Tarihsel seçimlere kısa süre kala, Türkiye genel siyasetinde iki yıldır oluşmakta olan güç dengesi giderek değişim yönünde belirginleşiyor.
Egemen blokun faşist diktatörlüğe tırmanışı yıkıcı bir kitle seferberliğine dayandırılamadığı nispette takatsizlikle sendeliyor. Mevcut güç kaynakları, yeni bir atılıma yetmiyor, ittifak manevraları ancak tarihin çöplüğünde eşelenmeye elveriyor. Daralan kaynaklar, Cumhur İttifakı’nın merkezinde de yeni bir güç paylaşım gerilimini tetikliyor.
Devlet Bahçeli’nin “ortak liste”yi reddederek TBMM seçimlerine ittifak listesinden “üç hilalle” gireceğini açıklaması, AKP ve MHP arasında TBMM üyelikleri uğruna sert bir rekabetin yolda olduğunun habercisi. Başkanlık rejiminin yüzde 50+1 barajı ve muhalif ittifakın büyük partisine kaybettirmeye yönelik yeni seçim rejimi, muhalefet iç rekabetle gerilerken Cumhur İttifakı’nın iç dayanışmasının baki kalacağı, siyasal boşlukların iktidar bloku tarafından doldurulacağı varsayımına dayanıyordu.
Bahçeli “üç hilal”i sandıktan çıkartarak, dağılmaya yüz tutan AKP yığınağından en büyük payı kapmaya hazırlandığını belli etti: Talihi yaver giderse, Erdoğan’ı Beştepe’ye hapsedecek, gitmezse TBMM’de daha geniş manevra olanakları edinerek yeni güç denkleminde başının çaresine bakacak. Ama Bahçeli’nin hamlesinin sonuçta, nesnel olarak iktidar blokunu zaafa uğratacağı, iki parti tabanı arasında ganimet kavgasını kışkırtacağı aşikâr.
Muhalefet kampında, Meral Akşener faciasının artçı sarsıntıları sürse, bu kez Mansur Yavaş’ın bitinin kanlandığını belli etmeye dönük tafraları işitilmeye başlasa da, açılan fırsat penceresinden görünen iktidara yükselme olasılığı gerilimi dengeliyor. Koşullar, Millet İttifakı’nı Ağıralioğlu türünden Alperen kalıntılarıyla arasına mesafe koymaya, mümkün en geniş seçmen tabanına seslenebileceği bir söylemle konuşmaya özendiriyor. Daha da önemlisi, Cumhur İttifakı tabanını bozan selden kütük kapma yarışı, devlet malına çökme iştahı, “biraz da biz ölelim” hırsına karşılık muhalefet güçlerinin tabanında empati ve dayanışma eğiliminin gitgide güçlenerek yukarıdakileri de kendi yörüngesine çekmesi.
Görünen köy kılavuz istemez. 2023’ün ilk üç ayındaki tablo ve onun gerisindeki iki yılın gelişmelerinin gösterdiği şu: Hesaba gelmeyen çok büyük ölçekli bölgesel ve ulusal alt üstlükler olmadıkça iktidar bloku elde avuçta olanı -ve olmayanı- da verse yüzde 40’ın altına düşüşü durduramıyor, muhalefet blokuysa momentum kazanarak yüzde 40’ın üstüne doğru seyrediyor.
Ne var ki, bu gidiş mevcut cumhurbaşkanlığı barajı -yüzde 50+1- ve mevcut TBMM barajı -yüzde 7- karşısında iktidar blokunun iktidarı korumasına yetmiyor ama muhalefet blokunun iktidarı fethetmesine de yetmiyor.
