Bir yere gitmek gerekir ya da birine. Yeter ki adım atılsın, mekânın hapishanesine alışılmasın. Beklentileri bir bir infilak ettirelim kendimize rağmen, kendimiz için. Biri ya da birileri için olabilir, yeni bir yer kendimiz için, bunun için de olabilir.
Gitmek fiilini kendimize ayna edelim, sırları henüz dökülmemiş olsun. Geleceğin haritası, geçmişin buğusu üşüşsün bir bakışa. Biz o yerden de gidelim. Utangaç bir kaçmak değil bu, düpedüz gitmek. Terk etmek de değil, bir başka yer bulmak bu.
Bazı sözcükleri istirahate bırakalım. Dinlensin, eski anılarından uzaklaşsın ve yepyeni, hiç yenilmemiş gibi bir gün geri dönmesini bekleyelim. Terbiye etmek, ıslah etmek değil. Yükünü atsın, bir gün bir hayatın son cümlesinin yüklemi olur diye. Bir adım ötede, sonsuz uzaklıkta gibi. Özlemek zaten böyle bir ayrılıktır, böylesi matematiksel, fizikten uzak bir mesafe.
Hiç kazanmamış bir kelimeyi dilimizde döndürelim. O kelime ile gidelim bir süre. Belki ona göre, onun için hem de; onu bekleyen bir cümle ile uğurlarız bir başka hayata. Çünkü hayatlar değişsin diyedir ve içindir.
Herkes en az bir defa birilerinden geçmiştir ya da vazgeçmiştir. İnsanız, başımıza gelen her şeyi önceden hisseder ve tanırız. Hüzünlü bir masal gibi gelir en önce, sonra çok uzak bir ülkede, yabancı biri ile yaşanmış gibi sanılır. Zaten zannetmekle insan gitmeye başlamıştır, umut etmekle de ayaklarını bağlamıştır.
Hıza yavaşlık da dahildir. Bu bilgi bizi bir yere götürürken, bir yere vardıramayabilir. Bu acımasız gerçekle yüz yüze gelmek; bu da bir gitmektir. Kendinden çıkmanın kapısı var nihayetinde ve anahtar her zaman elimizde. Bu da bir bilgi ve bu bilgi bir pusula olabilir bir gün, bir yerde.
Aramakla başlıyor birtakım şeyler, bir araya gelmek de buna dahildir. Aramakla meçhul bırakılan bir şeylere veya bir yerlere, bir mekân veya bir kişi fail edilebilir. Beklemek böylece meşhur edilebilir.
Kurtarmak bir efsaneydi, herkesin kendini bulduğu bir hikâye. Kurtarılmak bir dedikoduydu, herkesin kendi adını duyduğu bir rivayet. Keşfetmek diye bir kelime icat edildi, belki de bir yerlerde unutulmuş dünyanın bir harikasıydı. Bulundu ve tüm maharetleriyle hiç edildi. Artık herkes her yerde, bir şey.
Hatırlamanın serin bir ağacı var, gölgesi de. Unutmanın dağı var, uçurumu da. Düşmek ve oturmak bizde bir hayal değil, hayat tezahürü. Biten ne varsa, yiten neyse, giden kimse; ıslah edilmiş bir veda, bir de gürültülü bir alkışla elveda.
İhanete uğramış kelimelere itibar, ihbar edilmiş sözcüklere ihtişam yakıştıralım. Şahit olunan ne kadar suç varsa, cezasına tanık olalım. Çelimsiz yalanları rafa kaldırmak, çelişkili iftiraları sulara bırakmak zamanı. Çünkü her çağın bir mirası var, misafiri de olacak.
Hasretimiz çok, özlediklerimize zulüm daha çok. Düşlerimizin gezginleri göç etse buraya, birlikte gitsek diye bir uyanmak her sabah bizimle, her gece bile beraber. Coğrafyayı kahreden, bilgiyi zehirleyen gündelik alışkanlıklar, kanıksanmış arayışlar birer sınır ve bize çember.
Dağ kadar dert, çöl kadar cefa hayallerde sınırlardan sınırlar beğeniyor. Hâl böyle görülünce, aynaları kırmaya gider insan. Oysa gitmek dağlara, düşmek çöllere lazım gelir. Her gelen bir gidecektir, her gidilen bir terkedilecektir. Bu gerçeklerle gitmek gerekecektir. Yol da bizim, yolda olan da; yolda kalan da biz. Yine de yeniden başlamalı yerimize alışmamaya; çünkü alışmak ihmal edilmiş bir yaşamaktır ve görülmeyen ölümün kardeşidir.
Haftanın kitap önerisi: Gilles Deleuze, Spinoza Üzerine Onbir Ders / Çeviren: Ulus Baker, Kabalcı Yayınları