Meclis’e gelen kanun değişikliği ile Türkiye’de sermaye yağmasına açılmamış alan bırakılmayacak. GES ve RES’lerle göller, denizler ve kıyılar işgale açılırken, ana hedef yine Kürt coğrafyası
Yusuf Gürsucu
Maden Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; AKP’li 103 milletvekilinin imzasıyla Meclis’e sunulmuştu. Teklif Meclis Enerji Komisyonu’nda oyçokluğuyla kabul edildi. 6 Şubat tarihinde teklife karşı çıkarak şerh koyanların itirazları görüşüldükten sonra yasa teklifi kanunlaşmak üzere Meclis Genel Kurulu’na sevk edilecek. Teklifte Maden Kanunu, Kıyı Kanunu, Doğal Gaz Piyasası Kanunu, Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun, Enerji Verimliliği Kanunu, Elektrik Piyasası Kanunu ve Nükleer Düzenleme Kanunu’nda değişiklikler içeriyor.
İmar yok, ÇED gerekli değil!
Teklifte Kıyı Kanunu’ndaki değişiklik önerisiyle; denizler, baraj gölleri, suni göller ve tabii göllerin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığınca yenilenebilir enerji kaynak alanı olarak kullanılması ve ilan edilen alanlarda, imar planı yapılmaksızın yenilenebilir enerji üretim santralleri kurulabilmesi sağlanmak isteniyor. Mevcut düzenlemede imar planları kararlarıyla sadece denizlerde enerji üretim santralleri yapılabiliyor. Kanun teklifi ile denizlerde uygulanan imar değişikliği kararı ortadan kaldırılıp tüm su rezervuarları ve kıyıları imarsız ve Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) yapılmaksızın inşa edilebilmesi amaçlanıyor.
Kürt coğrafyası barajları!
Güneş Enerjisi Sanayicileri ve Endüstrisi Derneği (GENSED) Genel Sekreteri Hakan Erkan, AA’ya yaptığı açıklamada, Türkiye yüzer GES potansiyelinin yaklaşık 80 bin megavat olarak hesaplandığını söyledi. Güneydoğu Enerji Araştırmaları Derneği (GEADER) Başkanı Ömer Çelebi de barajlarda ve göletlerde kurulacak yüzer güneş panellerinin saha tipi panellere göre daha verimli olduğunu belirterek, “Türkiye’nin güneş enerji potansiyeli zaten yüksek seviyede. Güneş ışınımı, güneşlenme süresinin ve baraj-gölet veya sulama kanal sayılarının oldukça fazla olduğu Güneydoğu’da su kaybının önlenmesi için bölgede yüzer güneş enerji santralleri daha çok kurulacak” demesi dikkat çekiciydi.
Her şey sermaye için
Göller ve barajlar üstüne GES kurulma adımları suların buharlaşmasını önleme iddiasıyla başlatıldı. Göllerde suların azalmasının temel nedeni gölleri besleyen tüm akarsuların önüne bentler kurup enerji üretimine bağlanma gerçeği tartışma dışı tutulurken, kurulan devasa barajlar nedeniyle bölgesel olarak yağış iklimi bozularak özellikle kar yağışları azalmaya ve bazı bölgelerde ise hiç kar yağmamaya başladı. Bu durumla yeraltı suları derinlere kaçarak kurumaya neden olurken, akarsulardaki sularda azalma başladı. Tüm bu gerçekler yaşanırken, barajlardaki suların buharlaşmasını önleme iddiası anlamını yitirirken, tüm sular sermaye hizmetine bağlandı.
Yeni ekokırım alanları
Diğer yandan deniz ve göl ekosistemleri kıyılarıyla birlikte imar düzenlemesi ve ÇED olmaksızın rüzgar santralleri ile doldurulma hedefi yeni ekokırım alanlarını ortaya çıkaracak. Ormanların, meraların RES’lerle işgal edilmesinin ardından su havzalarının bu tesislerle işgal edilmesi başta kuşların yaşam alanlarını ve göç yollarını kapatarak soykırım aracına dönüştürülecek. Türkiye’de rüzgâr enerjisi potansiyeli 48 bin MW olarak işaretlenirken, deniz ve göl üstü potansiyelinin ise 75 bin MW olduğu belirtiliyor. Tüm yaşam alanlarını enerji üretimlerine açmaya çalışan iktidar temiz enerji iddialarını sürdürürken, kömür, doğalgaz ve nükleer gibi enerji yatırımları desteklemesi ülkenin enerji ihtiyacından kaynaklanmamaktadır.
