencilerinin de ciddi bir kısmının tasfiye edilmiş akademisyenlerle tez çalışması yürütüyor olması dikkat çekiyor. Yakından baktığımızda, BAK bildirisine imza atmış olan akademisyenler için ülkenin beyni demektense, “ülkenin eleştirel beyni” demenin daha doğru olacağını düşünüyorum.
Etkisini uzun vadede göreceğiz
Zira çok iyi eğitim almış, tıp, mühendislik veya temel bilimlerde akademisyenlik yapan muazzam beyinler var ülkemizde, ama bu kişilerin yaşadıkları topluma dair eleştirel bir söz üretmeleri, sosyal bilimler alanındakilere göre daha nadir rastlanan bir durum. Sosyal bilimlerde de çoğu kişi suya sabuna dokunmadan, toplumsal meselelerin en kritik olanlarına bakmadan koskoca bir kariyer yapabiliyorlar, bunu çok gördük, ama eleştirel bir tutum takınma yine de bu alanda daha yaygın ve hem bildiriye imza atanlar hem de tasfiye edilenler bu grup içerisinden. Bu durumun esas yıkıcı etkisini uzun vadede göreceğiz, üniversitelerde sorgulayıcı çalışmalar yapmayı bir yana bırakalım, derslerde en küçük eleştirel soru sorulamayan bir ortamda yetişen yeni kuşakların yaşadıkları dönemin muktedir konumdaki fikir ve kişilerine çok daha rahat boyun eğeceklerini kestirmek zor değil.
Ağır bir hak kaybı
Bildirinin ardından gelen karalama ve tasfiye dalgası sırasında dayanışma adına oldukça güzel şeyler yaşadık, sendikamızın tüm zorluklara rağmen sunmaya çalıştığı maddi destek paha biçilmezdi, toplumun muhalif kesiminin sahip çıkışı, aramızda kurduğumuz dayanışma ağları, kendinden çok başkasını düşünen, bütünün hayrı için çırpınan onlarca insanın güzelliği… Ama bize dayatılanlar karşısında çok iyi bir sınav verdiğimizi düşünmüyorum; daha açık söylemem gerekirse, 2000’den fazla imzacı çeşitli biçimlerde bölünmeye çalışıldı ve bunda da epeyce başarılı olundu. Çok üzülerek belirtmek isterim ki bildiriyi takip eden ilk yıl içerisinde işini kaybetmiş ve KHK yoluyla akademik hayatta var olması engellenmiş birinin neler yaşadığını tüm bu süreç içerisinde bu denli ağır bir hak kaybı yaşamayanların anlayabildiğini zannetmiyorum.
Yaşam mücadelesi başladı
Kendine kurduğu gelecek hayali ve rotası bir anda yıkılan doktora öğrencisini de anlayamadı aynı kaderi paylaşmayanlar. Taşradaki baskıyı büyük kentler anlayamadı, doktorasını henüz bitirmiş hiçbir tecrübesi olmayanın halini profesörler anlayamadı, her ikisi de KHK’li olsa dahi. Görevine devam edip de yurt dışında kongreye katılma izni alamayan ile pek çok şeyin yanı sıra pasaportunu da hepten kaybetmiş olanlar aynı dili konuşamaz oldu. Yurt dışında burs bulup da çıkabilenler ile çıkamayanlar uzak düştü. Maaşını almaya devam edenlerle üç beş kuruş kazanıp hayatını sürdürmeye debelenenler ayrı dünyalara savruldu, muhtemel ki ilk grup sendikaya düzenli ödeme yapmayı fazla uzatmadı, ikinci grup da hayatı eskisi gibi devam ettiremediğini açık etmedi, ama küstü, içine kapandı, veya en basitinden, yaşama uğraşı içinde kayboldu gitti.
