Beyza Üstün
TBMM’de iklim değişikliği araştırma komisyonu kuruldu. İlk toplantı 31 Mart 2021’de yapıldı.
Ekolojik krizin bir boyutu olarak belirginleşen iklim değişikliğinin yasama-yürütme kapsamında sorgulanması önemsenmiş olmalı ki araştırma komisyonu çalışmaya başladı. Araştırma ve sorgulama anlamındaki bu çaba şüphe yok ki olumlu.
Geçenlerde bir arkadaşım mektubunda Marx’ın bir sözünü anımsatmıştı. “Görüntü ile öz aynı olsaydı” diye başlamış büyük usta sözüne, “bilime gerek kalmazdı” diye vurgulamış, görünen ile öz arasındaki ayrıksılığı.
Yaşamın gerçekliği ile bu komisyonun kurulumuna, tartıştıklarına, değerlendirmelerine birlikte baktığımızda endişe etmemek zor. Gerçeğin kompartımanlara ayrılıp politik zemininden kopartılması, kurulan bu komisyonla ilgili kaygılarımın bakışında geliyor. Bu kaygımda yanılmayı gerçekten çok isterim.
Unutulmamalıdır. TBMM bünyesinde kurulan komisyonların belirlediği öneriler siyasi kararları besleyecektir. Böyle bir oluşum da ekoloji politik perspektife aykırı ulaşılan sonuçlara ulaşılırsa komisyon yaşamın üzerindeki sömürü stratejilerinin meşrulaştırmanın payandası olacaktır. Bu durumda komisyon tarafından belirlenen politik çözümlemeler tüm partililerin katıldığı demokratik düzlemde tartışılmış olacak. Yaşamı, yaşam alanlarını sermaye birikimine açacak ekonomi politik stratejilerin siyasi iktidarın bilim, demokrasi, katılımcılık kavramları ile bezenmesine katkı sunulmuş olacak.
Ne yazık ki bu risk çok yüksek. Sadece küresel iklim değişikliği üzerinden yürütülen stratejiler yaşanan ekolojik krizin içinden bir boyutun çekilip alınması, ortaya çıkan / belirlenen bir sonucu çözümlemek için yöntem aranması, belirlenen / gözlemlenen durumu onu yaratan nedenden bir diğer değişikle politik yaratıcısından ve süreçten koparılması kapitalist sistemin temel yöntemlerinin / neo stratejilerinin başında yer alıyor.
Mevsimler kaydı, kuraklık başladı, göller kuruyor vb. tespitler (ki aksi söylenemez gelinen durum olarak doğrudur) bunu yaratmayacağını belirten “yeni” sermaye planları / projeleri ile kapitalizmin sürdürülebilirliğine doğru kolaylıkla akıştır.
Neo sistem süreçlerini, yöntemlerini ekoloji politik tartışmalarda, buluşmalarda birlikte irdeliyoruz. Bugün görüntü ile öz arasındaki açmazı Meclis araştırma komisyonunun özet notlarından paylaşacağım. Bu paylaşımda tanık olduğunuz somut örneklerdeki zaman yolculuğumuza güveniyorum.
Ulaştırma Bakanı 13 Nisan 2021 toplantısında altyapı yatırımları ile 3 milyon 867 bin ton CO2 azaltımı sağlandığını belirtmiş.
Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı (13 Nisan’da) 2021 yılı için GES’ten 6 bin 964, RES’ten 9 bin 361, HES’ten 31 bin 327, JES’ten 3 bin 138 megawatt yenilenebilir enerji ürettiklerini, milli enerji ve maden hedeflerine sürdüreceklerini belirtmiş.
Tarım ve Orman Bakanı Yardımcısı (14 Nisan’da) su kıtlığına işaret etmiş, beş havzada su kıtlığı, dört havzada mutlak su kıtlığı olduğunu belirtmiş. Fırat – Dicle ve Konya kapalı havzalarında su kıtlığı, Doğu Karadeniz ve Çoruh havzalarında su fazlalığı olacakmış.
Ben bunları yazarken içimdeki ses sürekli konuşuyor. Soruyor – neye göre fazla ki? Bağışlayın, bu sesi bastırmak imkansız. Duymamaya çalışsam da satırların arasına karışacak öyle görünüyor.
Tarım Orman Bakanı Yardımcısı su kıtlığı fazlalığı analizinde bakanlığının sorumlusu olduğu havzalardaki orman ekosisteminin ve suların ne kadarının şirketler tarafından yok edildiği verisini de komisyonla paylaştı mı diye soruyor örneğin. Ya da bunun farkında mı, etkisini biliyor mu?
İTÜ’den uzmanın çalışması su “potansiyeli” ve bu “potansiyelin” değişimine odaklanmış (6 Nisan 2021) kayda değer su açığının Doğu Akdeniz ve Konya kapalı havzasında gözlendiğini, buralarda suya göre tarım uygulamasına geçilmesi gerektiğini belirtiyor.
İçimdeki; tüm engellemelerime rağmen gördü ve üstelik de tanıdı. Komisyon başkanlığını yapan AKP’li vekil 2003’de DSİ Genel Müdürlüğü görevindeyken suların HES projeleri ile şirketlere devrini düzenleyen yönetmelikleri (su kullanım hakkı anlaşmaları, yönetmeliği vd) çıkaran şahıs değil mi? 2009’da 5. Dünya Su Forumu’nda ev sahipliğini üstlenen Çevre ve Orman Bakanlığı’nın yetkileri ile suyun metalaştırılmasını doğrudan yürüten ve Türkiye’nin her köşesindeki dereleri, yeraltı sularının şirketlere devrini, satışını sağlayan yetkili değil mi?
Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu’nun bileşenlerine ekoloji mücadelesi yürütenlere – suyu satmıyoruz yalan söylüyorlar – diyen bu şahıs değil mi?
İç sesim dün tanık olduğu olayların sorumlusu ile bugünkü AKP’li İklim Araştırma Komisyonu yöneticisini bu görüntünün özünü sorgulayadursun, biz bu vekilin konuşmasına göz gezdirelim. Yağış rejiminin değiştiğini belirtmiş açılış konuşmasında. Atmosferdeki gazlardaki değişikliğin ısınmaya neden olduğunu, bazen bir yılda düşecek yağışın üçte birinin bir iki günde düştüğünü ifade etmiş. Ve eklemiş; Türkiye’deki sulanabilir tarım alanlarının 6,7 milyon hektarını sulamaya açmışlar.
Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı da 7 Nisan’da sıcaklık arttığı için bu kitlelerinin eridiğini, yüzyılın sonunda İstanbul Boğazı’nın da su seviyesinin yükseleceğini belirtmiş. Bölgesel İklim Değişikliği Planları hazırladıklarını, bunu da BM UNDP (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı) ile eşgüdümlü olarak yapacaklarını eklemiş.
Ticaret Bakanı 20 Nisan’da Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında yeşil döngüsel ekonomi, yeşil ve sürdürülebilir tarım gibi konuları olduğu, uluslararası yatırımların ülkemize çekilmesini hedeflediklerini belirtmiş. Birlikte bakalım, sizce öz ve görüntü nereye düşüyor.