Otobüsten iner inmez, yanımdaki arkadaşıma bir daha soruyorum: “Burası Kürt mahallesi demi?” Arkadaşım gülerek, “Tabi istemediğin kadar Kürt var burada” diyor. İki dik tepeye kurulmuş olan küçük ve büyük Yamanlar Mahallesi o kadar tanıdık bir görüntü veriyor ki Kürtlerin coğrafyasını bilen birine. Evet, İzmir’de dik yamaçlar, yokuşlu yollar çok ama bu tepelerin en yükseklerini çoktan tutmuş göçmen Kürdistanlılar.
Küçük Yamanlar’ın yokuşlu yollarında ilerledikçe arkama dönüp tepenin diğer yamacında duran büyük Yamanlar’a bakıyorum. Nefes nefese yokuşlu yolu ilerleyip, sokakta oynayan kara gözlü çocukları, yer yer birbirine karışan Kürtçe Türkçe küfürleri ve ardına kadar açık balkon kapılarında çay keyfi yapan kadınlar dikkatimi çekiyor. Bir umudu diri tutmanın yoludur herhalde onu tekrar tekrar söylemek. Van’dan, Muş’tan, Çukurca’dan ve hatta Ankara Türközü’den sonra İzmir’in Yamanlar Mahallesi’nin yokuşlu gecekondu yollarında yüksek sesle yüzüme vuran bu umudu tekrarlamak.
Cumartesi Anneleri’nden sonra Barış’ın en candan savunucu olan kadınların hiç bitmeyen umudundan bahsetmek ve onların tüketmeyen sevgisini dillendirmek istiyorum. Türkiye’de farklı politik ve tarihsel bağlamlarda annelik kimliği etrafında örülen sayısız kadın hikâyelerinin birleştiği bir noktada, “Bak kızım ne söylersem yazacak mısın?” diye beni sorularıyla sıkıştıran Necla anneye “Ne söylersen yazacağım anne” diyorum. Yamanlar’daki Necla annenin uykularını kaçıran kabuslarını, bekleyişini, umudunu tek tek yazıyorum…
“Cumartesi Anneleri’ni gördüğümde ne hissettim biliyor musun kızım? Kezêba min şewitî, (ciğerim yandı) hüngür hüngür ağladım. Hepimiz savaşı çıkaranların kurbanıyız. Kimisi Mehmet diyor kimisi Cemil ama ben de Can diyorum. Benim Can’ım da şimdi yanımda yok. Bir anneyi anlamak için belki illaki anne olmak gerekiyormuş. Başka yolu yok anlamıyorlar. Oğlum Can gerillaya gittiğinde çok gençti, çok akıllı çok cesaretliydi. Ondan önce sonra gelen hiçbir çocuğum onun gibi değil. Farklı bir şey vardı onda. Ben de bilmiyorum nasıl yerleşti ama gelip yerleşmişti içine. 20 yıl önce Muş’tan göçüp gelmiştik buralara. Kim ister ki köyünü evini bırakıp gelmeyi? Gelmişken bari yaşamaya çalışayım insan diyor.
Bizimkisi de öyle bir hayat kızım. Can’ı bütün bu imkansızlıkların içinde büyüttüm yetiştirdim. Ama gitti ve gittiğinden bu yana onun yanında 5 dakika daha oturmanın hayalini kuruyorum. Gitmeden bir gün önce aradı ‘Anne 30 arkadaşımla yemeğe geleceğiz yemek yapar mısın?’ dedi. Tabi çok mutlu oldum. Koca koca kazanlarda yemek pişirdim, dedim herhalde bu bütün mahalledeki arkadaşlarını yemeğe davet etmiş. 30’a yakın genç arkadaşı evimize geldi. Beni odanın en başında bir koltuğa oturtup, kendileri yemeği koydu getir götürdüler. Hatta çayımı bile doldurup elime veriyorlardı. O kadar güzel bir gündü ki anlatamam sana. Yediler içtiler güldük, tek tek elimi öpüp dışarı çıktılar.
Oğlum sabaha kadar bir ekmek fırınında çalışırdı. O gece fırına gitmek için en güzel elbiselerini giyip evden çıktı. İçime bir şey düştü o çıkarken arkasından baktım bir süre. Her sabah eve döndüğü saatte aradım, oğlum sıcak ekmek al gel kahvaltı hazır dedim. ‘Anne 10 dakika sonra oradayım’ dedi. O 10 dakika oldu 5 yıl. Aynı mahalleden birlikte bizde yemek yiyip içip, gözlerinin içi gülen onca güzel çocuk gidip gerillaya katıldı. Şimdi aynı mahallede oturan onlarca anne ile bu televizyonu her açtığımızda aynı acıyı, aynı heyecanı yaşıyoruz. Onlar birlikte bir yola baş koyunca, geride kalan çocukların anneleri olarak; birlikte bir yerlere gider, birlikte onları sormak ve merak etmek kaldı. İşte kızım böyledir bu işler. Şimdi burada kim suçlu? Oğlumu benden kim aldı? Bence bu lanet savaşı kim istiyorsa onlar aldı. Bazen diyorum oğlum geri gelsin başka bir şey istemiyorum. Sonra tekrar düşünüyorum, oğlum gelse neyedir?
Gidecek olan o kadar çok oğul var. Kanayan bir yara var onu iyileştirmedikten sonra gerek var mı pansuman yapmaya? 48 yaşındayım hayatım boyunca bir kere bile bir işte çalışmamıştım. Ama son iki aydır gidip fabrikada çalışıyorum ağır işlerde çalışıyorum. Kafamı bir an bile olsa dağıtmanın, bu yaşananları hazmetmenin yollarını arıyorum. Savaş mermileri biz annelerin yüreğinde patlıyor, barışı istemekten başka çare yok kızım. Hiçbir yol yok, sağ partisi sol partisi hiç fark etmez hepsi oturup bizle barışı konuşmak zorunda. Siyasete güvendiğim için değil, ama bu ülkeyi onlar yönetiyor. Bu kadar ölüm varsa, herkes dönüp barış için, bu gencecik fidanların toprağa düşmesini engellemek için ne yapıyorum diye kendine sormalıdır.”