Son günelerde Gümüşhane, Uşak Eşme ve Hemşin’de madenlerde kullanılan siyanür havuzları patladı ve yüzlerce insan siyanür karışan içme sularını içerek zehirlendi. Tek tesellimiz ise ölenin olmaması. Ancak Hemşin’de tespit edilebilen canlılardan binlerce balığın yaşamını yitirdiğini söylemek gerekiyor. Devlet üç olayda da gerçeği saklamayı tercih etti. Valilik, Gümüşhane’deki zehirlenme vakalarını içme suyuna lağım karışmış olabilir diyerek kapatmaya çalışırken aynı açıklama Uşak Valiliği’nden geldi. Ancak Eşme’deki zehirlenme tam olarak örtbas edilemedi. Alınan kan örneklerine kaymakamlık el koyarken, 9 kişinin kan örnekleri El ele Hareketi tarafından alınıp tahlillerinin yapılması sağlandı.
El Ele Hareketi üyeleri tarafından İzmir Tabip Odası’nda düzenlenen basın toplantısında, Kışladağ Altın Madeni’nde kullanılan siyanürün çevre köylere kadar ulaştığı belirttildi. Toplantıda konuşan Prof. Dr. Osman Karababa, 27 Haziranda Eşme ve çevre köylerden bini aşkın yurttaşın zehirlenme belirtileriyle hastanelere başvurduğunu, 9 kişiye ait kan örneğine siyanür tahlili yapabildiklerini ve bu kişilerin kanlarındaki siyanür düzeylerinin, belirtilen sınırların çok üzerinde olduğunun saptandığı belirtti.
Valiliklerin, kaymakamlıkların ve diğer tüm devlet organlarının şirket çıkarları söz konusu olduğunda olayı örtbas edip, halkın zehirle içiçe bir yaşama mahkum etmekten imtina etmedikleri bilinen bir gerçek. Bu kurumların, ezilen halkların ve sınıfların karşısında tek seçenekleri her zaman şirketlerin yani sermayenin çıkarlarını korumak olmaktadır. Durum böyle olunca El ele Hareketi ve Tabip Odaları gibi örgütlenmelerin önemi ortaya çıkmaktadır. Halkın yanında saf tutan örgütlenmelerin giderek azaldığı bu dönemde yaşananlar umut verici. Halkı zehirleyen ve şirket çıkarından gayri yaşamın hiçbir noktasına hayrı olmayan altın madenlerinin kapatılması talebi büyütülüp, her maden noktasında gündeme taşınarak, farkındalığın artırılması gerekmektedir. Sorunu tespit etmek sorunla mücadelede önemli bir noktadır ancak asla yeterli olmayacaktır.
Yaşamı savunmak, Türkiye gibi ülkelerde birer terörist eylem olarak değerlendirilmektedir. Şirketler bu noktada daha da ileri giderek mücadele yürüten aktivistleri öldürebilmektedirler. Afrika’da ve Güney Amerika’da örneklerine çokça rastladığımız bu cinayetlerin arkasından hep şirketler çıkmıştır. Türkiye’de de Ali Ulvi ve Aysin Büyüknohutçu, yaşadıkları orman alanında maden ocaklarına karşı mücadele ederlerken katledildiler. Katilin mermer ocaklarından cinayet için para aldığını itiraf etmesine karşın, cinayet tetikçinin cezaevinde ‘ölmesi’ üzerine kapatılmıştır.
Karadeniz sahil otoyoluna karşı verdiği hukuksal mücadelesiyle tanıdığımız İstanbul Barosu avukatlarından Cihat Eren yürütmeyi durdurma talebiyle açtığı davada, mahkemenin dava konusu olan bölgenin Sit Alanı kapsamından çıkarılamayacağı yönünde verdiği kararın sonrası ‘aynı gün’ katledilmiştir. Katil canım adam öldürmek istedi, en tanınan kim diye baktım ve bu nedenle Cihat Eren’i öldürdüm ifadesini verirken aslında tetikçinin ardında otoyol inşaatından çıkarı olan şirketin bu cinayeti azmettirdiği iddia edilmişti. Ancak Ali Ulvi ile Aysin’in azmettiricileri gibi bu cinayetin azmettiricileri de yaratılan sis perdesi ardında gizlendi.
Bu yaşananlar, ekoloji mücadelesinin köylülerin ya da ekolojistlerin yeşillik olsun diye yürüttüğü mücadeleler olmadığını göstermektedir. Burada yüksek şirket çıkarları ile halkın ve doğanın çıkarları çatışmaktadır. Aynen bir fabrika da işçinin verdiği hak mücadelesi gibi ya da halkların özgürlük mücadeleside aynı temelde yürütülen mücadelelerdir. Sermaye saldırıları sırtını dayadıkları devletlerin organizasyonuyla birlikte yürümektedir. Çünkü kapitalist devletler şirket çıkarları üzerine kurgulanmış ve bu eksende hareket etmektedirler.
Türkiye’de bu ülkelerden birisidir. Devleti yöneten iktidarda her şeyin önüne şirket çıkarlarını koymaktan geri durmamaktadır. Şirketlerin talepleri adeta birer emir olarak telakki edilip gereği hemen yapılmaktadır.
Mevcut devlet yapısının şirketlere sömürü alanları yaratmak dışında herhangi bir işlevi olmadığı açıkça izlenebilmektedir. Şirket çıkarları dışında her şeye gözleri kapalı kulakları sağırdır. Emekliye, işçiye, köylüye, memura reva gördüklerine bakınca bu durumu anlamamak için ancak aptal olmak gerekmektedir. Köylüyü ve işçiyi açlığa mahkum etmek, halkların özgürlük taleplerini reddetmek, doğa haklarını yok saymak dışında bir adımları bugüne dek görülmediği gibi bundan sonra da asla görülmeyecektir.