Nisan ayı kayıplarımızdan olan ve Türkiye’de ilk “faili meçhul” yazar olarak bilinen, edebiyata önemli eserler kazandıran Sabahattin Ali, geçen hafta katledilişinin 76. yılında Cumartesi Anneleri tarafından anıldı ve akıbeti soruldu.
Cumartesi Anneleri tarafından yapılan açıklamada, “993. haftamızda bir kez daha hatırlatıyoruz: Bir iktidar, geçmişteki gözaltında kaybetme vakalarını araştırmak ve faillerini cezalandırmak için gerekli adımları atmaktan kaçınırsa, bu durum olayın üzerini örtmek ve suçu meşrulaştırmak anlamına gelir. Bir kez daha ilan ediyoruz ki: Sabahattin Ali’nin yalnız ideallerinin değil, akıbetinin de takipçileri olmayı sürdüreceğiz” denildi.
Bu yazıda biz de okuyucularla Sabahattin Ali’yi bir kez daha analım istedim.
***
41 yıllık kısa ömrüne birçok eser sığdıran Sabahattin Ali, yaşamı boyunca zorluklar ve yoksulluklar yaşamış biri olarak muhalif yazılarından dolayı tek parti döneminin hışmına uğramış, mahpus yatmış, 1948 yılında böyle bir bahar gününde Türkiye’den kaçmaya çalışırken kafası taşla ezilerek katledilmiş, cesedi aylar sonrasında Bulgar sınırına yakın bir ormanda bulunmuş. Tüm “Faili meçhul”lerde olduğu gibi bu cinayetle ilgili asıl gerçekler ortaya çıkartılmadı.
Kaynaklara bakıldığında bu kısa ömründe nice zorluklarla karşılaştığını görmek mümkün: Parasız yatılı olarak geçen bir öğrenim sonunda öğretmen olarak mezun olur. Devletin açtığı sınavı kazanarak iki yıl da Almanya’da okur ve dönüşte çeşitli okullarda Almanca öğretmenliği görevlerinde bulunur. Muhalif kimi yazılarından dolayı devletle başı her zaman derde girmiş bir yazar olarak değişik zamanlarda Konya ve Sinop cezaevlerinde yatmış. Bir zamanlar yazdığı ve sonraları bestelenerek dilden dile dolaşan “Aldırma Gönül” şarkısına söz olacak olan şiiri, denizin hemen kıyısında ama duvarlardan dolayı denizi görmeyen, sadece dalgaların sesi duyulan Sinop Cezaevi’nde yazmıştır. Bu şiir, şimdilerde müzeye dönüştürülen cezaevindeki Sabahattin Ali’nin yattığı hücrede asılıdır:
“…Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül, aldırma
Görmesen bile denizi
Yukarıya çevir gözü
Deniz dibidir gökyüzü
Aldırma gönül, aldırma…”
“İçimizdeki Şeytan” adlı romanı yayınlandığında milliyetçi kesimden tepkiler almış. Dönemin ünlü ırkçılarından Nihal Atsız onunla ilgili yazdığı hakaretler ve tehditler içeren bir yazıya karşılık dava açmış, davayı kazandığı halde tepkilerden kurtulamamış ve görevden alınmış. Sonrasında İstanbul’a giderek Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’la Marko Paşa, Malum Paşa, Merhum Paşa, Öküz Paşa gibi siyasal mizah dergilerini çıkarmıştır (1946-1947). Ancak, bu gazeteler tek parti iktidarının baskılarıyla karşılaşmış, kapatılmış, yazılar hakkında kovuşturmalar açılmıştır. Bu yazılarından dolayı üç ay hapis yatmış, karşılaştığı baskılardan bunalmıştır. Bir dergide yayımladığı “Ne Zor Şeymiş” başlıklı yazıda, içinde bulunduğu durumu şöyle anlatmaktadır: “Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi”.
***
Edebiyat yaşamına önceleri şiirle başlamış Sabahattin Ali. Eleştirmenlere göre; Anadolu insanı ve yaşantısına yaklaşımıyla edebiyata yeni bir bakış açısı getirmiştir. Ezilen insanların acılarını, sömürülmelerini dile getirmiş, aydınlar ve kentlilerin Anadolu insanına karşı takındıkları küçümseyici tavrı eleştirmiştir.
Sabahattin Ali, hem yazdıklarıyla hem de duruşuyla, dahası ilk ‘faili meçhul’ yazar olarak son derece önemli bir figür.
“Bir gün kadrim bilinirse
İsmim ağza alınırsa
Yerim soran bulunursa
Benim meskenim dağlardır” diyen böylesi bir güzel insanı, böylesi güzel eserler yazmış bir yazarı sadece okumak değil, diğer tüm kayıplarımızda olduğu gibi Onu katledenlerden hesap sormak gerekiyor.