Tabloyu tamamlayan üçüncü büyük güç HDP ve Emek ve Özgürlük İttifakı. Son iki yıl boyunca HDP anketlerde ortalama yüzde 11’in üstüne, İttifak ise son üç ayda yüzde 12’nin üstüne yükseldi. AYM’nin kapatma tehdidi karşısında HDP, kendisine Yeşil Sol Parti’yle yeni bir mecra açmayı başardı. Kürt halkı arasında doğması muhtemel seçeneksizlik tedirginliğinin bertaraf edilmesi de bu seyri yukarıya doğru etkileyecektir. Sürecin HDP’yi yüzde 12-13’ün üzerine, Emek ve Özgürlük İtifakı’nı yüzde 15’e doğru taşıyabileceğini öngörmek kehanet sayılmaz.
Bu siyaset matematiğinin ortaya koyduğu denklem yerli yerinde dururken, muhalefet kampının denklemi çözmeye yönelik toplumsal ve politik hamlelere girişmektense, Muharrem İnce’nin grotesk Cumhurbaşkanlığı adaylığı kampanyası karşısında kara kara düşünceye dalması, çözümü Cumhur İtifakı’ndan güç transferinde arayan akıldanelerin “muhtaç olunan kudretin” Tik-Tok’un “damarlarında mevcut” olduğuna yönelik dahiyane(!) tavsiyeleriyle oyalanması en az İnce’nin adaylığı ve kampanyası kadar grotesk.
Oysa, Millet İttifakı’nın ve genel olarak rejim muhalefetinin bu güç tablosu karşısında odaklanması gereken tek şey var: İktidarlarında HDP ve Emek ve Özgürlük İttifakı’nın güç kaynağı olan Kürt halkının ve Türkiye’nin ezilen, sömürülen, yoksul, özgürlüğe ve eşitliğe hasret çoğunluğunun kendi amaçları peşinde koşmasının önünün açılacağına dair somut ve inandırıcı bir program koymak. Bir “kurtuluş programı”, bir “selamet hükümetinden” söz etmiyoruz, bildiğiniz demokratik standartlardan söz ediyoruz -faşizm ve ırkçılığın insanlık suçu sayıldığı.
Muharrem İnce’nin üçü-beşiyle uğraşmaya harcanan zamanı ve sözü, başkanlık rejiminin yerini alacak yeni siyasal düzende ezilenlerin, yoksulların, dışlananların -yani emekçilerin, kadınların, Kürtlerin, Alevilerin- hayat ve geleceklerini kendi bildikleri gibi kurmak için özgürce mücadele hakkını güvenceye alacak tedbirleri geliştirmeye hasretseler, kendi bendini aşmaya hazır bir halk kuvvetinin yaratıcı gücünün nelere kadir olabileceğini idrak etmeleri de kolaylaşacak, çünkü bu gücü arkalarında hissedecekler.
Şu son iki yılda dünyada olup bitenlere bakmak yeter. Toplumsal, ekonomik ve kültürel özellikleri bakımından Türkiye’yle aşağı yukarı aynı kategoride yer alan Brezilya, Arjantin, Meksika, Bolivya, Şili ve diğerlerinde, halk hareketleri üstünde yükselen yaygın, geniş, çoğul ve çok kimlikli siyasi koalisyonların askeri-sınai kompleksleri, mali sermaye oligarşilerini, beyaz ve erkek üstünlüğünü yerle bir edip dünyanın demokratik merkezini eski kıtadan küresel güneye taşıyarak yeni bir uygarlığın kapılarını nasıl açtıklarını görürüz.
HDP’nin oluşturduğu modelin on yıldır bu gelişmenin yolunu nasıl döşediğini görmek, onun ima ettiği potansiyeli sezmek bile, Erdoğan’ın personasında cisimleşen alaturka faşizme boyun eğmemekte direnen milyonların akış yönüne kendisini bırakmak için yeterli nedendir.
Diktatörlükten kurtulmak için muhtaç olduğunuz kudret, yukarıda -tanrı ya da devlette- değil, aşağıda kendi kurtuluşuna akan halkların ittifakındadır.
Köy göründü: Ağzı bozuk lümpenlerin şefaatine, ebedi paranoyalarınıza değil halkların bilgeliğine sığının.