‘Toute nation a le gouvernement qu’elle mérite.’
Joseph de Maistre (1753-1821)
Güç istenci, Friedrich Nietzsche ve Michel Foucault için insanlar arası bütün ilişkilerin, en çok da siyasetin kurucu ontolojisidir. Güç sahibi olma ve bunu sürdürme arzusu insan doğasına o denli içkin hale gelmiştir ki, neslini sürdürme içgüdüsü ile iktidarını sürdürme içgüdüsü çoğu zaman birbirine karışır. Mülkiyet ve servetin getirdiği güç ve itibarın kuşaktan kuşağa aktarımını garanti altına alan miras kurumu, hem klasik hem de modern çağlarda Batı medeniyetinin temelini oluşturuyor. Modernite öncesi çağda, miras kurumunun yanında siyasi iktidarın da kan bağı ile aktarılması geleneği vardı. Hanedanlar böyle kuruldu ve sürdürüldü. Bazıları halen devam ediyor. Öte yandan, ender de olsa yeni hanedanlar da oluşabiliyor. Örneğin, Erdoğan’ın yalnızca kendi saltanatını sürme arzusunun ötesinde, iktidarının kendinden sonra da devamı yolunda kaygılar taşıdığı anlaşılıyor. Bu uğurda, önce her iki oğlu üzerine de siyasi yatırım yapmanın çeşitli trajik nedenlerle mümkün olmadığını idrak etmesini takiben damadı Berat Albayrak’ı ‘veliaht’ olarak uzunca bir süre ısrarla denediği gözlendi. Ama Berat bey de oldukça trajik koşullar içinde siyaset sahnesini terk etmiş bulunuyor.
Sarayın talimatları altında çalışan medya kuruluşları, son haftalarda ansızın Erdoğan’ın bir damadı daha olduğunu fark ettiler: Mühendislik eğitimi görmüş olan Selçuk Bayraktar, İHA ve SİHA’larıyla ünlü bir şirketin teknik müdürü. TSK’ya bol miktarda satılan bu ürünler, aynı zamanda saray bünyesindeki Savunma Sanayi Başkanlığı aracılığıyla Ukrayna ve Azerbaycan gibi ülkelere ihraç ediliyor. Bu durum, son haftalarda bir nevi ‘Türk teknoloji mucizesi’, bunun mucidi de başkanın damadı Selçuk bey olarak parlatılıyor. Geçtiğimiz hafta İstanbul’da gerçekleştirilen Teknofest etkinliği, bu yeni ‘veliaht’ın promosyonu için büyük bir fırsat sundu. CNNtürk’ten Akit’e, Yeni Şafak’tan NTV’ye her yerde saatlerce, sayfalarca ve manşetten ‘Selçuk Bayraktar mucizesi’ konuşuluyor, yazılıyor.
Bayraktar, siyasette hemen boy göstermeyebilir. Bu arada uzunca bir süredir kamuoyu ve medyanın dikkatlerinden uzak tutulmakta olan Albayrak, bir ‘veliahtlık’ girişiminde daha bulunabilir. Ama her iki ismin de Erdoğan’ın Osmanlı’nın yıkılışından yüz sene sonra yeniden bir hanedan oluşturma fantezisi için beklemede oldukları belli. Tabi ki böyle bir post-Kemalist hanedan oluşturma hayali, daha çok post-komünist Kim Jong ve Aliyev ya da post-Baas Esad hanedanlarını çağrıştıracaktır. İç savaş çıkarma temayülleri açısından Suriye’ye, enerji tekeliyle halkının tepesine çökmesi hasebiyle Azeri rejimine, balistik ve nükleer füzelerin muadili İHA ve SİHA’lar üzerinden meşruiyet yaratma çabasıyla da Kuzey Kore’ye benzetilecektir.
Bu tür nahoş düşünceleri istem dışı olarak akla getiren vaka, İstanbul Sözleşmesi’nin asli celladı Oğuzhan Asiltürk’ün vefatı oldu. Geçen aylarda kameralar karşısında sergilediği çeşitli semptomlarda son günlerde düzelme görülüyor olsa da Erdoğan’ın tıbbi durumu üzerine de net bir bilgiye ulaşmak mümkün değil. Bu durum, siyaset erbabı arasında, meclis ve parti koridorlarında, hatta sarayın loş dehlizlerinde bile post-Erdoğan dönemi üzerine spekülasyonlar oluşmasını kaçınılmaz kılıyor.
Her fani gibi ‘güç içgüdüsü’nün tesirinden çıkması mümkün olmayan Erdoğan’ın iktidarını ilelebet payidar kılmaya yönelik vizyonu, böyle bir hanedan projesine işaret ediyor. Tamı tamına yüz kırk beş senedir ha demokratikleştik ha demokratikleşeceğiz umutları içinde yaşamaya itilmiş Türkiye toplumuna bu müstahaktır mıdır sorusunun yanıtını merak edenler, başlangıçtaki alıntıyı çevirip duvarlarına assınlar.