Çok önceleri, ergenlik çağındayken duymuştum namını babamdan. Hem akran hem de aynı cemaatin fertleri oldukları için yakından tanırlardı birbirlerini. O da çoğu akranı gibi, yazgısı olan sürgüne erken yaşta açmıştı kollarını. Babamla yakınlıkları sürgünde pekişmiş ve onun namına da orada tanıklık etmişti. Fermanın diğer çocukları gibi o da yazgıyı, yokluğu, yoksulluğu, ötekileştirmenin ve kıtalar ötesi savrulmanın nedenlerini sorgulamaya başlamıştı. Kendisinden önce ziyana uğramış kardeşleri gibi “nasıl yaşamalı” sorusuna cevap bulmak için, yitik zamanların masallarının peşine düşmüştü. Kısır bir asrın son deminde, ölüm ve yaşam arasında kalmış kavmi adına yola çıkmıştı. Sorgulayarak hakikatin özüne ulaşmak, kendisini bulmak ve ötekini tanımak için durmadan yürüdü. İçine hapsedildiği çemberi kırmak için ateşten gömleği boynuna geçirdi ve yürüdü. O yürüyüş bütün hayatı boyunca devam etti.
Kökensel koparılmanın acısıyla feryada duran kavminin sesinin duyulması için haykırdı. Bir derviş gibi konuşmaya davam etti. Onun sesi olmasaydı Şengal Katliamı’nın bilançosu daha ağır olacaktı. Onun vakur ve kararlı duruşu sayesinde insanlık, düşmanları durdurabildi. Yediden yetmişe herkesin gönlünde taht kurdu ve herkes ona Mam (amca) dedi, sadece beyaz saçları değil, o derin tefekkürü ve pak imanı onu o tahta taşıdı. O, Ezidilerin cesur ve bilge Mam’ıydı ve hep öyle kalacak.
****
Ninova henüz yas sarısı bir hüznün içindeydi, onunla karşılaştığım gün. Umuda açılan bir bahçede kucaklaştık ilk defa. Gülümsemeye doymayan yüzü ruhumda derin bir etki bırakmıştı. Yaklaşık üç hafta, onunla vadideki o evin sofrasında oturdum ve umuda açılan o bahçenin meyvelerini tattım. Medyalı Mani kadar çilekeş ve Hürmüz kadar dosttu. Gözlerinde Şems’in nuru, yüzünde Tanrı Tammuz’un şefkati, kalbinde İbrahim’in sadeliği, saçlarında Nuh dedemizin bilgeliği ve ruhunda Eyüb’ün sabrı vardı. Her sohbete Tausi Melek’in desturuyla başlar ve nazarıyla bitirirdi. Gözlerine bakınca tufan esnasında 72 milleti taşıyan gemi dalgalanıp duruyordu. O ara mevsiminde tanıdım onu o vadi evinde, sonra geçmişiyle tanıştım bir yolculuk esnasında. Üzerimde kaldı hem vadinin hem de yolcuğun hatrı. Önce onunla konuştum, her kelamı sedef, sonra hikayesini dinledim her sözü hazret. Üzerimde kaldı sedef nakışlı hicranın izi. Önce ben ona misafir oldum, sonra o sohbete geldi. Üzerimde kaldı sohbetin sıcaklığı. Önce ben yarasını gördüm, sonra o anlattı iç kanamalarının selini. Üzerimde kaldı bütün yara benekleri. Önce ben gördüm ölümü gözlerinde, sonra o bahsetti ölümün hafifliğinden. Üzerimde kaldı gözlerinde saklı ölümsüzlüğün sırrı. Önce ben gördüm içindeki saklı cenneti, sonra o konuştu cehennemi dayatanların namertliğini ve üzerimizde kaldı Araf’ın duvarları. Önce çocuğu düştü toprağa, sonra o yaşadı* ve üzerimizde kaldı hayatın kifayetsizliği.
****
Şimdi ise kıymetini yitirmiş sorular soruyoruz kendimize ama, cevapların her biri nafile. Lakin karanlık çökeli çok oldu ama hala güneşe açıyoruz avuçlarımızı. Güneşe sırt çevirdiler ama hala nura niyaz ediyoruz. Yüzlerdeki nur söndü ama, hâlâ kızarıyor yüzümüz hayadan. Sözler yenildi ama hâlâ kelama addediyoruz yeminlerimizi. Yeminler bozuldu ama hâlâ azizliğe açıyoruz kollarımızı. Kollarımız kesildi ama hâlâ komşularımıza kucak açıyoruz. Komşular hançerledi sevdiklerimizi ama hâlâ onlara bel bağlıyoruz.
Evlerimiz yakıldı bir bir ama, hâlâ her ateşi kutsal sayıyoruz. Güvenimiz yıkıldı ama, hâlâ varmış gibi rahmani davranıyoruz. Bütün varlığımızı talan ettiler ama, hala onlara kalplerimizin kapısını açık tutuyoruz. Kabuklarını bir bir tufanın dalgalarıyla kıran keşiş yengeçleri gibi korunaksız kaldık bu yağmalanmış diyarda. Her adımda komşularımızın, kirvelerimizin kurdukları ağlara düşüyoruz. Üzerimize atılan iftiralar Tanrı’ları kızdıracak kadar mekruh. Varlığımızı kasteden her söz, Habil’in ellindeki taş kadar öldürücü.
İçimizde büyüyen gam, Atlas’ın sırtındaki kambur kadar lenduha. Bedduaların ne karası dolanmış boynumuza, boğazımızı sıkan eller ise komşu kavimler kadar tanıdık. Üzerimize çöken hayalet, kardeş kanı kadar sıcak. Geçmişin kederleriyle büyüyen geleceğin hayalleri kaldı geride ve her ölümümüz kardeşliğin iç kanamasıdır, Mamo. Fermana sebep yazgımız budur, Mamo!
*Romalılar değerli biri öldüğünde “o yaşadı” derlerdi.