Elif Bulut*
Çok talihsiz bir zamanda dünyaya geldik diye çok sık duyduğumuz bir cümle vardır. Savaş, şiddet, ekolojik yıkım, ağır insan hakları ihlalleri, yoksulluk yaşadığımız dönemdeki sorunları say say bitmez. Ancak dünya tarihine şöyle kısaca bir baktığımızda ağır sorunların hep olduğunu sadece çeşitlerin değiştiğini görürüz. Değişmeyen tek şey ise erkek egemen aklın varlığıyla şekillenmiş olduğudur. Tarih boyunca her sorun çift taraflı yaşandı yaşanmasına ama kadınların tarafı terazide hep daha ağır basan taraf oldu. Hep bu erkek aklın çıkardığı sorunlarla uğraşmak ve mücadele etmek zorunda kaldık.
18 Aralık Uluslararası Göçmenler Günü nedeniyle ağırlıklı olarak savaşın ve ekonomik yıkımın sonucu olarak yaşanan göçler gündemimize kısa bir girdi ancak muhtemelen kısa kalıp çıkacak. Oysa dünya bir göç halinde ve temel sorunlarımızdan biri göç olgusu başta yaşadığımız ülkede olmak üzere büyük bir sorun haline gelmesine rağmen hak mücadelesi yürütenlerinde bu konu çok uzun süre gündemine gerçek anlamda girmedi. Ancak ırkçılığın ve nefretin fazlasıyla arttığı bugünlerde daha ciddi çalışmalarla konu gündeme taşınmaya başlandı ve daha etkin çalışmalar yapmanın önemi gittikçe arttı.
Göçle ilgili göçmekle ilgili mültecilikle ilgili söyleyeceklerimiz şeyler çok iç açıcı değil maalesef. İsterdik ki daha güzel halleri yazalım. Daha umut dolu daha berrak şeyler anlatalım ancak dünya kapitalist erkek egemen sistemi buna izin vermiyor. Hoş o izin vermiyor diye biz bir kenarda oturup ta izlemiyoruz tabii. Bir araya geliyoruz, örgütleniyoruz, dayanışıyoruz, yeniden şekillendirip yeniden yaratacağız bu dünyayı diyoruz. Demek zorundayız çünkü kendi haline bırakılsa bile bir ahenk içinde yaşayıp gidecek olan bu koskoca evrende bize yer bulunamıyor. Olalım ama sesimiz çıkmasın, varlığımız sürsün ama onların düzenini sürdürmek için sürsün isteniyor. Koskoca evren dar geldi yerlerimizden yurtlarımızdan ediliyoruz. Diyeceksiniz ki sadece kadınlar mı yerlerinde ediniliyor? Hayır öyle olmuyor göç hepimiz için olasılık ama dedik ya terazinin en ağır basan tarafında biz kadınlar varız.
Dünyanın bir cinsiyeti yok ama erkek aklı tek cins varmış gibi yaşıyor ve varlığını da öyle yaşatmak istiyor. Egemenlik savaşı, iktidar hepsi erkeklerin olsun çıkardığımız savaşta herkes ölebilir ama kadınlar ölmeden önce bir de cariyemiz olsun, malımız olsun isteniyor. Erkeklerin çıkardığı savaşta gençler, kadınlar ve çocuklar ölüyor, üstüne bir de kadınlar ve çocuklar cinsel sömürünün en ağır şeklini yaşıyor.
Göç yolları erkektir! Afganistan’da yönetimi Taliban ele geçirdiğinde Türkiye’ye genç erkeklerin göçleri başlamıştı. Uzun bir süre bu durum neden genç erkekler geliyor bunlar aslında Talibanlar ya da ordudan kaçan askerler diye tartışıldı bir kısmı belki doğru olabilir ancak sonrasını bu durumun başka bir halinin de olduğunu bazı Afganistanlı kadınlardan dinledik. Göç yolu çok uzun ve tehlikeli bir yol biz çıkarsak bu yola ya ölürüz ya tecavüze uğrar ya da tacize maruz kalırız ama burada kalırsak yaşama şansımız daha yüksek hiç değilse bu yolu geçebilecek olan genç erkekler gitsin diye ailede neyimiz varsa satıp onları gönderiyoruz belki gittikleri yerden bize para gönderebilirler diye. Afganistan’dan Türkiye’ye yürümek yaklaşık 30 gün sürüyor. Yolda ölüm ya da cinsel taciz yaşama ihtimalleri çok yüksek. Kadınlar bu olasılıkla ve Taliban arasında bir tercih yapmak zorunda bırakılıp Talibanlı yaşamı tercih etmek zorunda kalıyorlar.
Kadınlar kendi tercihleri olmayan sorumlulukları bulunmayan savaşların en ağır bedelini ödeyenler oluyor. Yokluğu, yoksulluğu cinsel sömürüyü en yıkıcı bir şekilde yaşamak zorunda kalınca adeta yaşarken ölüyorlar. Savaştan kaçıp sığındıkları ülkelerde de sorunlar bitmiyor, büyüyerek devam ediyor. Yoksulluk ve en öteki olma halinin üstüne cinsel istismar ve şiddeti bu ülkelerde de yaşayabiliyorlar. 2. ya da 3. eş olmaya zorlanıyorlar hatta satılıyorlar, seks işçiliğine zorlanıyorlar. Çok çocuk doğurmak zorunda bırakılıyorlar. Türkiye’de göçmen ve mültecilere yardım etme koşullarından biri de çocuk sahibi olmak. Yardım alabilmek için uygun koşullara sahipseniz üstüne en az üç çocuğunuz da olması gerekiyordu (ancak üç çocuk şartı oluşan tepkiler ve çocuk doğurma oranının artması üzerine yakın zamanda iki çocuğa düşürüldü). Bu değişiklik çocuk baskını azaltmadı aslında çünkü alınan yardımlar ailedeki kişi sayısına göre veriliyor. Böylece ne kadar çok yardım alınırsa o kadar paraları oluyor çünkü çoğu aile sadece bu yardımlarla yaşayabiliyor. Yardım dediğimizde öyle çok bir şey değil toplumda doğru bilinen yanlışlardan biridir çok yardım aldıkları oysa çok az yardım alınıyor. Kızılay’dan alınan yardım kişi başına aylık 155 TL, eğer durumları daha da kötüyse Sosyal Uyum Yardımı (SUY) olarak 250 TL alınıyor ancak aile sadece bir yardım türünden faydalanabiliyor.