Hayalim: Akademik çiftlik
Benim üniversite ile ilişiğim üç yıl önce rektör tarafından kesildi, ardından KHK’si de eksik bırakılmadı. Bu üç yılın iki yılını Almanya’da evimden ailemden uzakta, evet akademinin içinde ama bildiğim tanıdığım hayatın dışında, olmak istemediğim bir yerde geçirdim. İki yılın sonunda yaşamak istediğim ve mücadele vermek istediğim yerin neresi olduğuna dair cevabım çok netti, o nedenle herhangi bir tereddüt yaşamadım. Dönerken yapmak istediğim iş konusunda kafam da çok netti, o nedenle de gelir gelmez onu gerçekleştirmeye dair arayışa başladım. Şimdi, 8-9 aydır çiftçilik yapıyorum. Birkaç arkadaşla birlikte permakültür ilkeleriyle zeytin ve mevsimine göre sebze üretmeye çalışıyoruz. Bundan gelir etmek henüz mümkün olmadığı için ayrıca çeviri, dil dersi, editörlük vb çeşitli işler de yapıyorum buldukça. Ayrıca Mersin’de imzacı dostların kurduğu kafe-kütüphane Kültürhane’nin etkinliklerine katılıyor, bir kısmının organizasyonunda da yer alıyorum; orada hepimiz nefes alabiliyoruz, güçleniyoruz, umutlanıyoruz, çoğalıyoruz. Üniversiteye dönmeyi düşünmüyorum, tam tersine, çiftçilikte başarısız olup dönmek zorunda kalmaktan korkuyorum. Kendimi akademiye ait hissetmiyorum, onun dışında kurulmuş Kültürhane benzeri yerlerde var olmayı ve üretmeyi çok daha fazla önemsiyorum. En büyük hayalim bir “akademik çiftlik” kurabilmek.
İlkel zihniyete karşı yeni yaşam
Emrah Günok
29 Nisan 2017 tarihli ve 689 numaralı KHK listesinde adımı görmenin bende yarattığı rahatlama ve tamamına erme duygusu, imzacı olmaktan kaynaklı olarak bir yılı aşkın süredir maruz kalmakta olduğumuz rektörlük tacizinin sonunun geldiğini müjdeliyordu. Cumhurbaşkanının sert çıkışı ve hakaretlerinin yarattığı görünürlük sayesinde farkına vardığım imza kampanyası, zaten uzunca bir süredir İMC TV’den takip etmekte olduğum doğu illerindeki düşük yoğunluklu savaşın ve bu savaşta sivillerin uğradığı kayıp ve zararların karşısında suskun kalmak istemeyen için bir alan açıyordu. O imzayı atmak ve aynı üniversitede çalıştığım 11 meslektaşımın arasına katılmak kaçınılmaz olmuştu. Tereddüt bile etmedim.
İhraca bahane çoktu
O zamanlar henüz nişanlı olduğum eşim gerektiği yerde sesini yükseltmesini bilen bir kadın, Kürt ve Alevi olarak araştırma görevlisi kadrosunda yer aldığı İktisadi İdari Bilimler Fakültesi’nde uzun zamandır mobbinge uğramaktaydı. 29 Aralık 2016 tarihli savaş karşıtı Eğitim Sen grevine iştirak etmiş olması, Temmuz 2017’de benimle aynı kervana katılmasına yol açtı. Benden sonra evde maaş alan bir kişi kalsın diye imza vermemiş olması da bu durumu değiştirmedi. Özellikle onun başına gelen şey 15 Temmuz sonrasında devletin bir sistem olarak tamamen yozlaşacağının iyi bir göstergesiydi. Eşimin durumunu özel olarak sormak üzere ilk ve son kez kapısını çaldığım rektör, gözlerini kaçırarak da olsa hata yaptığımızı, Türkiye kadar güçlü bir devlete meydan okumamak gerektiğini söyledi.
Kültürhane günleri başladı
Vatandaşı ezip susturmayı güç zanneden bu ilkel zihniyete terk edilmiş olan üniversite artık bizim kafamızdaki bilim idealine ev sahipliği yapabilmekten uzaktı. Kocaeli Üniversitesi’nden ihraç edilmiş olan hocalar sayesinde dayanışma akademisi fikrinden haberdardık. Üniversite yerleşkesindeki lojmandan çıktıktan sonra Van şehir merkezine yakın bir yerden ev tuttuk ve ben öğrencilerimizin işlettikleri çeşitli kafelerle Eğitim Sen’in kullanıma açtığı toplantı salonunda ders vermeye başladım. 3 ay boyunca devam eden bu ders sürecinin nihayete ermesiyle birlikte önce Van’da nikah, sonra İstanbul’da düğün yapıp, önümüzdeki 1 yılı geçireceğimiz Mersin’e doğru yola çıktık. Mersin’deki küçük yazlık Van’daki sobalı evin yaratabileceği zorlukların etrafından dolanabilmemize olanak sağlıyor, akademiyi dışarıya çıkarma fikrini uygulamaya devam edebileceğimiz yeni bir mecraya kavuşmamıza önayak oluyordu. Böylelikle Kültürhane günleri başlamış oldu.
