Ahmet Güneş
Sözün peşinde sürüklenirken kaybolan hisler, bir başka yol açıyor. Kimsenin gitmediği bir yer düşünürken, düşüyor yarına dair hayaller. Bilinenler yepyeni bir durum devşirecek umuduyla oyalıyor. Her gün eskinin ifşası ile baş başa bırakıyor.
Dün olan biten ve acısı anın içinde mayın gibi patlayan gerçekler, kirli ilişkilerin atışmasında meze oluyor. Her şey yok ettikleri üzerinden kendini var etme çabasında. Kıyamet gibi günler, gülünecek bir şov artık. Yer değişitiren anlamlar, hafızayla oynuyor. Bu oyun, asla gerçeğe ulaşılmasın diye. Bu gerçekler, oyun olamayacak kadar hayati sanılmasın diye.
Bilineni kimin bildiği ile dağılıyor birliktelik. Fark orada, bilmek ve anlatmakla değil, kan çanağı gözleriyle ifşaat olunca, herkes artık her şeyden haberdar. Denilir ki aynı suça ortak olanların yerleri aynı olmaz. Yine denilir ki bilmek öfkenin diğer adıdır. Sadece isimler, zamanlar ve hayaller değil söz konusu olan; en olağan anda olağanüstü günlerin götürdükleridir bir bakıma.
Her hayatın yok olması, başkasının sırrı. Hatta bazen başarısı. Karabasan gibi çöken geçmişin çığlıkları ve bıraktığı yankı, gelmiyor şu ana. Tam buraya ve meydanlara. Her yer, her yerden göçmüş. Herkes başka bir kimseden firar etmiş. Unutmak ve unutulmak arasında bir sarkaç gibi gidip geliyor, hipnotize ediyor. Tepki etkisinin peşinden gidemeyecek kadar yorgun.
Birileri daha çok öğrenseydi, inansaydı ve bildiklerine şüphe ile davransaydı, şimdinin içinde değil, bambaşka bir hal ve gidişat ile yürüyor olacaktı. Öyle bir efsane ve peşinden giden bir umut. En önce fısıldanan, sonra bir uğultu ile slogana dönüşen düşler. Yankılanacaktı ve duyurulacaktı. Olmadı ya da olamadı. Çünkü umut öfkenin bir adım önünde.
Engeller var, görünen ve görünmeyen. Pusu gibi sanılır ama hayır, planlı ve öngörülü tuzaklar. Bir de umut var; her şeyi ertelemenin bahanesi. Ona da hayır. Rengini değiştiren her engel, hafızayı törpülüyor ve dayatıyor: Unut gitsin.
Ötesi var belki, berisine düşman, gizem gibi. Madalyonun diğer yüzünde bir maske kadar sakıncalı. Nereye kadar sakınılsa da gelecek bir gün ve götürecek. Kıyım değil, döngü bu. Öyle geldi ve yer buldu.
Yalanların birbirine karıştığı, gerçeklerin bu karışıklıkta duyulmadığı kocaman bir arena sanki hayat. Bırakalım mı, karışalım mı yoksa hepsinden öte başka bir yol mu açalım? Belki de daha uzağını hatta hayallere bulaşamayanları çağıralım.
Sürüklenmenin adı yolculuk sanılırken ve gitmek kaçmak diye kendini duyururken, iftiralar ve hileler iç içe geçip hayatın orta yerinde bize sesleniyor. Yani bildiğimiz yol bizim değil, manzarası görmek istediğimiz değil.
Sürgünüz geçmişten, ısınamıyoruz geleceğe çünkü sığamıyoruz ve yabancı bir zamanın tam içindeyiz. Bize bir ses lazım, kimseyi çağrıştırmayan, bize bir hayal lazım, herkesin olacak olan.
Bizi bir yere götürmeyecek şantaj, bizi yerimizden edemeyecek tehdit. Bizi götürmek istedikleri yere sürükleyemeyecek rüzgar. Orada yüzümüzde serinlik, içimizde derinlik yer bulamayacak. Gidenlerin düşleri, kalanların öfkesi ancak bir rüzgar gibi esip, bir fırtınaya dönüşecek. İşte o zaman, işte orası bir yer olacak.
Haftanın kitap önerisi: Herman Raucher, Ben ve Ginnie / Çeviren: Belkıs Çorakçı Dişbudak, Ayrıntı Yayınları