Geçmişin Tecrübesiyle Geleceğe Odaklanmak, adlı çalıştayda konuşan Sosyopolitik Saha Araştırmaları Merkezi Koordinatörü Yüksel Genç, Ortadoğu’daki sürece dikkat çekerek, ‘Oradaki meseleleri Kürt sorunundan ayrı düşünmek imkansız’ dedi
Barış Vakfı, İstanbul’un Fatih ilçesinde bulunan Kadir Topbaş Gösteri ve Sanat Merkezi’nde “Geçmişin Tecrübesiyle Geleceğe Odaklanmak” çalıştayını gerçekleştirdi. Yakın zamanda yaşamını yitiren Barış Grubu üyesi Ali Şükran Aktaş’ın anısına gerçekleştirilen çalıştaya, çok sayıda akademisyen, yazar ve gazeteci katıldı.
‘Yaşananlar Türkiye’yi de etkileyecek’
Çalıştayın açılışı konuşmasını gerçekleştiren Barış Vakfı Başkanı Hakan Tahmaz, Kürt sorununa yönelik geçmişte çeşitli deneyimler elde ettiklerini ifade ederek “Çözüm sürecinden çok ders çıkarttık. En azından ne yapmayacağımızı öğrendik. Dikkat çekmek istediğimiz nokta gelecek ufkundan kopmayarak, ana odaklanmaktır. Bu anı doğru değerlendirirsek, bu kötü dönemden çıkmak için ‘bir fırsat olabilir mi’ diye sormalıyız. Bu sadece bugünü kurtarmak için değil, geleceği kurtarmak içindir. Sadece lidere odaklanmış bir çözüm süreci yok. Ama sivil toplumun çözümü kolaylaştıracak ya da inisiyatif göstereceklerin iradelerini de ötekileştirmemeliyiz. Bu nedenle herkesi kucaklayan bir süreç olmalıdır. Sorumluluk almış olan sivil toplumdan, siyasal alana kadar herkesin görevi budur” dedi.
Suriye’de yeni gelişmelerin olduğunu belirten Hakan Tahmaz, orada yaşananların Türkiye’deki süreçleri de etkileyeceğini kaydederek, “Barış Vakfı ya da siyasi alanlar ya da diğer alanlar silahsız, şiddetsiz bir Türkiye için ‘ne yapmalı’ diye tartışmalıyız. Gelinen aşamada gerçekten çatışmasız, şiddetsiz bir Türkiye ihtimallinin güçlü olduğunu düşünüyorum. Bu çalıştayın da buna katkı sunacağını düşünüyorum” diye belirtti.
Birinci oturum: Bugünün Türkiye’sinde Barışın Dinamikleri ve Riskleri
Ardından çalıştayın ilk oturumu “Bugünün Türkiye’sinde Barışın Dinamikleri ve Riskleri” başlığıyla gerçekleştirildi. İlk oturumda moderatör İlahiyatçı Fatma Akdokur iken, Profesör Mesut Yeğen, Araştırmacı Ertan Aksoy, Doçent Doktor Levent Korkut konuşmacı olarak yer aldı.
Araştırmacı Ertan Aksoy, mevcut durumda Kürt sorununun “elle tutulur” bir çözümün olmadığını dile getirdi. Ertan Aksoy, “Kürt hareketi ve siyasi partileri dışında hiç kimse bunu dile getirmez. Buna dair sorulara da siyasi partilere çok çekinerek cevaplar veriyor. Kürt sorununda anadil sorunu önemli bir sorundur. Ama Kürtlerin yoğunlukta yaşadığı yerlerde sağlığa, eğitime, ulaşıma ve benzeri birçok şeyde büyük farklılıklar var. Kürt sorunun bu yanının eksik tartışılması fazla gündeme sokmamasına neden oluyordur. Dizi ve film çalışmalarında Kürt yurttaş daha suça yakın, zarar veren, olumsuz bir tarafa yakın gösteriliyor. Bu Kürtlere biçilmiş bir roldür. Bu rolü yok etmek, ortadan kaldırmak gerekiyor. Çünkü bu sayede toplumu etkileyebiliriz. Bahçeli’nin sözlerinin ardından yeni tartışmalar başladı. Bu yüzden yakın bir zamanda ‘Türkiye’de Kürt sorunu var mıdır’ şeklinde tek soru ile anket yaptık. Yüzde 51,3 evet yanıtını verdi. Bunu yeni tartışmaların ardından yaptık” diye konuştu.
