Basın ve ifade özgürlüğü üzerindeki baskılar yetmezmiş gibi iktidar tarafından hazırlanan 9. Yargı Paketi taslağındaki “etki ajanlığı” suçlaması oluşturulmasını içeren yeni bir anti- demokratik uygulama getirilmeye çalışılıyor.
TBMM’ye “9’uncu Yargı Paketi” adıyla sunulacak düzenlemeyle Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 339’uncu maddesinden sonra gelmek üzere eklenmesi önerilen taslağın 22’nci maddesi “etki ajanlığı” suçlamasını içeriyor.
Taslakta yer alan etki ajanlığı suçlamasının sadece gazetecileri susturma ve cezalandırma girişimi olmadığı görüşünü dile getiren konunun uzmanları, söz konusu düzenlemenin tüm toplumu sessizleştirme ve susturma çabası olarak nitelendiriyorlar.
Bu konuda basın meslek örgütü temsilcilerine göre taslağın yasalaşması, öncelikle gazeteciler için yeni suçlamalara gerekçe oluşturacak ve baskı unsuru olarak kullanılabilecek.
İfade Özgürlüğü Derneği’nin görüşüne göre; şimdi “etki ajanı” düzenlemesini eleştirdiği için çok yakın gelecekte hem dezenformasyon suçlamasıyla hem de yasalaştığı anda etki ajanı olarak suçlanabilecek ve yasada belirtilen amaç farklı görünse de, uygulamada sivil toplum kuruluşları ve basın mensupları suçlamalarla karşı karşıya kalabilecek.
Barolar da bu haliyle, söz konusu düzenlemenin basın özgürlüğü, haber verme ve alma hakkı ile ifade özgürlüğü gibi toplum için vazgeçilmez anayasal hakları tehdit ettiğini, özgür, çoğulcu ve bağımsız gazeteciliğin uygulanmasını daha da zayıflatarak baskı altında tutacağını belirtiyorlar.
***
Anayasa çalışmalarının seslendirilmeye çalışıldığı bu süreçte görünen o ki yine muhalif güçler sindirilmeye ve toplum tepkisizleştirilmeye çalışılıyor.
Günümüzde hükümet halihazırdaki yasaları, gazeteciler, aydınlar ve muhalif olan herkesi susturma ve bastırma silahı olarak zaten kullanıyor. Yeni yasayla bu konudaki göstermelik özgürlük kırıntıları da yok edilmiş olacak.
Belirtildiği gibi; bu geniş ve muğlak ifadeli yasa kabul edilirse, yetkilileri rahatsız eden herhangi bir gazeteci, yabancı bir ülkenin çıkarlarını desteklediği iddia edilen bir etki ajanı olarak kolayca suçlanabilecek.
Bu ülkede gazetecilere, muhalif siyasetçilere, aydınlara yönelik saldırılar, tehditler, gözaltılar ve tutuklamalar, kimsenin yabancısı olduğu bir konu değil artık. Özgür basın üzerindeki baskılar hiç eksik olmadı. Bu tür uygulamalar günlük yaşamın bir parçası haline geldi.
Bu uygulamalar, verilen gözdağları zaten bazı zihinlerde karakollar kurup, kendiliğinden gerekli otokontrolü sağlamaya yeterli olur.
***
Türkiye, Dünya Basın Özgürlüğü sıralamasında180 ülke içinde 165. sıraya düşmüş vaziyette.
Gerçek anlamda demokratikleşme sürecini yaşayamamış olan toplum yapısı, yurttaşlık bilincinin yerleşmesini engellemekte ve basının kamu hizmeti görevini göz ardı etmesine neden olmaktadır.
Düşünce ve basın özgürlüğü, tarih boyunca otoriter yönetimlerde hep ilk kısıtlanan alan olmuştur.
Bilindiği gibi basın özgürlüğü, Birleşmiş Milletler tarafından İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde ilan edilen ve birçok ülke tarafından kabul edilen bir haktır. Bu özgürlük yalnızca gazetecilere özgü, onların hak ve hukuklarını koruyan bir kavram olarak algılanmamalı.
Bu hak gazetecilerin, yazarların, düşünenlerin, aydınların haklarını teminat altına almakla kalmayıp, halkın olan bitenlerden haber alma hakkının teminatı olarak kabul edilmelidir.
Özgürlük bir bütündür ve bir bütün olarak, herkes için savunulması gerekir.
Gazeteci idarecilerin hesabına gelmese de bir kenara itilen noktaları veya konuları da ele alıp araştırır. Bu sorumluluk bilincine engel olabilecek her türlü engellemenin önyargı ve koşullandırmanın karşısında herkesin bir kalkan görevi üstlenmesi gerekecektir.
Olay daha önceki örneklerde olduğu gibi tasfiye ve sindirme amaçlıdır. Ama ağır bedellere rağmen “Gerçekler Sahipsiz Değildir” diyenler hep var olacak, hep yazacak.