iyimserler her an bekler, karamsarlar, “galiba bir daha olmayacak” derken yeni bir isyan dalgası dünyanın birçok yerinde yükseldi.
bu eylemlerin her birinin kendine has özellikleri olduğu kadar ortak noktaları var. bence bu ortaklıklar önümüzdeki yıllar hatta on yıllar için çok önemli olacak.
birçok yorumcu, kadınların ve gençlerin öncülüğünden söz ediyor. özellikle sokak eylemlerinde gençlerin önde olması eskiden de rastlanan bir olgudur ama kadınların, katılım, görünürlük, cesaret ve öncülük anlamında yirminci yüzyılın kalkışmalarından daha farklı, daha ileri bir noktada bulunması dikkate değer bence. bunda dünyanın pek çok yerinde yükselen feminizmin damga vurduğu kadın hareketlerinin etkisi büyük. yani feministler olarak, birçok yerde sola rağmen ektiğimizi, birlikte biçiyoruz.
sitem etmeme bakmayın, esas değinmek istediğim nokta bu değil. şili’den ekvator’a, lübnan’a uzanan yani küresel doğu ve küresel güney’i etkisi altına alan bu kalkışma dalgası farklı ülkelerde benzer talepler öne sürüyor. her yerde kalkışmanın çıkış noktası neoliberalizmin, emekçilerin hayatını cehenneme çeviren, onları ölümün sınırında yaşatan, insanlıktan çıkıp birer üretim aracına dönüştüren sonuçları. (bir sitem daha; demokrasi talebi değil!)
dünyanın toplam serveti git gide daha az sayıda insanın elinde toplanıyor. dünyanın her yerinde yoksulların en yoksulunu göçmenler oluşturuyor. bu veriyi bir kenarda tutarsak, küresel doğu ve küresel güney’de emekçilerin yaşam koşulları küresel batı ve küresel kuzey’den daha kötü, göçmenler de zaten genellikle doğu ve güney ülkelerinde dünyaya gelmiş insanlar. uzayan iş saatleri, git gide azalan ücretler, sosyal hakların her geçen gün azalması, sosyal devletin ortadan kalkması 19. yüzyılın çalışma ve yaşama koşullarını aratacak noktaya doğru ilerliyor. o yüzden bir yerde iletişimin paralı hale gelmesi bardağı taşıran damla oluyor, bir başka yerde yolsuzluk, bir diğerinde ulaşım zammı.
bazı yerlerde hükümet geri adım atıyor, bazı yerlerde ağır bir şiddetle cevap veriyor eylemlere. bunu yazarken şili’de hayatını kaybedenlerin sayısı 23’e çıkmış, ırak’ta yüzü aşmıştı!
kimse öldüğüyle kalmayacak, bu direnişlerden hepimize önemli deneyimler kalacak, buna şüphe yok. bu kalkışmalar sadece yönetimleri hedef almıyor, var olan siyasal sistemi de sorguluyor (lübnan’da kullanılan, “hepsi hepsi demektir” sloganı mesela) ama üretim araçlarının kamusallaşması anlamında bir mülksüzleştirme talebi ya da bu yönde bir slogan görmüyoruz.
bir sistem olarak kapitalizmin değil sonuçlarının, sermaye iktidarından değil siyasal yönetimlerin hedef alınması bildik anlamda devrimci bir süreçle karşı karşıya olmadığımızı gösteriyor ama 20. yüzyıl komünizminin de sosyal demokrasiyle hesaplaşmalar içinde yükseldiğini hatırlamalıyız. burada tarihin tekerrüründen değil, bir kopukluktan söz etmek daha doğru bence. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın emek ve devrim mücadelelerinin tecrübeleri ve siyasal programlarıyla emekçilerin bugünkü mücadelesinin bağı yetersiz, arada tarihsel bir boşluk var. her ülkede kalkışmaların içinde tabii ki sosyalistler, komünistler yer alıyor. onların bu mücadeleyi gerçekçi bir hedefe yani yolsuzluğun da, yoksulluğun da sebebi olan kapitalizme yönlendirme çabaları çok değerli ve şöyle ya da böyle sonuç vereceği muhakkak. ama bugün komünist olmak, komünizmin literatürünün, tarihinin ve tecrübesinin muhafızlığını yapmakla olacak bir iş değil. bugünün komünizmi sadece geçmiş deneyimlerin ve özellikle sadece sovyet deneyiminin yorumlanması ve değerlendirilmesiyle kurulamaz. neoliberalizmin tahlili de -ki küresel batı ve küresel kuzey’de marksistlerin çok mahir oldukları bir konu bu- güçlü bir komünist hareket için yeterli değil. diğer mücadele alanlarını fark edecek, yeni taktikler, yeni hedefler, yeni bir program geliştirecek bir harekete ve daha önemlisi, küresel doğu ve küresel güney’den yükselecek, bu yeni emek hareketlerini bir araya getirecek yeni bir enternasyonale ihtiyaç var. bir kere daha ne yapmalı’yı soracak ve cevabı birlikte bulacağız. geçen sefer tam olmamıştı, bu sefer olacak!