Enerji ihtiyacı yalanı
106 bin MW’ı aşan enerji üretim kapasitesine sahip olunan Türkiye’de bu enerjinin ancak 1/3’ü kullanılırken, göller üzerine kurulacak GES potansiyelinin 80 bin MW olarak açıklanması enerji ihtiyacından kaynaklanmadığını göstermekte. Bugüne kadar 24 bin megavat GES projesine onay veren iktidarın amacı ülkenin enerji ihtiyacı olamaz. BAE ile yapılan anlaşmada enterkonnekte sistemlerinin kurulmasıyla üretilen enerjinin BAE ve Suudiler eliyle dış ülkelere pazarlanacağını göstermekte.
BAE’ye özel alan
BAE ile yapılan anlaşmada ortaya konacak projelerin diğer şirketlerin başvurularına kapalı olacak olması ise enerjide Körfez sermayesine açılan alanlarda tek söz sahibi yapılacağına işaret ederken, ‘temiz’, ‘yenilenebilir enerji’ iddiaları ise sadece yağma üretmektedir. Kapitalizmin küresel ısınmaya çare olarak ortaya koyduğu politikalar büyük yıkımları beraberinde getirirken, küresel ısınmayı yaratan sermayenin bu durumdan yararlanarak kendisine yeni birikim ve yağma alanları açtığı ise bir gerçektir.
Ülke Körfez sermayesine sunuluyor
Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile yapılan anlaşmalarda yeşil hidrojen, rüzgar, güneş santralleri ile nükleer ve doğalgaz santrallerini de içeren 29,5 bin MW enerji üretimleri için imzalar atıldı. 29,5 bin megavatın 24 bin 500 megavatı BAE ile yapılan anlaşmada yer alırken, 5 bin megavat enerji üretimi için Suudilerle el sıkışıldı. BAE ile yapılan anlaşma ile 2 bin MW pompaj depolamalı HES, 3 bin MW depolamalı RES ve GES, 5 bin MW hidrojen veya amonyak, 3 bin MW doğalgaz santrali, 3 bin MW kömür santrali, 6 bin MW nükleer santral projesi olmak üzere toplam 24 bin 500 MW’lık enerji yatırımı yapılacağı açıklanırken, üçüncü ülkelere enerji satışı amacıyla inşa edilmesi gereken enterkonnekte sistemlerin kuruluşu da anlaşmalar içinde yer alıyor.
Ana hedef Kürt coğrafyası
Kürt coğrafyasında inşa edilen devasa barajlardan su iletilmeyen çiftçiler yeraltı suyuna mahkum edilerek barajlardan üretilen enerji ile suları yeraltından pompalamak zorunda kalırken, DEDAŞ’ın soygunuyla tarım üretimlerinden uzaklaştırılıp göçe zorlanmakta.
İronik biçimde akarsuların suyu çalınıp barajlara bağlanması halkı ve doğal yaşamı susuzluğa mahkum ederken, halk ise suya erişmek için suyu çalınan barajlarda üretilen enerjiye kurban ediliyor. Riha başta olmak üzere tüm Kürt coğrafyasında tarım arazileri ve meralar güneş tarlalarıyla işgal edilirken, GEADER başkanının belirttiği gibi GES’lerin bölgede daha çok kurulma süreci başlatılarak, bölge tarım üretim merkeziyken, enerji üretim merkezi haline getirilmek istenmekte.
Kanal İstanbul!
AKP’nin 2011’de seçim vaadi olarak duyurduğu ‘çılgın proje Kanal İstanbul’la birlikte 500 bin nüfuslu iki yeni şehir kurulması hedeflenirken, meralar, tarım arazileri ve su havzaları ile barajlar yok edilecek. Taş ocakları başta olmak üzere binlerce hektar doğal alan ve Ömerli su havzası madenlerle yerle bir edilecek. Kanal inşaatıyla, 23 milyon metrekare orman alanı, 45 kilometre uzunluğunda ve ortalama 150 metre genişliğinde 136 milyon metrekarelik çok verimli tarım ve orman alanı yok edilecek. Susuzluğun girdabına girmiş olan İstanbul’da Sazlıdere Baraj Gölü, Küçükçekmece Gölü ile birlikte Terkos Gölü ortadan kaldırılmak istenirken, göl ve barajlarda buharlanmanın önleneceği iddiasının gerçek dışı bir iddia olduğunu açıkça göstermektedir.