İşkence merkezlerine dönüşen cezaevlerinden her gün hak ihlalleri haberleri geliyor. Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi üyeleri Fatma Yıldırım ve Uğur Şafak Karadaş ile konuştuk
Reyhan Hacıoğlu
Ağır hasta tutuklu Mehmet Emin Özkan, tahliye edildikten hemen sonra hayatını kaybeden ağır hasta Mehmet Ali Çelebi, kadın gardiyanların tecavüzüne uğrayan Garibe Gezer, Şırnak’ta Esat Oktay tehdidi, Kayseri’de sürgün… Cezaevleri özellikle AKP iktidarı sürecinde işkence merkezlerine dönüştü. Salgınla birlikte fırsata çevrilen hukuksuz uygulamalar ise son süreçte tutuklulara yönelik eşzamanlı saldırılara dönüştü. Birçok yerde tutuklular bu saldırıları direnişle karşılasa da, sesleri yeterince dışarıya yansıtılamadı. Buna karşı 7 farklı oluşumun içinde olduğu Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi (TDİ) “İnfaz yakmalara son, Hasta tutuklulara özgürlük” diyerek 2 aylık bir kampanya başlattı.
19 Aralık’ta son bulacak kampanya için TDİ bileşenleri çalmadık kapı, dile getirilmedik sorun bırakmayarak tutsakların sesi olmaya çalışıyor. Biz de yaşanan sorunları ve kampanyanın içeriğini TDİ üyeleri Fatma Yıldırım ve Uğur Şafak Karadaş ile konuştuk.
Kampanyanıza gelmeden şunu sormak istiyorum; cezaevlerinde şu an genel durum nedir?
Uğur Karadaş: Pandeminin ülkede yayılmasının üzerinden iki yıla yakın bir zaman geçti. Bu sürede hapishanelerdeki hak ihlalleri en üst boyuta çıkarılırken, özellikle pandemi bahanesiyle tutsakların dışarıyla olan her tür iletişim kanalı kısıtlandı ve tutsaklar üzerindeki tecrit hiç olmadığı kadar derinleştirildi. Öyle ki, pandemi fırsatçılığı ilk olarak tutsakların açık görüş haklarını elinden alan bir sürece döndü. Yerine göstermelik olarak kapalı görüşleri ayda ikiye, haftada bir olan telefon görüşmeleri de 2’ye çıkarılmış olsa da spor alanı dahil tüm sosyal alan kullanımları yasaklandı, iki ayda bir sadece bir koli açma dayatması uygulandı ve özellikle muhalif dergi ve gazetelere erişimleri de engellendi. Hasta tutsaklar sorunu ikiye katlandı. Zaten her istediğinde revire çıkma imkânı olmayan tutsaklar, acil durumlarda dahi doktor yüzü göremedi. Bu aşamaları atlatıp bir şekilde hastaneye gidebilen tutsaklara ya hastanede zorla kelepçe dayatıldı ya da dönüş sonrası iki haftalık bir karantina sürecine alınma bahanesiyle tekli veya süngerli hücrelerde korona teşhisi konulmuş tutsakların arasına atıldı. Bu da gösterdi ki, içeride koronanın yayılması hedeflendi. En kötüsü de pandemide içerdeki saldırıları çok duyuramama, buna karşı çok güçlü bir yönelime girememe hali devletin elini güçlendirerek saldırılarda sınır tanımayan bir pervasızlaşmaya yol açtı.
Bu pervasızlaşma, bu gözü dönmüş saldırganlık ve hoyratlık, kendisini infaz yakmalar olarak ortaya koydu. 2021’in başında gözlem kurulları diye bir kurul oluşturuldu ve bu gözlem kurulları özellikle ağırlaştırılmış ve cezası az kalmış tutukluları hedefine çaktı. Neydi bu; 1-2 yılı kalmış tutsaklara daha önce dinlediği müzikten okuduğu kitaplara, dışarıda yazıştığı insanlardan içerdeki hak ihlallerine karşı takındığı tutum ve davranışlara kadar her şey bu gözlem kurulu tarafından izlendi ve mahkemelerce verilmesi gereken her hukuki karar, bu kurulların inisiyatifine bırakıldı. Bir örnek vereyim; Van’da Kurban Bayramı’nda çıkması gereken bir tutuklu çantasını hazırlıyor ve kapı açılıp eline bir kâğıt veriliyor, bir yıl daha kalacaksın deniyor. Gerekçe belli: “İyi halli olmadığı ve dışarda mücadeleye devam edeceğine dair güçlü şüphe.” Hiçbir politik tutsak içeride kalma sürecini bir uslanma, akıllanma olarak görmez. O orada politik bir esirdir.
