“İşte tanıksın daha nelere
testi gömüyorlar göğsüne
eskisin diye
keçe gibi kimi zaman parlatmak için
bakır kaplara sürüyorlar seni
şair, hiçbir tansık bekleme
dolaş yıkıntılar çöpler içinde*”
Ölü bir delinin eskimiş defterlerine benzeyen defterlerimin birine geçirdiğim bu şiir, her okumada farklı bir yankı oluşturuyor ruhumda. Ama şimdi, bir topraksızlığa gömülü olarak geçen bugünlerde, “göğsümüze gömülü olanın” sadece ‘testi’ olmadığını fark ediyorum. Anılar da gömülüdür, binlerce anı, binlerce hayal, binlerce hayat. Kurumuş yapraklar, eskimiş çoraplar, kırık tokalar, sinirli taraklar. Ve gömülen yok olmuyor asla; uzak bir çağrı, yakın bir dokunuşla hep oradadır aslında, göğsümüzde!
Ve biz zamana da gömülürüz aslında, sevmediğimiz ya da sevdiğimiz an’lara, yıllara gömen ve gömülen aynı kişidir bu yüzden, aynı şeydir; sadece roller değişiyor arada bir. Dünün gömüleni bugünün gömeni oluyor. Geçen yıl beni bir çömlekte ırmağın dibine gömen ben; bugün başka bir ben tarafından solmuş çiçeklerin altına gömülüyor.
Yarın göğsüme “bir testi” gömecek olan ben, öbür gün bir defterle gömüleceğini biliyor mesela. Aynı zamanda geçen her gün ve geceyi de belleğimize ve bedenimize gömeriz; bazen sisli bir acelecilikle, bazen hantal bir işçilikle. Ama eski Mısır’da “ölü” denilen sevdikleriyle birlikte gözyaşı şişelerini de gömermiş insanlar: sevilen kişi, ne kadar çok sevildiğinin kanıtı olan o gözyaşı şişeleriyle avunsun diye.
Gözyaşlarını şişelere dolduran akıl ve duyguyu buradan bakınca anlayamayız belki ama kimi sorular sorabiliriz; gözyaşı gibi ağır, manidar ve manalı bir “su” şişelerde ne kadar durabilir? Her bir damlası bir yağmur kadarken, o şişelerden taşıp derya olmaz mı? Ama burada soruları durduran bir çan çalıyor: Belki bizim de göğsümüzde gözyaşı şişeleri gömülüdür, ya da şöyle: Onların mezarlarına gömülen gözyaşı şişeleri, belki bizim göğsümüze gömülüdür.
Belki. Gömülme sadece toprakla gerçekleşmiyor belli ki, bazen kısacık bir an’ın oluşturduğu devasa bir anıya da gömülür insan: Apollon’un Lir’i gibi mutlu ya da ağa yakalanmış bir kelebek gibi hüzünle çırpınarak. Sevdiği şarkılara da gömülür insan can-ı gönülden dinlerken. Sevdiklerinin gözlerine de gömülür, nane kokan bir mendile de. Yani ezberlenegeldiği gibi yalnızca toprağa gömülünmez, her şeye ve her yere gömülür insan ki toprak kısmı şu bakımdan da netamelidir: Toprak ona gömülen, emanet edilen her şeyi aslında geri verir. Mesela gömülen tohumları yeşerterek geri verir; buğday başakları, güller, çiçekler gibi. Gömülen bedenleri de sevdiklerinden ayrılmazlar diye hemen ardından, güncellenen hatıra, rüya, özlem, enerji ve sınırlı algı ve aklımızla tanımlayamayacağımız şeyler olarak geri verir, uğurlar bize doğru. Bugün güz yaprakları gömüyorlar göğsüme şair, gözyaşı şişelerim nerede?
*Metin Altıok