Kadınların çok büyük bir kısmı çalışma yaşamına dâhil olamıyor. Evdeki yükten dışarı çıkamıyor ya da çıkarılmıyorlar. Haliyle dil öğrenemeyen kadınlar daha çok içeri kapalı kalıyorlar. Yoksulluk baskısı arttıkça kadınlara uygulanan şiddette doğru orantılı artıyor. Kadınları ev içi/dışı her türlü şiddetten ve tacizden koruyacak bir mekanizma olmadığı için kaderine razı bir şekilde yaşam sürdürmek zorunda bırakılıyorlar. İstanbul Sözleşmesi aynı zamanda mülteci kadınlar içinde bir koruma statüsü sağlıyordu ancak görünen lüzum üzerine malum şahsın emriyle bir gecede kaldırıldı. Normal mekanizmalar zaten kadını şiddetten korumuyorken mültecileri hiç korumaya tenezzül etmiyor zaten kolluk kuvvetlerine gitmek göçmen ve mülteciler için her zaman bir çekinme konusu olmuştur, sınır dışı edilme korkusuyla çoğu zaman gidilmiyor. Ayrıca kadınlara şiddet uygulayan erkekler kadınların şikâyet etmesi halinde sınır dışı ettireceklerine dair tehditlerde bulunuyor böylece zaten tamamen yol kapanmış oluyor.
Bütün yaşanan sorunlar arasında hak mücadelesi içinde olan göçmen ve mülteci kadınlar elbette ki var. 25 Kasım’a katılıp gözaltına alınan iki yabancı uyruklu kadın için sınır dışı edilme kararı alınmıştı. Kadınların ikisi de bu ülkede oturum hakkına sahip olmasına rağmen bu yapıldı ciddi kamuoyu baskısıyla durduruldu. Kadınların hak arama cesaretini kırmak için yapılan bu uygulama diğer kadınların mücadele etme azmini kırmak için bir örnek olması oluşması için yapıldı. Kadınlar dayanışma göstermese mücadele etmese belki de sınır dışı edileceklerdi. Tüm bunlar göçmen ya da mülteci olan kadınların çoğunda endişe yaratsa da mücadele eden, örgütlenen kadınlar var. Çeşitli platformlarda yer alıyor, sendikal mücadele içinde bulunuyorlar, eylemlerde sokağa çıkıyorlar. Mahsa Amini için sokaklara çıkan İranlı kadınlar sınır dışı edilme riskine rağmen çok uzun bir süre içeri girmediler böylece kadın hareketleriyle tanıştılar ve halen içinde mücadele ediyorlar.
Ülkemizde milyonlarca göçmen ve mülteci var dünyada en çok mülteci bulunduran ülkelerin başında geliyor. Bu milyonların neredeyse yarısı kadın ancak iktidar açık politika uygulamadığı için sayılarını tam olarak bilmiyoruz. Bu alanda çalışan STK’ların edindiği bilgiler üzerine siyaset yapmaya çalışıyoruz. AKP iktidarının uyguladığı yanlış politikalar nedeniyle ağır insan hakları ihlalleri yaşanıyor. Suriye iç savaşının çıkmasıyla milyonlarca sığınmacı geldi. İktidar onları bazen iç politika bazen de dış politika için araç gibi kullanıyor. Aldıkları milyarca euronun nereye nasıl kullanıldığı halen bilinmiyor ancak bildiğimiz net olan şey ise burada insanların yoksulluğa ve insanlık dışı koşullarda yaşamaya mecbur bırakıldığıdır.
Bugünlerde seçimlere giderken iktidarıyla muhalefetiyle Suriyelileri gönderme sözünde kıyasıya bir yarış başladı. Oysa dünyanın hiçbir yerinde bir ülkeye sığınan insanların geri gönderildiği bir örnek yaşanmadı. Geldikleri ülkede barış koşulları sağlanır, hayatları güvence altına alınırsa ancak o zaman sadece gönüllü olarak isteyenlerin gerekli şartları sağlanarak gönderilmesi mümkün olabilir. Ancak AKP-MHP savaş koalisyonu savaşla iktidarlarını sağlama almaya çalıştıkları için yine hedefine Rojava kazanımını alıp sınır ötesi operasyon yapmaya savaşı tırmandırmaya çalıştıklarından dolayı savaş halinin olduğu bir ülkeye hiçbir sığınmacı geri dönmek istemeyecektir.
Bu ülkede yaşayan milyonlarca göçmen ve mülteciler bizimle beraber yaşayacaklar. Bize düşen göçmen mülteci ayrımı yapmadan insanca yaşamanın şartlarını oluşturmak yani ortak bir yaşamın yolunu bulmak için hak temelli siyaset yapmaktır. Bunun önünü açacak olanda yine kadın mücadelesinin siyasete yön verme gücü olacaktır.
*HDP MYK Üyesi Göçmen ve Mülteci Komisyonu Eşsözcüsü