“Askeri uçakların, bölgeye garip paketler attıklarını hatırlıyorum. İçlerinde ne vardı bilmiyordum. Sonra bu paketlerin, nehir kenarlarında sürüklendiğini gördüm. Birini açtığımda ödüm patladı. İçinde cesetler vardı.”
Marcos Queipo 1970’lerin sonunda başkent Buenos Aires’e 200 kilometre uzaktaki Parana Delta’sının adalarında çalışırken gördüklerini anlatıyor. Bölgede 40 yıl boyunca bir okul teknesini kullanan Jose Luiz Pinazo da aynı şeyleri söylüyor: “Gökyüzünde uçakların, kapılarını açtıklarını ve bölgeye paketler attıklarını görüyorduk. Çocuklara, nehirlerdeki cesetlere bakmamalarını söylerdim. Ama ilk başlarda bu paketlerin içinde ne olduğunu bilmezdik.”
Queipo, cesetleri ilk gördüğünde safça davranarak polise gidip haber veriyor. Aldığı cevap kısa ama net: “Sesini kes, yoksa senin sonun da onlara benzer!”
Ölüm uçuşları
Devrimcileri ya da muhalifleri uçaklardan/helikopterlerden atarak katletmek aslında Vietnam’dan Şili’ye kadar birçok ülkede faşist yönetimlerin başvurduğu bir yöntemdir. Ama herhalde bu işi en vahşice yapan Arjantin cuntasıydı. 1976-1983 Arjantin Kirli Savaşı sırasında, diktatörlüğün gizli servisi tarafından kaçırılan yaklaşık 30 bin kişiden çoğunun akıbeti hâlâ bilinmiyor ve Plaza de Mayo’da insanlar çocuklarının, eşlerinin hesabını sormaya devam ediyor. Bu ‘kayıp’ların bir bölümünün cesetleri hâlâ toplu mezarlardan çıkarken, büyük çoğunluğunun da Amiral Luis Maria Mendia tarafından başlatılan ölüm uçuşlarında denize ya da ırmaklara atılarak katledildiği artık biliniyor. Katillerden bazılarının itiraflarına göre sistem şöyle işliyordu: Önce Donanma Mekanik Yüksek Okulu (ESMA) gibi sorgu merkezlerinde öldüresiye işkence -ki bir bölümü zaten bu aşamada ölüyordu- sonra uyuşturucu iğneler yapılarak çıplak halde uçaklara yükleme ve sonra, Rio de la Plata nehri veya Atlantik Okyanusu!
2005 yılında İspanya’da hüküm giyen eski Arjantin deniz subayı Adolfo Scilingo’nun ifadesine göre, sadece 1977 ve 1978 yıllarında 180-200 ölüm uçuşu yapılmıştı. Bizzat katıldığı iki uçuşta 30 kişiyi kendi elleriyle denize attığını da anlatan Scilingo’ya göre, iki yıl boyunca her çarşamba gerçekleştirilen uçuşlarda bin 500 ila 2 bin kişi katledilmişti. Bir röportajında Scilingo, “Onlara canlı müzik çalıyor, neşe içinde dans ettiriyorduk; çünkü güneye nakledilip serbest bırakılacaklardı! Sonra Pentothal enjekte ediliyor ve kısa bir süre sonra uyuduklarında da hepsini kamyonlara yükleyip havaalanına doğru yola çıkıyorduk.”
Artık iş iyice zıvanadan çıkmıştı; öyle ki Rio de la Plata nehrine atılan cesetlerin bir bölümü doğrudan civardaki evlerin çatılarına düşüyordu!
Yalnızca birkaçı cezalandırıldı
İnter Amerikan İnsan Hakları Komisyonu, 32 yıl sonra Rio de la Plata nehrine atılan kurbanlarının kıyıya vuran fotoğraflarını Arjantin hükümetine teslim etti. Uruguay’ın La Floresta plajında çekilen bir fotoğrafta günlerce su altına kalmasına rağmen bulunan cesedin tırnaklarının hala boyalı olduğu göze çarpıyor. Bacaklardaki yanıklar ve işkence izleri, el ve ayaklarının bağlı olması yaşanan dehşeti gözler önüne seriyor. Raporda, “ellerden asılma nedeniyle olabilecek bileklerde kırık, her iki elde yanıklar, omur kırılmasının yol açtığı kanama, anal ve perianal kasık bölgesinde keskin nesneler tarafından parçalanma” notları yer alıyor.
Darbeci katillerin küçük bir bölümünün yargılanması ise çok zaman aldı ve insan hakları örgütlerinin gösterdiği büyük çabayla gerçekleşti. Emekli polis şefi Miguel Etchecolatz, 77 yaşındayken 2006’da hapse mahkûm oldu. Cunta döneminin ordu komutanı Lucuano Benjamin Menendez, 2008’de ömür boyu hapse mahkûm edildi. Çeşitli ülkelerde bulunan cunta subaylarının iadesi üzerin peşpeşe gelen itiraflar sonucunda 2010’dan sonra başlayan yargılamalar parça parça devam etti. Aralarında “Ölümün Meleği” olarak anılan Alfredo Astiz’in de bulunduğu 12 polis Ekim 2011’de, ömür boyu hapse mahkûm edildi.
2013’ten sonra ise daha büyük davalar başladı. Ölüm uçuşlarından sorumlu 68 eski Arjantinli yetkilinin beş yıllık davasında 830 tanık dinlendi ve 2017’de 29 sanık müebbet, on dokuz sanık ise sekiz yıldan 25 yıla kadar hapis cezalarına çarptırıldı. Suçlananlardan 11’i bu sürede öldü, üçünün de yargılanamayacak kadar hasta olduğuna karar verildi. Oysa bu sayı, cinayetlere katılmış 5 bin askerin küçük bir kısmıydı. Plaza de Mayo anneleri, bugün denizden çıkarılmış cesetlerden, toplu mezarlardan çıkan kemiklerden hareketle yakınlarını aramaya ve katillerin peşinden koşmaya devam ediyor.
*
30 yıldan fazladır kayıp kız kardeşi María Esther’i arayan Arturo Lorusso da onlardan biri. Maria’yı en son askerler tarafından ESMA üssüne götürülürken görmüştü. Bir daha hiç haber alamadı. Lorusso, artık işkenceci askerlere ceza verilmesi için de çabalamadığını söylüyor ve acıyla konuşuyor: “Onları hapiste görmektense, gerçeği öğrenmek isterim. Sahiden ne olduğunu öğrenmeyi tercih ederim. Kız kardeşimin kemikleri yok. Bundan daha korkunç ne olabilir ki?”
Uyuşturulmuş halde uçaklara bindirildiler ve bir daha hiç geri dönmediler. Bir değil, beş değil, binlercesi… Plaza de Mayo’da hâlâ fotoğrafları taşınıyor onların, gencecik, siyah beyaz yüzler…