‘Gidişat çözümü dayatıyor’
Profesör Dr. Mesut Yeğen, “yeni çözüm” süreci tartışmalarına değinerek, “Devleti yeni çözüm sürecine zorlayan bir şiddet durumu yoktu. Ne oldu da Bahçeli bu tartışmaları başlattı. Bana göre görmediğimiz başka şeyler de var. Geçmişte de böyle ara dönemler oldu. Gidişat Kürt sorunu çözümünü dayatıyor. 2017’den sonra iktidar için meşruiyet açığı oluştu. İstanbul seçimlerini kaybetmesi ve son belediye seçimlerinde görüldü ki iktidar meşruiyetini kaybetti. Ama esas sorunun bu olduğunu düşünmüyorum. Daha çok bölgede oluşan gelişmelerden kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Çünkü 7 Ekim ve Suriye’de olanların bu durumu etkilediğini düşünüyorum” ifadelerini kullandı.
‘Uluslararası bir çözüm gerekli’
Doçent Dr. Levent Korkut, “ihtiyaç temelli çözüm süreci” anlayışını ele almak gerektiğini belirterek, “Önce hangi ihtiyaçlar daha öncelikli ona bakmak gerekiyor. Her insanın kimlik ve tanınma sorununu aştığında daha rahat yaşayacağı anlaşılıyor. Çözüm sürecine de bu gözle bakmak gerekiyor. Normalde çözüm süreçleri ulusaldır ama bir kısımda uluslararasıdır. Bizde de uluslararası bir çözüm gerekli çünkü o boyuttadır. Bahçeli’nin çıkışı günün politik koşullarıdır ama bu açıklama daha çok uluslararası politik koşulları dikkate alarak yapılmıştır. Mevcut son gelişmelerin tesadüfen geliştiğinin kanısında değilim. Suriye’de daha batı merkezli politikalar var olacak gibi. Türkiye’nin buna yöneldiğini düşünüyorum. Bu devletlerin her birinin birtakım çıkarları olduğunu görüyoruz. Eğer çıkarların uyuşması söz konusu ise Suriye üzerinden bir gelişme potansiyeli olduğunu görmekteyiz” dedi.
‘Öcalan onurlu bir özgürlük arzusu içinde’
Levent Korkut, “Burada kitlenen nokta Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) ve Abdullah Öcalan’ın ortak bir noktada olmasıdır. Geçmişte Halkların Demokratik Partisi (HDP) aracı iken, şu an Öcalan ve DEM Parti tek bir şekilde ele alınıyor. Özellikle Öcalan ve DEM Parti tek ele alınırken, diğer Kürt siyasetçiler Selahattin Demirtaş gibi bu sürecin gelecekte daha kapsayıcı olacağını ifade edenler de bulunmakta. O açıdan bu kapsayıcılığa ulaşmasını desteklemek gerekir. Şunu hatırlatmak gerekir ki; Öcalan sadece kendi özgürlüğü için bir şey yapmaz ve düşünmez. Burada daha onurlu bir özgürlük arzusu içinde olacaktır. Bunun da en temeli Kürt sorununda kesin bir çözüm olmaktır” vurgusu yaptı.