Kampanyanıza gelirsek…
Fatma Yıldırım: Yıllarca mücadelelerle kazanılan hakların pandemi bahanesiyle alınması söz konusu. En nihayetinde bu görünmez şeyi görünür hale getirmek ve tutsakların yaşadığı hak gasplarını kamuoyuna duyurup birlikte geri adım attırmak ve infaz yakmaları engellemek istiyoruz. Tutsakları öldükten sonra tahliye ettirmek istemiyoruz.
Karadaş: Bu kampanyayı, 19 Aralık’ta bir kültür merkezinde bizim dışımızda bu soruna duyarlı aydın, yazar, meslek örgütleri ile bu süreci konuşacağımız bir panel, söyleşi ile sonlandıracağız. İki ayak üzerinde bu süreci örgütledik; bunlardan biri sokak ayağı, diğeri de medya ayağı. Medya ayağı ile ilerici devrimci basınla da röportajlar ve canlı yayınlar koyduk önümüze.
Yine Kasım ayı içerisinde planlanmış farklı farklı eylemlerimiz olacak; bunlardan birisi cezaevi önünde, diğeri hasta tutsaklara cezaevinde kalabilir raporu veren ATK’ler önü ve en geniş topluma sesimizi duyuracağımız meydanlar olacak. Siyasi kurumları ziyaret etmeyi düşünüyoruz. Hapishaneler sorunu 90’lardaki gibi sadece Kürtleri, devrimcileri ilgilendiren, muhalifleri hedef alan bir durum olmaktan çıktı. Boğaziçi’nde kayyum istemiyorum diyorsanız ya da atık kâğıt işçisiyseniz sizler de bu potanın içine girmeye adaysınız demektir.
Bu zemin genişleyince sesimize ses katabilecek insanların da zemini genişledi. Topluma yönelik yapılan her bir projenin -genişletişmiş saldırı- ilk denendiği yerler zindanlar oluyor. Çünkü hapishanelerdeki öncü dinamikleri teslim alamazlarsa toplumu teslim alamayacaklarını biliyorlar.
Şimdi Kürdistan’a yönelik yeni bir tezkere söz konusu, cezaevlerinde eş zamanlı verilmiş bir saldırı furyası söz konusu, hep diyorduk bu toplumu teslim almak için içerideki öncülere dönük bir saldırı muhakkak olur. Şunu gördük ki, bu tezkere aslında öncesinden planlanmış ve başta Kürdistan cezaevleri olmak üzere, batıdaki cezaevlerine yönelik baskı, küfür, hakaret ve onlarca saldırılar söz konusu. Bu saldırılar tezkereden bağımsız olarak okunmamalı. Örnek vereyim; Bolu, Van, Kayseri Bünyan, Elâzığ ve başkaca cezaevlerindeki tutsaklara dönük tehdit dili ve uygulamalar da birebir aynı. O yüzden içerisi sinerse, toplum üzerinde daha ağır faturalar ödetirler, devlet bu gerçekliği çok iyi biliyor. Dolayısıyla toplum evlatlarını, çocuklarını bu savaşta yitirmek istemiyorsa gözünü kulağını cezaevlerine dikmeli. Sofrasından yemeği eksilsin istemiyorsa, gözünü kulağını cezaevlerine dikmeli.
Garibe Gezer adlı tutukluya tecavüz, Şırnak’taki işkenceler… Çok fazla haber geliyor, bundan neyi okumak gerekiyor?
Yıldırım: Sistem çöküyor, çökerken de tek başına gitmiyor tüm toplumu da çökertmeye çalışıyor. Yani diyor ki; sesinizi çıkarırsanız ben de size bunu yaparım ama bu aynı zamanda onun çöküşünün de bir göstergesi. Ama bu noktada herkes bir isyan halinde. O isyanları birleştirip sisteme yöneltebilirsek bu iktidarı alaşağı edebiliriz demek ki.
