Bugün adliye koridorlarında ve sokakta verilen mücadele ölüm ve şiddet üzerinden okunsa da kadınlar önemli bir hakikati açığa çıkarıyorlar. Devleti anlamadan erkeği, erkeğe bakmadan devleti anlamanın mümkün olmadığını biliyorlar
Çilem Küçükkeleş*
Kaoslu ve çatışmalı zamanlar erkekliğin de en hortladığı zamanlardır. Çünkü erkekler devletlere çok benzerler. Ortada bir kaos varsa ilk fırsatta bunu kadının üzerinde otorite kurma yöntemine çevirirler. Birbirini yenemeyen erkekler, kadını yenerek kendini rahatlatmak isterler. Madem güç her şeydir, o zaman gücünün yettiğini yenme zamanıdır. Ne de olsa bu kaoslu ortamlar hakikatin de üstünün en iyi örtülmeye çalışıldığı ortamlardır. Oysa insanlığın en büyük tecrübesi hakikatin örtülemez olduğuna dairdir. Hakikat o ki bu kaoslu ve çatışmalı günler kadınlara daha fazla şiddet, taciz, tecavüz ve ölüm getirdi.
Adı yasalarda cinayet, şiddet, taciz ve tecavüz vakaları olarak geçse de kadınlar için bu durumlar sadece vakadan ibaret değil elbette. Kadın hareketleri erkekliği, devleti, aralarındaki gizli sözleşmeyi hayatın her alanında kurduğu ittifakı iyi okudular ve mücadelelerini hakikatler üstüne kurdular. Bugün adliye koridorlarında ve sokakta verilen mücadele ölüm ve şiddet üzerinden okunsa da kadınlar önemli bir hakikati açığa çıkarıyorlar. Devleti anlamadan erkeği, erkeğe bakmadan devleti anlamanın mümkün olmadığını biliyorlar. Birbirine nasıl benzediklerini, birbirini nasıl örgütlediklerini, hayatın her alanındaki gizli sözleşmelerini çözmeden bu şiddet ve ölüm zincirinin kırılmayacağını bilen kadın hareketleri yaptığı her eylemle bu hakikati açığa çıkarıyor. Bu nedenle kadın mücadelesi bir hakikat mücadelesidir.
Devletler toplumların binlerce yıl tecrübe ederek süzüp getirdiği ahlaki değerlerini toplumun elinden alarak kurdular hukuk sistemlerini. İnsanlık birbirine duyması gereken toplumsal sorumluğu bırakıp sadece yasalara karşı kendini sorumlu hisseder oldu. Oysa sayfalarca yazılan anayasalar sık sık revize edilse de toplumun ihtiyacına cevap olamadı. Çünkü içinde toplumsal ahlakın yeri yoktu. Tıpkı kadınların davalarında olduğu gibi manasını yitiren, anı gören, toplumsallığı mahkeme koridorlarının dışında bırakan teraziler hakikati sağlayamadılar. Bir kadın cinayeti davasında hakime seslenerek “Katilin kravatına değil, benim üstüme başıma bak” demişti bir anne. Siyahlar içinde kalan anneyi görmeyen, ölümü sadece ölen üzerinden dikkate alan, tüm yaşananların toplum üzerinde bıraktığı izleri anlamayan adalet bomboş bir adalettir. Bu nedenle mesele sadece kişiye verilen hapis cezası üzerinden ölçülemez. Kadın hareketleri tam da bu manasızlığı yerle bir etmek için adliye koridorlarında toplumdan gizleneni faş ediyorlar. Tam da bu nedenle suçun toplumsal olduğunu kişi ile ölçülemeyeceğini anlatmaya çalışıyorlar. Bu mahkemelerin erkekle ittifakını yerle bir etmek istiyorlar.
Bu akıl ahlak, namus gibi toplumsal karşılığı olan kavramları da kendi ihtiyaçlarına göre inşa edip tüketiyor.
Oysa ahlak toplumsal yaşamın ta kendisidir, asla cinsellik üzerinden ölçülemez. Günümüzde toplumun ahlakı kadınlar üzerinden ölçülmeye çalışılıyor. Kadın “ahlaklı” ise toplum ahlaklı aklı erkeği sorumsuz bırakan, her türlü toplumsal olmayanı yapma hakkı veren, toplamda da kendini kadının bekçisine dönüştüren, “ahlaksız” gördüğünde kadının canını almayı hak sayan aklı ürettiyor. Oysa ahlak bir bütün olarak toplumun karakteridir. İnsanın eli, yüzü, ayağı kolu, beyni, vicdanı yani bedeni bir bütün ahlaklı değilse ahlaklı insandan bahsedilemez. Deryada yaşayan her damlanın deryaya uyumudur. Yani birlikte eşit yaşayabilmektir.
Tek tek vakalar olarak okunmaya çalışılan şiddet ve katliam sanki bir erkek ve kadının anlaşabilme yeteneğiymiş gibi gösteriliyor. Kadın kırımı toplumsal okunmadığı sürece, toplumun birlikte ve eşit yaşama kültürü de gelişemez. Tek bir erkeği katil ilan etmenin bu katliamları da durdurmayacağı gün gibi ortada. Bu nedenle kadın hareketlerinin sesine toplumun çok ihtiyacı var. Çünkü bu sesler hakikatin sesi. Birlikte yaşamanın mayası, derya olabilmenin yolu. İçinde bulunduğumuz büyük tufanda Nuh’un gemisi.
25 Kasım’a giderken katledilen mücadele arkadaşlarımız Mirabel Kardeşler’i de sevgiyle anıyoruz. Katledilmelerini tek bir vaka gibi görmediğimiz için her yıl sokaklarda haykırıyor, mücadelelerini büyütüp sürdürüyoruz. 91 saat sonra İzmir’de enkazın altından çıkarılan Ayda’nın ay gibi doğan gözlerine bakarken bugün yaşadığı için sevinmekle yetinmiyor, yarınını şiddetsiz kurma sorumluluğunu hissediyoruz. Dünü unutmayan, bugünün sözünü ve mücadelesini kuran kadınlar yarınların dünyasını da değiştireceklerdir. Yaşasın kadın dayanışması, yaşasın kadın mücadelesi.
*Halkların Demokratik Kongresi Kadın Meclisi Üyesi