İsveçli öğrenci Elin Ersson’un Göteborg-İstanbul uçağında kalkıştan önce yaptığı eylemi hepimiz hayranlıkla, hatta gözümüzün nemini silerek izledik. Son derece net, tanık olduğu bir adaletsizlik karşısında vicdanı sızlayan herkesin yapabileceği, dahası yapmasının icap ettiği ama buna cesaret edemediği bir eylem: Genç kadın, ülkesine gönderilmek üzere uçağa alınmış Afganistan uyruklu bir mülteci için elinden geleni yapmak istiyor. Bulduğu yöntem, adam uçaktan indirilene kadar koltuğuna oturmayı reddetmek, bu şekilde kalkışı engellemek. Çünkü biliyor ki güvenlik kuralları gereği bütün yolcular oturmadan uçak kalkamaz ve pilotun istediği yolcuyu uçaktan indirtme yetkisi var.
Bundan sonrası mikro düzeyde bir toplum alegorisi gibi gelişiyor: Genç kadın ayakta durmakta ısrar edince bazı yolcuların öfkeli tepkilerine maruz kalıyor; mürettebat ona kuralları hatırlatıyor habire, kimi yolcular söyleniyor, aralarından biri işi saldırganlığa vardırıp kadının canlı yayın yaptığı cep telefonunu elinden kapıyor (oysa kamera kendi yüzüne dönük, uçaktaki diğer insanları hiç göstermiyor), vs. Çünkü insanlar bir an önce menzile varmak, işine gücüne dönmek istiyor, her iyi tasarlanmış robotun yapacağı gibi. Ve aralarından birinin beklenmedik bir hareketi, rutin hayatların ‘error’ vermesine yol açıyor.
Neyse ki telefon görevliler tarafından alınıp kendisine iade ediliyor. Derken önce bir yolcu, sonra eylemin amacını anlayan başkaları -arka tarafta oturan bir futbol takımının üyeleri- Elin’e destek veriyor. Ve sonunda Afgan mülteciyi uçaktan indirmek zorunda kalıyorlar, yolcuların alkışları arasında eylem sona eriyor. Böylece 21 yaşında bir aktivist, 15 dakika süren barışçıl eylemiyle hem bir kişinin -geçici bile olsa- hayatını değiştirmiş, hem de ülkesinin mülteci politikasını cümle aleme teşhir etmiş oldu. Bence bir şey daha yapmış oldu: Sadece Afgan mültecinin değil, uçaktakilerin ve videoyu izleyen bizlerin (en son 4.5 milyonu geçmişiz) hayatını da azıcık bile olsa değiştirdi. En azından öyle umuyorum!
Eylemin videosunu izlerken bu denli etkilenmemiz (şahsen gözyaşlarıma hakim olamadım), hayatımıza ayna tutmasından kaynaklanıyor olabilir mi? İçten içe ve utanarak, o uçakta ben olsam ne yapardım sorusunu -ki “Önümde birilerini uçuruma doğru iteklenirken görsem ne yaparım?” sorusuyla aynı değerde- sorduğumuz için mi? Kendi cesaret edemediğimiz bir şeyi birilerinin bizim adımıza yapmış olmasının verdiği tatminin duygusal sonucu, belki. Gündelik hayatın konformizmi, yerimizi dolduracak ve bize ihtiyaç bırakmayacak kahramanlara muhtaç kılar bizi. Vicdani yükümüzü üzerimizden atmak için onlara sarılırız, ‘işte benim kahramanım!’ diye onları bağrımıza basarız. Oturmayı reddetmek gibi basit bir eylemi, yüzlerce yolcu içinden sadece bir kişinin yapmış olmasının izahı bu olsa gerek.
Madalyonun bir yüzü daha var. Elin Ersson mültecilerle çalışan aktivist bir grubun üyesi. Özellikle ikamet izni verilmeyen Afgan gençlerin ailelerinden koparılıp ülkelerine gönderilmesine karşı mücadele ediyorlar. Bu ay içinde, Olof Palme Meydanı’nda 10 gün süren bir oturma eylemi yapmış, her gün pankartlarıyla Mülteciler Kurulu’nun binasına kadar yürümüşler. Dolayısıyla Elin’in o uçakta bulunması tesadüfi değil, önceden planlanmış bir eylem. Hedef, o uçağa bindirileceği duyumunu aldıkları genç bir Afganlının sınır dışı edilmesini engellemek. Görevi Elin üstleniyor ve uçak bileti grup içinde para toplayarak alınıyor. Havaalanına gencin ailesi ile birlikte gidiyor, ancak işlemlerini tamamlayıp uçağa bindiğinde sözkonusu gencin uçakta olmadığı ortaya çıkıyor. Buna karşın genç öğrenci, 52 yaşında başka bir Afgan mültecinin arkalarda oturduğunu görüyor ve eylemi onun için yapıyor. (Sonradan, asıl hedeflenen genç adamın Stokholm’e götürülüp oradan uçağa bindirildiği ve Afganistan’a gönderildiği öğreniliyor.)
Kısaca, tek başına kalkışılan kendiliğindenci bir eylemden ziyade, örgütlü bir eylemin (bir avuç genç öğrenciden oluşan en ufak çaplısında bile) ne kadar etkili olabileceğinin çok güzel bir örneği Elin’in yaptığı şey. O halde, buradan kendimize bir pay çıkarmaya ne dersiniz?
Siyasette giderek sağa kayan İsveç’in göçmen karşıtı poltikalarda son dönemdeki sicili berbat; lakin bu konuda, malum, Türkiye’nin eline su dökemez! Ülkemizde, kapalı tutuldukları mekanları zaman zaman ateşe verecek kadar isyan edilesi şartlarda ve uzun sürelerle tutulan, insanlıkdışı bir muamaleye maruz kalan, yasal haklarından mahrum bırakılan, sonra da da zorla ülkelerine gönderilen binlerce mülteci mevcut.
Göçmenlere dair seçeceğimiz rastgele bir haber, örneğin 8 Nisan 2018 tarihli gazetelerdeki şu paragraf bile meselenin boyutu hakkında fikir vermeye yeter: “Aşkale ilçesindeki Geri Gönderme Merkezi’nde işlemleri tamamlanan Afganistan uyruklu 691 göçmenden 227’si, sabaha karşı Erzurum’dan Kabil’e düzenlenen charter seferle sınır dışı edildi. İşlemleri tamamlanan 464 göçmen ise, en kısa sürede sınır dışı edilecek. Şu an Erzurum’da bulunan yaklaşık 3 bin göçmen de bir ay içerisinde ülkelerine gönderilecek.”
Bu manzara karşısında Elin’e beslediğimiz sempatinin devamını getirebilir; mesela İstanbul’daysak Kumkapı’daki temerküz kampından farksız -adı bile fena halde ayrımcılık kokan- Yabancılar Şubesi’nde özgürlüğü elinden alınmış göçmenlerle dayanışmanın bir yolunu bulabilir; bu konuda sıfırdan örgütlenme zahmetine de lüzum yok, Göçmen Dayanışma Ağı veya Göçmen Dayanışma Mutfağı gibi mevcut örgütlenmelere dahil olabilir; en basitinden, devletin her konuda ‘yabancı’ davrandığı şiddet mağduru göçmenlerin davalarını takip edip kamuoyu yaratılmasına yardımcı olabiliriz.
Elin Ersson’un eylemine alkış tutanlar, cesaretine ve erdemine hayran kalanlar, ondan umut devşirenler -bendeniz dahil- sözüm hepimize: Hadi bakalım, fırsat ayağımızda: Biz de yapabiliriz! Hem de onun kadar cesur olup risk almadan.