İkinci oturum: Farklı Çatışma Çözümü Deneyimleri
İkinci oturumda ise “Farklı Çatışma Çözümü Deneyimleri” başlığıyla sunumlar yapıldı. Bu oturumda moderatör insan hakları aktivisti Fatma Ünsal Bostan iken, konuşmacı olarak Gazeteci Ali Bayramoğlu, Profesör Dr. Sertap Yokuş, Sosyopolitik Saha Araştırmaları Merkezi Koordinatörü Yüksel Genç yer aldı.
Ali Bayramoğlu, Kürt sorununun Turgut Özal’ın girişimiyle devreye girmeye başladığını belirterek, günümüze kadar arada çatışma ve çatışmasızlık dönemlerin yaşandığını anımsattı. Ali Bayramoğlu, “2013 çözüm süreci nispeten şeffaftı. Müzakere yapılabiliyordu. Bu sorun iki halkın sorunudur. Ben akil insanlar heyetindeydim. Barış sürecini anlatmak gibi bir mekanizma işletilmişti. Bu Kürt ve Türkiye toplumu açısından Kürt sorununun çözümünün gerekliliğini anlatmıştık. Çözüm süreçlerini harekete geçiren siyasilerdir. Burada; Erdoğan ve Öcalan iki önemli kişiydi. Çözüm sürecinin ilerlemesi için geçici de olsa güven olmalıdır. O dönem çok farklı fikirler vardı. Müzakere, şeffaflık, siyasi irade ve Kürt sorununda tüm toplumsal grupların şeffaf ilişkisini gördük. Yine devletin şiddetle, karakol baskınlarıyla başa çıkamaması ve yüksek ölümler devlet açısından çözüm sürecini ihtiyaç haline getirdi. Müzakere Öcalan, HDP, AK Parti, Kandil arasında gelişti. Kürt sorunu o dönem bana göre ulusaldı. Ancak 2014 sonrası Kürt sorunu uluslararası olmuştur. Bu da Rojava ile ilgilidir. Bu dönemde Bahçeli’nin konuşmaları bana göre Kürt sorununu tanıdığı anlamına gelmektedir. Yine Özgür Özel ‘El yükseltiyorum’ demesi önemli. İrade hükümetin ve Öcalan’ın iradesidir. Öcalan konuşmadan bizim konuşmalarımızın tamamı çöp olur. Top oradadır. Hükümet izin verecek mi, bilmiyoruz” ifadelerini kullandı.
Çözüm sürecinde örnek ülkeler
Profesör Sertap Yokuş, “Çatışmaları yerinde izlemiş biriyim. Siz Türkiye’ye yoğunlaştınız ama ben biraz uzaklaşıp diğer örnekleri sizlere göstermek isterim. Çünkü çıkarılacak çok ders var. Bu bize hatalar yapmama konusunda örnek olacaktır. Kuzey İrlanda belki yöntem olarak kendini en geliştirmiş örneklerden biridir. Sivil toplum örgütleri çok etkili. Orada ‘Hayırlı Cuma’ anlaşması çok önemli. Ondan sonra süreç çok hızlı yürümüş. Çözüm süreçlerinde muhataplarına bir iktidar alanı yaratmak zorundasınız. Güney Afrika’da ise Anayasa üzerinden çözümler üretilmiş ve yapılmış. Bunun Türkiye’de de uygulanması mümkün. Demokratik bir Anayasa ile çözüm süreci orada beraber ilerliyordu. Önceki çözüm sürecinde de Güney Afrika’dan etkilenmişti. Yine ‘geçiş adaleti’ çatışmanın olumsuz ruhsal derinliği ne kadar fazla ise çıkışta da o kadar yüksek olmalıdır. Filipinlerde ise üçüncü göz kabul edildiğinde taşlar yerine oturmuş. Orada temel bir anayasa oluşturuldu. Ve o Anayasa barış sürecinde temel ilkeleri belirlemiş. Anayasa her iki tarafa güven verir. Kolombiya’da ise daha çok sınıfsal bir ayrımcılık var idi. Talepler de bu şekilde oluşmuştur. Müzakere Küba’da yürütülmüş ama halk hazır olmadığı için halk ‘hayır’ demişti. Daha sonra o düzeltildi. Yani kamuoyunu alıştırmak gerekir” dedi.
