Sabah magazin programlarında Narin için çığlık atanları mı ararsınız, gece yarılarına kadar polisiye dizisinde oynarcasına cinayeti çözmeye çalışan uzmanları mı? Narin için “şeriat” ve “ölüm cezası” talep eden ünlüleri mi, yoksa hakikati göstermeye çalışmak yerine insanları sadece “heyecanlandıracak” en dramatik ifadeleri kullanmak için yarışan haber spikerlerini mi? Sanırım bir kere daha büyük bir “medya sirki”ne düştük…
Geçtiğimiz yüzyıldan beri kullanılan bu popüler kültür kavramı, çoğunlukla cinayet davaları, doğal afetler, büyük sosyal olaylar ya da ünlülerin skandalları gibi konularda medyanın tutumuna dair kullanılıyor. Medya üzerine çalışanlar, “medya sirkinin” ihlale maruz kalanları — ki bu zaman zaman Narin gibi yaşamını kaybeden bir çocuk da olabiliyor — ve olayın kendisini araçsallaştırdığını, hakikati ve olayın gerçek önemini gölgede bıraktığını, toplumda sağlıklı bir tartışma ortamı oluşmasını engellediğini belirtiyor. Evet, tıpkı Narin’in Türkiye’deki çoğu medyada yer bulma şekli gibi…
Ama Türkiye’de şu anda sadece medya mı sirkleşti? Çocukları korumakla asıl yükümlü olanlar da sekiz yaşındaki bu çocuğun öldürülmesinde sanki hiç payları yokmuş gibi riyakâr bir şekilde gözyaşı döküyor, cenazesinde fotoğraf çektiriyor. Narin’in başına gelenle ilgilendiklerinden değil de sadece kendi çocuklarının başına gelmesinden korktukları için sosyal medya paylaşımı yapanlar, Narin için duyduğu o çok büyük (!) üzüntüyü romantize edenler… Çok kısa bir süre sonra Narin’i unutacak olanlar…
Türkiye, her yıl onlarca çocuğun çocuk cinayetleri ve ev içi şiddet sebebiyle yaşamını kaybettiği bir ülke… FİSA Çocuk Hakları Merkezi’nin düzenli olarak hazırladığı Türkiye’de Çocuğun Yaşam Hakkı raporlarına göre, sadece son iki buçuk yılda Narin gibi en az 133 çocuk yaşamını kaybetti. Bu çocuklar, tanıdıkları ya da tanımadıkları kişiler tarafından çeşitli sebeplerle öldürülen çocuklar. Pek çoğu medyada kısacık bir haberle yer aldı, çok az insan kendisinden haberdar oldu. Hakkında yazılanlar okundu geçti… Bazısı ise tek bir cümle ile bile yer bulamadı koskoca (!) medyada… Yakınları dışında kimse ondan da öldürülmesinden de haberdar olamadı. Bazıları ise Narin gibi gündemi bir süre meşgul etti, büyük öfke uyandırdı, büyük laflar ettirdi, büyük gözyaşları döktürdü… Peki ya sonra? Sonrasında unutulup gitti…
O çocuğu gerçekte kim korumalıydı? Peki ama neden korunmamıştı? Korumayanlar hesap vermiş miydi? Peki ya çocuğun yakınındaki diğer çocuklar? Olaya tanık olan, arkadaşını ya da kardeşini kaybeden diğer çocuklar? Onlarla ilgili ne yapılmalıydı? Tek bir çocuk daha benzer bir şey yaşamasın diye nasıl önlemler alınmalıydı?
Bir çocuk ölümü medya tarafından yoğun bir şekilde ele alınıyorsa, bu süreçte çoğunlukla “hakikati” ortaya çıkaracak sorular hiç sorulmadığından, sonrasında da bu soruların peşine düşen pek kimse olmuyor. Görünürdeki failin en yüksek cezayı almasının takibi ile sınırlı kalan bu süreç, aslında ne yazık ki başka çocukların da benzer şekilde yeniden yaşamını kaybetmesine yol açıyor…
Çok açık ki Narin’in öldürülmesi pek çok karmaşık ilişkiyi, ayrıcalıklı kişilerin korunmasını, “ben yaparım ve bir şey olmaz”cılığı, kapalı toplulukların hakikati nasıl da ortadan kaldırabildiğini ve daha pek çok şeyi içeriyor…
Elbette medyanın ve kamuoyunun olan bitenin peşine düşmesi, siyasi bağlantıları kurmaya çalışması çok kıymetli; fail/lerin cezasız kalmamasında, olayların üstünün örtülmemesinde çok önemli…
Ama Narin’in kaybedilmesiyle birlikte hepimizin ve medyanın geldiği bu noktada bir durmamız ve şu anda neyin içinde olduğumuzu anlamamız gerekiyor. Bir medya sirkinin yönlendirmesiyle mi duygulanıyoruz, üzülüyoruz, öfkeleniyoruz, uykularımız kaçıyor mı?
Gerçekten neyin peşindeyiz? Eğer gerçekten Narin’in ölümüyle ilgili hakikatin ortaya çıkmasını istiyor ve bir daha benzer şekilde tek bir çocuk dahi ölmesin diyorsak, bu sirkten bir an evvel çıkmalı ve bizi hakikate taşıyacak soruların peşine düşmeliyiz…