Devletler toplumlar üzerindeki iktidarlarını her zaman toplumun onları bir egemenlik aygıtı olarak kabul etmelerine dayandırırlar. Bu kendini kabul ettirme ya da toplumda rıza üretme süreci, zoru kapsamakla birlikte daha çok zihinsel hegemonya üzerinden yaşam bulur. Toplumun zihniyetini şekillendirme olarak da ifade edebileceğimiz bu süreçle “baskı aygıtı” olan devletin iktidarı toplum tarafından “olumlu” olarak görülmesine yol açar. Devletin kendini “olumlu” olarak sunması aslında hakikatti çarpıtmasından ibarettir ve gerçek yüzünü gizlemesidir.
Devlette bir olgu olarak daha baştan itibaren içsel olan bu çarpıtma durumu onun günümüzdeki temel formu olan ulus devlette oldukça derinleşmiştir. Ulus devletlerin rıza üreterek toplumu kontrol altına alma yöntemleri zengindir. Toplumun her zerresine iktidarını dayatması ile farklılaşan ulus devlet bu kapsamlı amacı nedeniyle düşünsel saldırılarını oldukça çeşitlendirir. Bu açıdan ulus devletin kendini olumlu gösterme yöntemleri ve bu amacı doğrultusunda kullandığı ideolojik argümanlar detaylıdır. Bu her ne kadar bütünsel bir durum olsa da ulus devletin toplumu savunduğu ve onun güvenliğini sağladığı iddiasını Türkiye zemininde ele almak önemlidir. Çünkü AKP-MHP iktidarı yerel seçimlere giderken kullandığı tek söylem budur. “Devletin bekası” diye ifade ettikleri ve toplumu hayali düşmanlarla korkutmaları iktidarlarını sürdürebilmelerinin yegâne yoludur.
Nitekim otoriterliğin doğal sonucu olarak iktidarını “güvenlik” üzerine kuran Tayyip Erdoğan geçenlerde miting alanında toplanan kitlelere gerçekten çok önemli bir soru sordu: “Domates, biber, patlıcan diyorlar. Siz bir merminin fiyatı nedir biliyor musunuz?” Ekonomik krizin derinleştiği ve insanların her geçen gün yoksullaştığı bir dönemde bu soru, hükümetin politikalarının ne denli toplum karşıtı olduğunu göstermesi açısından gerçekten de kritiktir. Peki, toplumdan nerdeyse her işlemde alınan vergiler, insanlar temel gıda malzemelerini biraz daha ucuza alabilmek için uzun kuyruklara girerken, emekçilerin ekonomik hakları sürekli tırpalanırken kurşuna, son teknoloji ile üretilen bombalara, demokratik kitle eylemlerini engellemek için gaz bombalarına, TOMA’lara harcanması nasıl açıklanabilir. Ortada halkın tümünün yaşamını tehlikeye sokan bir tehdit mi var? Yoksa Erdoğan politikalarının halkı ne kadar zor duruma soktuğunu görerek yanlışlığını mı itiraf ediyor? Kuşkusuz hayır.
Aslında Tayyip Erdoğan, ulus devletin her zamanki çarpıtmasını kurnazca kullanarak halkı yoksulluğa ikna etmeye çalışıyor. Devletin tüm imkânlarını sırf kendi iktidarını sürdürmek için savaşa yatırırken insanları ‘ben sizi koruyorum’ yalanına inandırmaya çalışıyor. Gerçekler ise açık bir şekilde ortadır. Erdoğan’ın örnek verdiği barış adası Afrin’de ve Rojava’da tüm insanlığın umutla karşıladığı devrim yapan Kürtler, Türkiye toplumuna tehdit mi oluşturuyorlardı? Bu soruya şovenizmin gözünü kör etmediği kimse “Evet” diyemez. 100 günü bulan açlık grevi direnişiyle tüm insanlığa demokrasi, özgürlük ve bunun için tecridin kırılması çağrısı yapan Sayın Leyla Güven, toplumu tehdit mi ediyor ki evinin önünde sürekli bir kuşatma yapılıyor ve neredeyse bir kışla kuruluyor. Ona destek olmaya çalışan her yürüyüşlerinde bir milletvekilline nerdeyse 100 polis düşecek şekilde saldırılan HDP milletvekilleri mi tehdit? Yoksa tehdit varlığını toplumsallığını her halk gibi yaşamak isteyen Kürt halkı mı?
Ortada Türkiye toplumunun güvenliğini tehdit eden bir durum yoktur. İktidar tarafından yaratılan sahte korkular vardır. Bir histeri olarak Türk toplumuna Kürt düşmanlığı aşılanmak isteniyor. Oysa AKP-MHP hükümeti sadece kendi iktidarı için insanları ölüme ve açlığa sürüyorlar. Ekonomik krizin nedeni de olan bu politikalarını güvenlik maskesi ile gizlemeye çalışıyorlar.
Bu maskenin ardında inanılmaz imtiyazlar tanınan uluslararası silah tekelleri var. Devletin imkanlarını rant olarak dağıttığı kendine bağlı zenginleşen bir zümre var. Mutlaka uluslararası ortakları olan ve ihalelerle beslenen bu “milli ve yerli” kesimin gerçekten de domates, biber ve patlıcan fiyatı ile ilgili bir problemi yok. Seçim kampanyası için açılan tanzim marketlerinde onlar sıraya girmeyecek. Gittikçe değer kaybeden TL onları değil emekçileri fakirleştiriyor ne de olsa. Onların iktidarı olan AKP-MHP hükümetinin de toplumun ekonomik olarak gerilemesini dert ettiği yok zaten. Yıllardır demokratik oluşumların ifade ettiği gibi devletin zorunlu olarak yapması gereken sosyal politikalara devletin bütçesinden daha fazla pay ayırmak zinhar düşünülmüyor.
Hâlbuki alınan her mermi, bedelini ödeyen toplumu biraz daha fakirleştiriyor. Bu politikalar Kürt sorununu daha da derinleştirdiği gibi Türkiye’yi demokrasiden uzaklaştırıyor. Demokrasi güçlerinin bu sahte güvenlik algısının ve sonuçsuz güvenlik politikalarının halkı yoksullaştırmasını geniş çapta işleyip toplumu bilinçlendirmesi gerekiyor. Bir merminin gerçek bedelinin herkes tarafından bilinmesi bu çıkmaz politikalardan kurtulmanın ilk adımlarından biri oluyor.