ABD 1990’da Körfez Savaşı ile başlattığı bölgesel saldırı sürecini sürdüremez hale geldi. Suriye’den çekilme kararından sonra Afganistan’da Taliban’la masaya oturdu. ABD’nin Ortadoğu’daki kirli savaş siyaseti çöküyor.
Ama ABD’nin bu “düşüşü” karşısında bir “yükselen” devrimci alternatif, bölgesel devrimci süreç” var mı? Yok!
Üzerinden “Ortadoğu Devrimci Çemberi” hayalleri kurulan devrimci süreçler çökeli çok oldu. Ne THKP’siyle, THKO’suyla ve onları izleyen Devrimci Yol’u, TDKP’si, Kurtuluş’u, Devrimci Sol’u ile Türkiye devrimci hareketi var, ne Fedayin’le İran devrimci hareketi, ne FHKC’si, FDHC’si ile Filistin devrimci hareketi ve hatta ne “Red Cephesi” ne TKP, ne TUDEH. Bütün bölgede “ilerleyebilen” tek ilerici hareket var, Kuzeyin ve Batı’nın Kürt hareketi; o da bölgesel bir devrimci süreci yaratmaya değil kendi varlığını, konumunu sağlama almaya odaklanmış durumda.
ABD emperyalizmini durduran komünistlerin, devrimcilerin, milliyetçi devrimcilerin önderliğindeki halk direnişleri olmayınca, rakip emperyalistlerin yerel iktidar kastlarıyla oluşturduğu direnç belirleyici olunca, “dış müdahaleye karşı direniş”, anti-emperyalist, demokratik bir halk devrimi muhtevası kazanmıyor.
Bu yüzden ABD Vietnam’dan, Kamboçya’dan, Laos’tan kaçıp gittiği gibi teker meker yuvarlanmıyor. ABD’nin kirli savaşlarla bölgenin patronu olma hayali kararıyor, “süngüsü düşüyor” ama yıkılıp gitmiyor. Suriye’nin içinden çıkıp sınırına yerleşmenin hesabını yapıyor, olmazsa Irak’taki üslerinde sotaya yatmayı planlıyor, Afganistan’da konumunu “mandater” olarak korumaya uğraşıyor, İran’ı taciz etmekten vazgeçmiyor…
ABD kısmen “inine çekilirken” “meydanda” kalanlar kimler? Yükselen yeni emperyalist Rusya, İran’ın Mollalar rejimi, Esad’ın BAAS’ı, Filistin’de HAMAS ve FKÖ çürümüşlüğü, “devletimsi”lere parçalanmış Irak’ın “siyasi derebeylikleri”, Erdoğan’ın çürümüşler diktası, Cihadcı çeteler(i) ve tabii ki İsrail ve, Sisi’si, Suudileri, Katar’ıyla gerici Arap rejimleri.
Bu yüzden emperyalizmin bölge siyaseti karşısında devrimci bir alternatif olmadan çökünce “güzel günler görmeye” yaklaşmıyoruz. Yıllar sonra bu dönemin, ABD emperyalizminin birkaç adım geri çekilip gücünü toparladıktan sonra dönüşünün muhteşem olması için sahneyi olgunlaşmaya bıraktığı bir devre arası olarak anlam kazanması da mümkün; bölgesel emperyalist hegemonyanın el değiştirdiği, bir sömürgecilik sisteminin yerini bir başka sömürgecilik sisteminin aldığı bir geçiş sürecinin başlangıcı olarak anılması da mantıksal olasılıklar arasında. Tabii daha başka birçok gerici, yıkıcı alternatif de var. Türkiye’de açık faşizmin iktidar odaklarına olmadık palavraları attıran da bu cehennemi tablo.
Bölge siyasetindeki bu tablonun bir benzeri, Türkiye’de neoliberal/betonist birikim rejiminin çöküşünde tekrarlanıyor. Proleterleşen kamu çalışanlarının, kamu işyerlerindeki taşeron işçilerin hareketleri güdümlendikten, halkın hakları mücadeleleri püskürtüldükten, laiklik mücadelesi devlete teslim edilip değersizleştirildikten sonra gelen bu çöküş, toplumda ilerici bir sıçramanın zeminlerini çoğaltmıyor. Soğanın kırdığı rekor patlıcan biberle fersah fersah aşılırken, diktatörlük koşulları altında gidilen yerel seçimler zemininde anaakım muhalefet, “işbirliğine hazır”, “uzlaşmacı”, “meşrulaştırıcı”, “(oyun olsun da) oyunu her kuralla/hatta kuralsız oynamaya hazır” bir tutumu benimseyerek karaktersizliğin zirvelerini yokluyor.
Sosyalist, devrimci muhalefetin “hiçbir şey olmamış gibi” davranarak varlığını sürdürmesinin artık mümkün olmadığı, bu hareket biçiminin solu yokedici bir çürümeye sürükleyeceği zamanlarda yaşıyoruz. Aklın kötümser olduğu böyle zamanlarda ancak irade iyimser olabilir.
“Yeniden başlama”yı konuşacağımız zamanlara bir kez daha geldik gibi görünüyor.