Kişilerde olduğu gibi siyasi partiler, hatta devletler de değişik psikolojiler gösterebilir. Bazen kendine güveni abartıp ego kabarması yaşayabilir, komplekslere kapılabilir. Bu durumlar siyaset psikolojisi veya sosyal psikolojinin konularıdır.
İnsanların düşünce ve davranışları önceki değerlerinden etkilenirmiş. Gerçeklerle yüzleşmekten ya kaçarız ya da ona karşı koyarız. Başkalarının düşünce ve davranışları hakkında hüküm verirken elimizdeki veriler çoğu zaman yeterli olmuyor. Davranışların nedenini bilmeden çok yanlış yargılara varabiliyoruz.
Bu alandaki araştırmalara göre kendini herhangi bir otoriteye koşulsuz, körü körüne bağımlı kılan insanlarda “ben”lik duygusu zayıf olduğu için bu eksiklerini kimi kolektiflere bağlanarak gidermeye çalışırlar. Bu tür kolektiflerdeki ruh hali, iktidarlar için her türden kullanıma hazır birer malzemeye dönüşmüştür.
Bu duruma göre insanlar veya toplumlar inandıkları şeylere karşı gelen konulara saldırma eğilimindedir. Bunu yaparken farklı metotlar dener. Örneğin karşı görüş hiç var olmamış gibi davranır. Yani onu görmezlikten ve duymazlıktan gelir. Böylece uyumsuzlukla yüzleşmez ve bir nebze olsun kendini kandırmaya devam eder. Ancak bunu yaparken o kadar başarılıdır ki bunun bir kandırma olduğunu fark etmez. Diğer bir yöntem ise ne olursa olsun görüşlerini ısrarla savunmasıdır. Bunun için saldırgan bir tavır alır, karşıt görüşü sadece çürütmek istemez, onu yok etme arzusu da duyar. Çünkü bu ona göre kendisine yapılmış bir saldırıdır.
İşte huzur ve barışın önündeki en büyük engel de insanın bakış açısını daraltan ve her şeye kuşku ve düşmanlıkla baktıran bu ırkçı ve bağnaz mantalitedir.
***
Aslında sadece bu gruplar değil, hepimiz bir şekilde bu değişimin içinde yer alıyoruz. Bu etkiler olumsuz olabileceği gibi olumlu da olabilir elbette. Bu durum doğal olarak medyanın kendini nasıl konumlandırdığına bağlıdır.
Mevcut habercilik anlayışı savaşı, çatışmayı haberleştirmeyi seviyor da iş barışla ilgili, barıştan yana, barışçı haber yapmaya geldiğinde onu yeterince heyecanlı, haber değeri taşıyan nitelikte görmüyor. Onun için barış sürecine katkı sağlayacak bir duruş göstermiyor.
Oysa dördüncü kuvvet diye adlandırılan medyaya bu konuda çok görev düşüyor. Ama bu sorumluluğu yerine getirme, destek olma bir yana köstek oluyor. Evet, ne yazık ki bu ülkede medya, huzurun önündeki en büyük engellerden biri oldu hep.
***
Otoriter iktidarlar “Amaca ulaşmak için her araç yasaldır” görüşünde kendini gösteren makyavelist bir anlayışla davranır. Buradaki “araç”ların hiçbir ahlaki sınırı olmadığı gibi hukuka dair bir sınırı da yoktur.
Makyavel’in otoriter zalim yönetimlere gönderme yaptığı görüşleri aradan bunca zaman geçmesine rağmen güncelliğini koruması hüzün verici bir gerçekliktir:
“…Devlet bir ulusa dayanıyorsa yeterli gücü bu kökten alabilir. Savaş kaçınılmaz bir şeydir ve onu ertelemek başkalarının işine yarar. Bir ülkeyi ele geçiren kişi, hem sevilen hem korkulan bir insan olmalıdır. Kendine zararı dokunuyorsa verdiği sözü tutmaz. Söz vermesini gerektiren şartlar değişmişse yine sözünde durmasına gerek yoktur… Hükümdar rolünü iyi oynamalı, gerçek amaçları konusunda açık vermemelidir. İnsanlar o kadar alışkındırlar ki aldatmak isteyen biri mutlaka aldanacak birini bulur…”
Hakkaniyet dediğimiz şey biraz da hayatın sağlamasını yapma cesareti ve erdemidir. Yüzleştirebilmektir, araştırıp hakikatleri ortaya dökebilmektir. Yüzleştirip doğruyu bilebilmektir. Yüzleşmeyen hayatın kibri, pervasızlığı, acımasızlığı ve bencilliği ortadadır. Yüzleşmek hayatın kendi doğal akışını bulmasının bir yoludur. Bu yüzden adaletin terazisinde yüzleştirmeli hayatları.