Karadaş: Perdeyi biraz kaldırdığımızda devletin yaşattığı işkenceleri görürüz. 19 Aralık gibi bir pratik var karşımızda ve devlet buna “Hayata Dönüş” dedi. “Hayata Dönüş” dedikleri bir operasyonda 37 insanı hunharca katlettiler, yüzlercesi sakat kaldı. Hapishanelere bombalarla girdiler ve tutsaklara şu çağrıyı yapmışlardı; “Teslim olun!” Hapishanelerde bir tutsağa teslim olun demek aslında teslim alamadığının da işaretiydi.
Yine çok ciddi bir rejim krizi var ve yönetemiyorlar. Devrimci hareket de bir kriz içerisinde. Dolayısıyla bu kriz anlarında rejimin bu krizi çözmesi için şiddet sarmalını arttırması gerekiyor. Bugün hapishanelere yönelik saldırganlığın artması da bununla doğrudan ilişkili. İktidar cephesinde yaşanan çok yönlü krizin aşılması için emekçi çocukların canı-kanı bile sudan ucuz bahanelerle savaşta heba edebilecek bir yönelime sokabiliyor. Kapitalizm bir kriz içerisinde ve son sınırlarına dayandı. Kapitalizm bu krizi çözmenin çok ötesinde, bu yüzden çürüyor, kendisiyle birlikte toplumu da çürütüyor, öldürüyor.
Tüm bu krize rağmen, hapishanelerde bir direniş ve teslim olmama hali güçlülüğünü koruyor. İçerinin direnişi dışarıyla, dışarının direnişi de içeriyle buluştuğunda biz bu kriz sarmalını ve bize dönük saldırıları geriletebilir, hatta kırabiliriz.
Yıldırım: Bir devrimci tutsağın bile boyun eğmemesi, sistemin ona dayattığı şeylere iradesini teslim etmemesi devletin yenilgisidir. Bunu bildiği için daha da fazla saldırıyor. Bu sadece zindanlar cephesinden bir yenilgi değil üstelik. Dolayısıyla bu saldırganlığın şiddeti yanında kapsayacağı alan da çok genişledi. Deyim yerindeyse toplum geniş bir hapishane içinde yaşıyor, yaşatılmak isteniyor.
Karadaş: Adalet Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, sadece 2021 yılında 60 yeni cezaevinin yapıldığı duyuruldu. Bu yapılan cezaevlerine kimlerin gireceği ortada. Çok net söylüyoruz, sokakta tacize uğrayan kadın ses çıkardığında girecek. Okulumda kayyum istemiyorum, başımı sokacak bir yurt istiyorum diyen öğrenciler girecek. 60 tane cezaevi sadece Kürtlere, sadece devrimcilere yapılmıyor. Ya boyun eğeceksiniz diyor ya da eğmiyorsanız size gösterdiği adres orta yerde duruyor. O zaman bizler de şunu diyoruz; bizim yerimizi biliyoruz, yeri belli olup da bunun farkında olmayanlara bu gerçekliği göstereceğiz.
Yıldırım: Birlikte ses çıkarırsak başarırız. Bu 60 cezaevi ne demek, tüm toplumu zindana atmayı hedefliyorlar demek. Bu sistem tüm pislikleri tüm irinleri ile birlikte tarihin çöpüne atılmak durumunda. Bunun da süresi yaklaşıyor.
İşkencehanenin yeni adı…
S Tipleri gündemde şimdi, nedir bu S Tipleri?
Yıldırım: Bize de bilgiler yeni geliyor diyebiliriz. Adalet Bakanlığı tarafından yapılan çok sınırlı bir bilgi var elimizde. Ailelerden ve içerdeki tutsaklardan aldığımız bilgilere bakacak olursak, ilk hedefleri ağırlaştırılmış müebbetler olacak. Şu an üç yerde açıldığına dair bilgiler var elimizde: Antalya, Bodrum ve Iğdır.
