Hicran Urun
Her bayram “neşe dolar” çocuklar ama söz konusu Kürt çocukları olunca durum biraz farklı olabiliyor. Hele hele bu bayramın adı Newroz ise ateş yalnızca meydanlara değil, yüreklere de düşebiliyor. Biz bunu en son 2017 yılında Diyarbakır Newroz’una giderken katledilen Kemal Kurkut’tan biliyoruz ama ben sizi başka bir yıla götüreceğim. 21 Mart 1998’e…
Bakırköy Cezaevi’nde birlikte kaldığım Süreyya’dan (Bulut) dinlediğim bir başka Newroz öyküsü bu. Öykünün kahramanı ise Sema Yüce. Daha önce Sema Yüce’ye ait anlatılarda hiç denk gelmediğim ve ilk defa Sürreya’dan duyduğum bir detay beni Sema Yüce’nin hikayesinden alıp başka bir hikayeye götürüyor… Kürt çocuklarının 90’lardan bu yana değişmeyen hikayesine…
Bilen bilir 90’lar Kürt halkının yüreğine acı ve öfke, Türkiye tarihine ise kara bir leke olarak yazılmıştır. 98 Newroz’u da o kara lekeden nasibini almış bir Newroz’dur.
Birçok yerde kutlamalara saldırılar olmuş, zırhlı araçlara bindirilenler ya bir daha geri dönmemiş ya da ağır işkencelerden geçmiştir. Süreyya ise o yıllarda Sema Yüce ile birlikte Çanakkale Cezaevi’nde. Kutlamalara yapılan saldırı görüntülerini koğuşta hep birlikte televizyondan izlediklerini anlatıyor ve ekliyor: “Bir görüntüde-yanlış hatırlamıyorsam Van’da kadınlar ve çocuklar yerlerde coplanıyordu…”
Görüntüler hiç kuşkusuz her birini etkiliyor ama belli ki Sema Yüce’nin yüreği bir başka yanıyor çocuklara. Her şeye o anda mı karar veriyor yoksa görüntüler onu kararına bir adım daha mı yaklaştırıyor bilinmez ama Süreyya, o gece Sema Yüce’nin son sözünün “Bu Newroz serhildanlaşacak” olduğunu anlatıyor: “Bu söze önce pek anlam veremedik. Biz Sema’ya Serhildan diyorduk. Sabaha karşı slogan sesleri ile uyandığımızda Sema’nın bedenini Newroz ateşine çevirdiğini gördük. O an anladık ‘Newroz serhildanlaşacak’ derken ne demek istediğini. Koğuştan battaniye ile çıkarılırken son sloganı ‘çocuklarımızı coplatmayacağız’ oldu…”
O cümlede asılı kalıyorum. Yankılanan bir ses gibi zihnimde tekrar edip duruyor kelimeler: Çocuklarımızı coplatmayacağız!
Hikayenin geri kalanına odaklanamıyorum. Uğur’u düşünüyorum, Ceylan’ı, Enes’i, Cemile’yi. Ve daha katledilen onlarca çocuğu. Sonra, Turgut Uyar’ın dizeleri geliyor aklıma: “Başarısız, boktan bir kış geçirdik. Bir sürü çocuğu öldürdüler, kanımız bile akmadı.”
Sahi diyorum kaç çocuk! Kaç çocuğu öldürdüler de “kanımız bile akmadı!” Buzdolaplarına saklandı ölü çocuk bedenleri de lal oldu diller, sustu. Koca bir dünyanın kurudu da vicdanı, duymadı Surlu, Cizreli, Efrînli çocukların sesini…
Elbette kimse kendini yakmasın ama Sema’nın yandığı kadar da yanmadıysa yüreğimiz bu cehennem bizim. Ama biliyorum yetmez yalnızca yürek yangınları çocuk ölümlerini durdurmaya yetmez.
O vakit çocuklar yaşasın, Newrozlar’da da “neşe dolabilsinler” diye içeride dışarıda bedenini açlığa yatıran Sema’nın yoldaşları geliyor aklıma. İşte o zaman umudu tazeliyorum, daha bir inatla sarılıyorum “serhildan” yürekli kadınların inancına.
Sonunda Yaşar Kemal’in dizeleri geliyor dilime; “Mücadeleye değer, gözleri kocaman çocuklar için değer. Bir hayat pahasına da olsa değer.”
Newroza we pîroz be zarokno / Newroz’unuz kutlu olsun çocuklar.
* Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi