Hâkim sistem olma, bir anlamda tahakkümü sağlamakla ilgili bir mesele iken; bireyden topluma, bir konumdan mekâna, bürokrasiden eğitime, piyasaya kadar her türlü hâkimiyetin sağlanması bu gibi araçlar üzerinden şekillenmesini tamamlamaktadır. Doğrusu meselenin özeti ise şunda gizlidir, amaçlanan sistemin kendisini bireyin iliklerine kadar hissettirmektir. Bu anlamda geliştirilen özne-nesne ayrımından gücü alan ve bunu Newton mekaniği mantıkla tasarımlarken, bir anlamda birey-toplum mekanikleşir, hal buyken toplum mühendisliği yapılmaya hazır hale gelen birey artık isteklerinden hedeflerine, yaşamsal ihtiyaçlara, ilişkilenmelere kadar kendi arzuladıklarının olmadığının yanında yaratımları da kendinin değil, bihaber olduğu sistemin yapı taşlarını yerli yerine oturmak için uğraşmaktadır. Bu minvalde hâkim anlayışın yarattığı ölçütleri esas alırken, beri yandan var olan esarete karşı politikasız bırakılmaktadır, doğrusu direnme gücü dahi elinden alınmak istenmektedir.
Tarihsel süreç açısından konumuz bağlamında ele alırsak birebir yaratılmak istenen de kentleşme önemli yer tutar, hâkim zihniyete göre bir şekillenme izlerken, zihniyetin yapılanmasını açıkça göstermektedir. Sümerlerde artı ürün fazlalılığı, dikilen tapınaklarda biriktirilerek tekelleşme sağlarken, tanrı-devlet mantığıyla hiyerarşiyi de gösterirken, kentleşmenin tapınaklar etrafında gelişmesi mekânsal düzenlenişi de ortaya koymaktadır, yaratılan tabakalaşmanın sınıf olgusunu tanımlamaktadır.
Biraz Ortadoğu bağlamında ve yakın tarih anlamında ele alırsak Selçuklulardan Osmanlı’ya Türk-İslam mantığı ile beraber kentleşmeler; kümbetler, külliyeler diyebileceğimiz dini motifler üzerinden şekillenmekteyken, günümüze gelirsek bugün Türkiye’de bir anlamda yeşil kuşak İslam-Türk mantığıyla güncel bir Osmanlı zihniyet yapılanması sağlanmak istenmektedir. Bunun yanında büyük kentler etrafında yaratılan kentleşme, ekonomi temelli iken ve bir açıdan da neoliberal tarz piyasaların taşeronlaşmasıyla üretimin sadece inşaat temelli olması ülkeyi beton deryasına çevirirken, köyler mahalleleşti, kentler metropolleşti.
Öyle ki Toki-leşme ile soluğu bulan inşaat sektörü İslam-Türk sentezinin yanında, güvenlikçi politikalar ile birleşince gettolaşmaya yakın siteleşme başladı. Bu yönüyle Toki-leşme bir anlamda politik tahakkümün aracıdır artık, özellikle sınıfsal olarak varoşlara mahkûm edilmiş yoksul kitlelerin sistem içine entegresi ve hâkimiyetin sağlanması için, Tokilere mecburi iskân ile tahakküm bu araçlarla sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu kadarla da kalınmamaktadır, Toki aracılığıyla yapılan sitelere marketten dini kurumlara, lokantalardan giyime, okullara kadar öyle ki silahlı güvenliğe, kameralara kadar her şeyin tasarlanmış olması bir anlamda toplumun sitelerle esaret altına aldığını göstermektedir. Öte taraftan ya deprem afet bölgesi ilan edilerek ya da acilen kamulaştırma gibi yeni bir gasp türüyle karşı karşıya bırakılmaktadır ve Toki artık herkes için bir mecburi istikamet olma yolunda ilerlemektedir.
Ve son günlerde Diyarbakır, çatışmalı sürecin sonunda Surlar çevresindeki onlarca mahallede kentsel dönüşüm ilan edilerek, halk evlerinden çıkartılmış oldu, işin ilginci çıkarıldıkları evler bir yana bir de borçlandırılmış oldular. Fakat kentsel dönüşümün burada yansıması farklı olabiliyor çünkü öncelikle karakollar, seyyar nöbet kulübeleri kurulmuş oldu, öyle ki kentin bir mahallesinden başka mahallesine, kimlikle geçiş sağlandığını gördük. Kentin ilk yerleşim yeri olan bu mahalleler insansızlaştırılırken, kentin mimarisi açısından kadük villa tarzı evler yükselirken, bazı insanlar hâlâ mülteci bir konumu yaşıyorlar. Bununla birlikte bu sorun sıcakken kentin diğer ilçe merkezi olan Bağlar’da çoğunlukla yoksul halkın çoğunlukla kaldığı mahalleler bugün kentsel dönüşüm tehdidi altında. Yıllardır bir projeden bahsedilmekte ve doğrusu kentin bürokratik anlamda mülkü amirleri, metropol bir kent yapma uğraşının yanında, politik tercihlere karşı girişilen bir proje olduğu açıkça bilinmektedir.
Ve birkaç gün öncesinde çıkan Cumhurbaşkanlığı kararı ile Bağlar/Kaynartepe Mahallesi afet bölgesi ilan edildi, devamını getireyim isterseniz, sonradan kamulaştırma, arkasından ihale süreci ve son olarak tek katlı evler yerine yükselen bloktan siteler izlemektedir.
Ve sonuçta hep bir göç silsilesi.
Köyler yakılınca göç edenler Sur’da, Bağlar’da mahallelere yerleşti, sonrasında Sur yıkıldı tekrar göç başladı, bugün yine tekrar göç başlıyor.
Ve son olarak bir halkın yazgısına kaç göç düşer…