Kaybettikçe değişir insan, unutunca hatıraların yer değiştirmesi gibi. Bazen sert bir çarpışma, bazen de uçurumdan atlamak kadar hafif bir sıçrama. İnsan değiştikçe kaybettiğinin hatırı da değişiyor. Bir cümleyi yeniden yazmak, sonra silmek, en sonunda da yazıp sildiğini yeni baştan yazmak. Birilerine göre kararsızlık, birilerine göre de yeniden öğrenmek. Neyse ki herkes bu çağda hakkından fazla haklı.
Anlamadığım bir dilde bir şarkı dinliyor, istediğim gibi sözlerini çeviriyorum. Daha doğrusu anlamını istediğim gibi düşünüyorum. Bilmemenin ufuk açan hali. Hayır, cahil maskesi giyinmek değil bu; hayal gücünün gerçek hayattan daha kıymetli olduğu bu zamana bir tür rest ve itinayla jest. İnsan bilmemekle de düelloya kalkışabilir, hem de kendi bildiği yöntemle.
Çöle şükran, yağmura teşekkür, rüzgâra minnet eder insan. Dört duvar arasında bir pencereden dünyaya bakmaktan, kilitli kapıların arkasından dünyanın içinde kendi yerini düşünene kadar, her yer birçok yerin bakma durağı. Toprak veya bulut, herkes baktığı yere ayna. Burası bir uyarlama, burada muamma alkışlanan bir mana. Her tarafta ihanet ve alkış bir arada.
Hitap edilen eşya, seslenen insan, savaşla yankılanan coğrafya. Artık her şey parantez içinde bir başka, yerden yere değişen suç kadar ceza. Sığındığımız ezber, sıkıldığımız tanımlama hayatın orta yerinde sessiz bir patlama. Sonradan, çok sonradan yankısı ve yarası geleceğe bela, geçmişe kocaman bir çukur. Toplanıp düşene ve gömülene son bir dua, içten içe bir kıyaslama. Çağrılan her şey başka bir şey olarak ölmeye aday. Burada kararlar bu yüzden kararsız bir ima.
Sadece akıl ile bağışlanan ya da cezalandırılan her karar dünyaya bir mezar açıyor. Dünyanın tartısı da kefesi de akıl ile ölçülemeyecek kadar kendi ağırlığında. Cesaret bir anda esir edilir, tersi de bir anda ödüllendirilir. Bu vasat ölçü kahır üstüne kahır getirir. Bölünüp parçalanmak için büyük bir hata, cazibesi her daim geçer akçe bir tamamlanma.
Gelsin, gelsin büyük savaş, altın vuruşla yok oluş. Lazım bu yeryüzüne, durmadan gidecek yer olarak gökyüzünü gösteren dar akla. Yeter de artar bu göç, bu iskâna akıl veren ve itaat eden hayata. Yetmiyor artık yüzyıllardır sürüklenen hasret, çare diye sunulan ve her zaman hor görülüp yetersiz bakiye sanılan büyük ütopya. Lazım, gerek, gelsin davet beklemeden.
Kayıplar, unutulanlar, yitirilenler, silmekle isim değiştirenler. Ne varsa, ne kaldıysa buraya, bu zamana kadar, bir deprem hızıyla yerle bir etsin ismini ve anlamını değiştirdiğimiz her şeyi, herkesi. Paklar bizi belki, derman ya da şifa; yaralarımıza renksiz bir kabuk, sonra bant. Yarım bir serzeniş, bireysel bir intikam hikayesi yetmiyor ve yetişemiyor. İyileşmekten vazgeçenler birleşir belki, iyi etmekten medet umanlar bıkar belki. Öyle ki her ihtimale dibimiz düşüyor ve buradayız hâlâ. Aynı akılla ayrı bir dünya isteyen bir kalabalık.
Dili geçmiş zaman anlatıları, dili gelecek vaat eden düşler de gelsin. Bir arada, haysiyetli bir karşılaşma için, bir hesaplaşma için muazzam elzem. Yer değiştiren kayıplar adına: inadı ve anlamıyla gelsin, gitsin, yine gelecek gelsin.
Haftanın kitap önerisi: Necib Mahfuz, Midak Sokağı / Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı, Kırmızı Kedi Yayınları