Karadaş: Aldığımız bilgilere göre, tabi net olmamakla birlikte, 6-8 Ekim Kobane davalarıyla ilişkili Diyarbakır’da yargılanarak hüküm giymiş on sekiz kişinin Iğdır’da açılan S tipine götürüldüğünü öğrendik.
Yıldırım: Oraların nasıl bir yer olduğunu araştırıyoruz. Mesela havalandırmaları yok. Tek kişilik hücreler ve anlatıldığına göre koşullarının F tiplerinden daha ağır olduğu söyleniyor. İçerde tutulan tutsakların ise kimseyle görüştürülmediği bilgileri geliyor. Arada bir aileleri gelirse belki onlarla görüşüyorlardır, bilemiyoruz tabi ki.
Karadaş: Adalet Bakanlığı’nın S tiplerinin fiziki koşullarına dair açıklamasında sadece şu deniliyor; F tiplerinden farklı ve uygulamaları daha da ağır. F tipleri zaten bir insanın sağlıklı yaşayabilmesi için uygun bir mekân değil, tecrit ve izolasyon had safhada. O zaman biz bu açıklamayı şöyle okuyoruz; F tipleri ile devrimci tutsakları teslim alamadılar, daha ağır olan S tiplerine ihtiyaç duydular. Ama bizler şunu da biliyoruz, bizler bu devletin hapishaneler tarihini bildiğimiz için diyoruz ki, S tipini hayata geçirebilirlerse bütün hapishaneler bir S tipine dönüştürülecektir.
Aileler ne diyor?
Aileler bu yaşananları nasıl görüyor, size nasıl ulaşıyorlar?
Karadaş: Bugün TDİ’yi kuran yedi ayrı örgüt var. Hemen hemen çoğu ‘96’lardan, 2000’lerden günümüze gelmiş önceki tutsak aileleri kurumları içerisinde yer almış birikim ve deneyime sahip bir topluluk. Bugün toplumsal sınıf çelişkilerinde bir gerilemenin yanı sıra F tipi hapishanelerin şehrin dışına ve olabildiğince uzak noktalara kurulması ailelerin çocuklarından yalıtılmasına yol açtı. Elbette bu durum etkili bir aileler mücadelesinin önünde de ister istemez bir set oluşturdu. Ama geçici bir durumdur bu, özellikle hapishanelere dönük açıktan bir saldırı söz konusu olduğunda bir araya gelinecek kanalları da doğrudan kendileri yaratabiliyorlar.
Eş zamanlı gelişen son saldırılarla birlikte tüm hapishanelerde mevcut yönetmeliği ortadan kaldırarak yerine yeni bir genelge hazırladıklarını düşünüyoruz. Hafızalarda Diyarbakır Cezaevi olarak yer edinen o işkence merkezi, bugün için yasallaşmış bir hale dönebilir. Gelişmeler bu yönde ilerlerse, aileleri bu noktada örgütlemek çok hızlı olabileceği gibi, yine ailelerimizin bu çaplı saldırıya yanıtsız kalmayacağı da bilinmeli. Bunun için mücadele etmekten vazgeçmeyeceklerdir.
Yıldırım: Aslında o zemin olunca o güçten eylemsellik kendiliğinden doğuyor. Bizim amacımız onları da bir araya getirmek.
TDİ’nin çağrısı
Karadaş: Çağrımız çok net; Hapishaneler sorunu devrimcilerin, Kürtlerin, Alevilerin, ilericilerin devletle çıplak bir şekilde doğrudan yüz yüze geldikleri bir alan olmanın dışına çoktan taştı. Bu zemin öyle genişledi ki, faşist sistemle uzlaşmayan kim varsa herkesi kapsar hale geldi. Dolayısıyla diyoruz ki; hapishaneler sorununa şimdiden birlikte karşı durup set çekmezsek yaşamımız bir hapishaneye dönecek. Silivri soğuk ama mücadele sıcak diyoruz. Silivri’nin soğukluğuna değil mücadelenin sıcaklığına sarılma zamanıdır.
Yıldırım: S tipleri yapılıyor ya şimdi; giyotini yapanlar giyotine ilk gidenlerdi. S tiplerine kimlerin gidebileceği de belli değildir, yeter ki direnelim…