Kurşun gelip kalbine en yakın yeri buldu. Dendiğine göre “derinliği ölçülememiştir”. Gün boyu kaybettiği kan yok hükmündeki hayatına sayılan kurbanın ardından kurulan en kısa, ama son yirmi yılı özetleyen en sarsıcı cümle babasına ait: “Hakkâri’de bir çoban vurulmuş, kimin umurunda!” Kavganın ganimetine “çok donanımlılar” konalı kimsenin umurunda değil, portakal ağacına asılan çocuk da cesedi yırtıcılar için yol kenarına atılan genç kadın da.
Atlas okyanusuna gömülen Titanik kalıntılarına tutunan üçüncü sınıf yolculardan boğulmak üzere olanı, bir tahta parçası üstünde donmak üzere olana o imkansız sözü kekeliyordu: “Gemi aşağıya çeker diye uzaklaştılar, şimdi gelecekler…” Filikalardaki zenginler, okyanusun soğuk sularında boğulmakta olan sefiller için geri dönecekmiş! Çok doğru, umudu hiç kesmemeli!
Neşeden süzme sessizliği, ilgisiz pek çok şeye yoran gösteriş tutkunlarının sayısı mevcudun bir fazlası. Her şey akla gelir ve söylenir de söylenmemiş tek şeyi söylemek de hep mevcut dışı kalmış o bir eksiğe düşer: Cizreli kız çocuğuna su diye alevler içirilirmiş, Nusaybinli kadın çocuğunun külleri için koştururmuş, çöpte yiyecek arayan yaşlı dilenci vurulduğu yerde iki büklüm kalırmış, Suruç’ta işçiler “öldürülmeyecek şekilde taranırmış”, Halfeti’de gariban köylü kurşuna dizilirmiş, dehşetin sokağında künyesiz insan cesetleri aç köpeklere yedirilirmiş, kimin umurunda
Sömürgenin kayrılmış mülayim aksanlısı eşhas yoksullara kurtarıcı atanalı ıssız koyakları kesik başlar, kendi içine göçmüş varoşları parçalanmış gövdeler doldururmuş, sahi kimin umurunda! “Vahşete doyurulmuş, çok korkutulmuş, ondan bu suskunluk” diye iç geçiren, yine aynı mezar hırsızları. Kan deryasında yüzdürdüğü filikada iblisliğine kalın bir battaniye gibi sarılmışken, “Biz cellatlarınızla iş tuttuk, açıktan vuruşmak yerine katilleriniz adına sizi yönettik, sizden görünüp sizi mahvetmeyi seçtik” demeyeceklerine göre, fukara kendi ölümünden de buna sessiz kalmaktan da yine kendisi sorumlu öyleyse. Cesetlerin yüzeye vuruşunu, duru gecenin ve doymuş suyun sesiymiş gibi dinlediğine ve hazır hepsi de boğulduğuna göre artık filikaların burnunu, son bir merhamet turu için ölüler denizine çevirmekten onları ne alıkoyabilir?
Tüm derdimiz tefeci, tüccar, derebeyi, bürokrat ve orta sınıf lahar dolandırıcılarımıza bir koltuk, geniş bir alan, çokça şan, para ve konfor, hepsinden de fazla hiç hak edilmemiş bir onur kazandırmak. Yoksa Sur’u Dicle’ye döken hafriyat kamyonlarında hala kesik kol ve bacaklar çıkarmış, kimin umurunda! Yine de mahvolanlar her fırsatta şunu pekâlâ itiraf edebilir; “Hakları var, ölümüne korkutulduk ve tertemiz dolandırıldık. Kendimiz için değil, kanımızda semirenler için akıttık o son damla gözyaşını da”. Fakat itirafı imkansız kılan da efekt ve sahnenin her vakit pek zekice dengelenmiş olması. Üst kamaranın huzurlu müziğiyle üçüncü mevki ve kazan dairesine kitlenenlerin ölüm çığlıkları ortak bir tehlikeye eşit miktarda karılmalı ki, sadece en savunmasızları bulan facia herkesi vurmuş gibi görünsün
Yüzyıl önce Amerikan senatosuna sunulan gizli Titanik raporunda geçen tanık ifadelerine göre, gemi batarken filikalardaki “şanslılar” hep beraber tempo tutup şarkı söylemişler; hem boğulanların çığlıklarını hem de vicdanlarının seslerini bastırabilmek için. Sorgulamayı yapan senatör neden geri dönmediklerini sorduğunda aldığı cevap pek insancaymış: “Yaklaşsaydık hepsi binmeye çalışır, hep beraber boğulurduk.”
Sömürgede isyancı geleneğin kaim kitlesi, mücadelenin belli bir aşamasında her şeyini gevşek kesime, önüne dökülen her kırıntıya saldıran besili yüzlere kaptırır. Kazanımlar birer ganimet gibi parladığında, direnişin coşkulu taşıyıcıları çoktan ya sakatlanmış veya sürülmüş, ya zincire vurulmuş veya katledilmiş olur. İdare ve öncülük gibi bir “fedakarlık” onlara kaldıysa ne etsin doğuştan bahtlılar? Yaklaşsın da hep beraber mi boğulsunlar!
Bindikleri filikalar, yoksulların devrimini ve her şeyini çalanları daha uzağa götürürken boğulmakta olanlar, donmakta olanlara hala aynı umut dolu yalanı kekeliyor; “Kayıkları organize etmek biraz zaman alacaktır, gemi aşağıya çeker diye uzaklaştılar, şimdi dönerler…”