‘Kürtler jeopolitik bir kimlik’
Sosyopolitik Saha Araştırmaları Merkezi Koordinatörü Yüksel Genç, “Barış Grubu” olarak Türkiye’ye geldiklerinde, “O dönemde çok başka bir Türkiye ve PKK vardı. 8 kişi silahlarımızla gelirken, sembolik olarak çok şey anlattı. Biz de Demokratik Cumhuriyet’in oluşturulmasını istiyorduk ve yüzden Meclis’in açılış gününde geldik. Ankara’dan gelen istihbarat ve askeri bürokrasisiyle konuştuk ama günün sonundan tutuklandık. Biz gelirken Öcalan, ‘Bizim derdimiz bağcıyı dövmek değil, üzümü yemek. Biz bu adımı başlatalım ve bir kırılma yaşansın’ demişti” hatırlatmasında bulundu.
2004 döneminde cezaevinden çıktıktan sonra kentlerde “Barış Meclisleri” kurduklarını ve bu sayede topluma barışı anlattıklarını anımsatan Yüksel Genç, o dönem çatışmalarda çok az kişinin yaşamını yitirdiğini belirtti. Yüksel Genç, “2004’te süreç bittiğinde artık Kürtler yok denilmiyordu. Hatta 2005’te Erdoğan, ‘Kürt sorunu vardır’ demişti. Bunlar önemliydi. Bölgedeki gerillalar çekilirken, çok sayıda arkadaşımız yaşamını yitirdi. Ayrıca askeri vesayetli ortamda, askeri vesayeti tartışmaya bir ortam açıldı. Siyaset yavaşça temel sorunları ele alacak bir alan oldu. Kürt siyaseti de belediyeleri kazanmaya başladı. Bu önemliydi. Giderek kendini yönetme performansı Kürt sorununda fiili süreci başlattı diyebiliriz. Ancak süreç bittiğinde Federe Kürdistan’da sorun çıktı. Geldiğimizde iç sorunu olarak çözebilirdik. Ancak o dönem sonrası artık bu iç içe çözüm bozuldu. Etki alanını büyüterek, devam eden bir Kürt sorunundan bahsediyoruz. Ortadoğu yeni bir idare formu sürecine girdi. Yeni dönemde en güçlü ülkelerinde başlayan yeni bir hikaye oluşturuyor. Oradaki meseleleri Kürt sorunundan ayrı düşünmek imkansız. Kürtler artık jeopolitik bir kimliktir. Ve 4 ülkeyi etkileyen bu kimliğin Türkiye’yi nereye getireceğini sormak gerekir” şeklinde konuştu.
Üçüncü oturum: Çatışma Çözümünde Sivil Toplum Kurumlarının Rolü
3’üncü oturumda “Çatışma Çözümünde Sivil Toplum Kurumlarının Rolü” başlığı altında sunumlar yapıldı. Oturumda moderatör gazeteci Fatih Polat olurken, konuşmacılar ise Hafıza Merkezi kurucularından Emel Ataktürk Sevimli, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi’nin kurucu üyelerinden Hakan Ataman, İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Hüseyin Küçükbalaban oldu.