Felsefe olması gereken yere taşınıyor
Ulaş Bayraktar, Ayşe Gül Yılgör, Deniz Altınay ve Nalan Turgutlu tarafından bir kafe olarak işletmeye açılan mekan, oldukça zengin bir içerik sunan Mehmet Fatih Traş Kitaplığı ve sonu gelmez etkinlik döngüsü sayesinde tam bir kültürevi hüviyetine bürünmüş vaziyetteydi. Ayşe Gül hoca ve diğerlerinin yardımıyla eşim Mersin 7 Renk LGBTİ Derneği’nde proje koordinatörü olarak işe başlarken, ben Van’dan atılıp Mersin’e gelmiş olan bölüm arkadaşım Zeliha Burcu Acar’la birlikte “Çocuklara Felsefe” isimli bir ders açma ve felsefeyi olması gereken yere, yani çocuk zihninin derinliklerine taşıma şansı buldum. 3 ay kadar devam eden bu dersin bitiminde çocukların dersinden ilham alan ebeveynler felsefe meraklısı başka arkadaşlarıyla bir araya gelerek bir ders talebinde bulununca ortaya “Büyüklere Felsefe” ismini verdiğimiz siyaset felsefesi dersi çıktı. Yine 3 ay süren bu ders devam ederken, büyük ölçüde sevgili Esra Kilim’in çabalarıyla ortaya çıkan ve Eğitim Sen bünyesinde hayat bulan “Çocuk Akademisi” etkinliklerinin iki tanesinde felsefe koordinatörü olarak görev aldım. Felsefi tavrımı çocukların zihinlerindeki çekiçlerle yeniden haddeleme şansı bulduğum bu bir yıllık Mersin ikametine iki tane de küçük kitap çevirisi sıkıştırdığımı söylemeden geçmeyeyim.
Kır yaşamı başladı
Nihayetinde hayat bize eşimin Bingöl’deki köyünde yazma, okuma, yürüme ve toprak meşgaleleriyle dolu keyifli bir üç ay hediye etti. Tadına doyum olmayan ve en azından bir süreliğine arıcılık yapma hayalleri kurmama yol açan bu basit ve dinginlik dolu kır yaşamı bana olduğu kadar eşime de çok iyi geldi. Ama mecburi tatil dönemi içindeki gerçek tatilimiz olarak adlandırabileceğim bu mutlu konaklama 2018 Aralık ayında İstanbul’a, eşimin anne-babasının bize bıraktıkları eve taşınmamızla son buldu.
Akademik yaşam devam ediyor
2019 Şubat ayında başladığım yeni bir kitap çevirisine ek olarak Yapı Kredi yayınları tarafından çıkartılan Cogito dergiye yaptığım tercümeler sürerken eşimle beraber Çağlayan Adliyesi’ndeki Barış Akademisyenleri’nin davalarına katılmaya çalıştık. Kocaeli Dayanışma Akademisi’nin değerli hocalarıyla tanışıp akademi bünyesinde açılan Hayat Okulu derslerinde hocalık yapmaya başlamamız mart ayının ikinci yarısını buldu. Bu dersler sürerken mayıs ayının ortalarında diğer dayanışma akademilerini birlikli bir yapıya kavuşturan ve bürosu Kadıköy’de bulunan BİRARADA Derneği’nde yarı zamanlı yardımcı proje elemanı olarak işe başladım. Bir yandan bu işe devam ederken, diğer yandan da KODA’nın eylül ayında başlayacak yeni dönemi için ders hazırlıyorum. Uzun sözün kısası eski günleri aratmayacak yoğunluktaki bir akademik yaşantıyı devam ettirmek ve birbirinden değerli insanlarla tanışıyor olmaktan dolayı kendimi oldukça şanslı hissediyorum.
Yarın: Filiz Arıöz- Ahmet Özdemir Aktan
https://yeniyasamgazetesi6.com/baris-adalet-ve-demokrasiye-giden-yol-gulcan-dereli/