Emel Ataktürk Sevimli, çözüm süreçlerinde sivil toplum olarak alternatif bir hafızanın oluşması için kayıtların önemli olduğunu belirterek, “Sivil toplum örgütleri, kriz anlarında arabuluculuk ve yaşanan hak ihlallerinin üzerinde durmalıdır. Kendinizle yüzleşmeniz gerekiyor. Yaptığımız işlerde belgeleme alanında ciddi sıkıntılarımız var. Yine Kürt sorunu bağlamında otoriter çatışma yönetiminde yapısal sorunların tartışması gündem değildir. Bunun yeniden insan hakları çerçevesinde tartışması gündem olmuyor. Dolayısıyla böyle bir gündem olmadığında yaşananların hiçbiri tartışılmıyor. Bir yandan bir girişim var, diğer yandan otoriter bir yapı var. Yani gözaltılar, kapatma davaları, hem sivil toplumu hem de muhalefeti baskı altına almak gibi durumlar da var. Dolayısıyla bu yapısal sorunların gündemde olmaması meselesine dikkat çekmek istiyorum. Sivil toplum çalışmaları yürütenler olarak ciddi bir birikimimiz var. Öncelikle bütün çalışmalarımızı yan yana koyarak, hasar raporu çıkartmalıyız. Bunu aynı zamanda bir yol haritasına dönüştürmeliyiz. Biz sivil toplum olarak çatışan taraflardan ‘ne istiyoruz’a ilişkin bir yol haritası çizmeliyiz. Cezasızlık, gözaltında kaybedilenler, yaşananlara ilişkin hakikatler orada dururken, JİTEM gibi yapılar dikkate alınmadan ve yüzleşmeden nasıl olacak? Buna dair çözümler bulmalıyız. Mutlaka faillere alternatif cezalar olmalıdır. Ayrıca bu suçların bir daha olmaması için nelerin yapılması gerektiğine dair çözümler bulunmalıdır” dedi.
‘Devlet kendi insan hakları örgütlerini kuruyor’
İHD Eş Genel Başkanı Hüseyin Küçükbalaban, 2015’te “çözüm” sürecinin bittikten sonra ilk önce basının susturulduğunu belirterek, “Daha sonra sivil toplum susturuldu. Örneğin ‘Bu suça ortak olmayacağız’ bildirisine imza atanlar görevlerinden atıldı. Basını, akademisyeni, sendikaları susturursanız barış konusunu kim konuşacak? Dolayısıyla geldiğimiz noktada sivil toplumun durumu iyi değil. Ancak sivil toplum susmadı. Sivil toplum bu süreçlerin tamamını kayıt altına aldı. Cumartesi Anneleri İstanbul’da, Diyarbakır’da kayıt ettirmeye devam ediyor. Bir yandan devletin insan hakları ihlallerini gösterirken, bir yandan barış talep ediyorlar. Daralan insan hakları ortamı devletten kaynaklıdır. Yoksa demokrasi vardı da basın, insan hakları dernekleri çalışmadı diyemeyiz. Sivil toplum çözüm önerilerinde bulunur, hak ihlaline uğramışları savunur. Ancak devlet otoriterleşmesiyle birlikte kendi insan hakları örgütlerini kurmaya çalıştı” ifadelerini kullandı
Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi’nin kurucu üyelerinden Hakan Ataman, 2020 sonrası 20 bin derneğin kapatıldığını ve o dönem çok sayıda kişinin derneklerden istifa ettiğini söyledi. Sivil toplum örgütlerine ilişkin verilere de değinen Ataman, insan hak temelli derneklerinin yüzde 18 olduğunu belirterek, “Denetimler şu anda 2 katına çıkmış durumda. Devletin insan haklarıyla ilgilenen derneklerin üstüne gittiğini görüyoruz. Buna bağlı olarak ekonomik kriz ortaya çıktı ve bu dernekler kaynak bulamıyor. Sivil toplum denince akla ne geliyor diye sorduğumuzda, ‘kadın, hak, özgürlük’ cevapları yüzde 4 oranında kalıyor. Yurttaşlar, sivil toplum örgütleri ‘yoksulluğu çözsün’ gibi cevaplar verdi” dedi.
Oturum, soru-cevap kısmıyla sona erdi.
Kaynak: MA